HAKAN KEKEÇ / hakankekec1122@gmail.com
Türklerin kaderinin değiştiği tarih 1018'dir. Selçuk Bey'in genç ve gelecek vaad eden torunları Tuğrul ile Çağrı Bey başrolünde gerçekleşen; mânâsı ancak yarım asır sonra ortaya çıkacak büyük bir hadiseye sahne olmuştur 1018: Selçuklular o dönem Gazneli, Karahanlı ve kimi yerel beyler arasında adeta ezilmektedir. Yurtsuzluk ve amca Arslan Yabgu'nun yeğenlerine olan ilgisizliği, Tuğrul ile Çağrı Bey'i Maveraünnehir'den koparacak noktaya getirmiştir. En sonunda Çağrı Bey, Rum (Anadolu) seferine çıkmaya karar verir. Bu sırada kardeşi Tuğrul da çöllerde gizlenecektir.
Çağrı Bey ve adamları Rum'a doğru hareket eder. Gazne Sultanı kontrolündeki Horosan'dan tüccar kılığında geçerler. Azerbaycan'dan da katılımlar olur ve 3 bin okçu süvari Türkmen, Vaspuragan denen bölgeye (Bizans'ın Ermeni Prensliği, Van Gölü çevresine) girerler. Dönemin tarihçisi Urfalı Mateos bu seferi muazzam benzetmelerle anlatır. Bölge halkı da askerler de gerçekten şaşkındır. Böylesi çevik, korkutucu ve maharetli askerler ilk kez görülmüştür. Kılık kıyafetleri de bir tuhaf, saçları da alışılmışın dışında uzundur. Savaş başlar. Türkmenler kazanır. Savaşta okçu süvarilerin hızı ve okları sayesinde uzak mesafeden çatışabilmeleri etkili olmuştur. Mateos, "Korkunç bir ejderha" benzetmesi yapar Çağrı Bey için.
OK VE YAY YAŞAM ŞEKLİ
Milli gururumuz Mete Gazoz okçulukta olimpiyat altın madalyası kazandığında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan genç sporcuyu "Bir tarihi yeniden ayağa kaldırdın" diyerek tebrik etti. Gerçekten mânâsı üzerinde düşünmek gerekir bu cümlenin bana göre. İncelediğimizde "şanlı" dediğimiz tarihimizde en belirleyici noktanın; disiplin, esneklik ve uyumu bir arada bulunduran -ve böylelikle düşmanı şaşkınlığa salan- okçu süvarilerimiz olduğunu görürüz. Çünkü ok ve yay (okçu süvarilik) sadece bir savaş stratejisi değil, bir yaşam şekli ve zihin yapısının somutlaşmış halidir.
Çağrı Bey ve okçu süvarilerinin Vaspuragan'da gösterdiği maharetler aslında sürpriz değildi. Ok ve yay Türkler için İslamiyeti seçmeden evvel de en etkili savaş aletiydi. İslam sonrası gaza ruhu ile birleştiğinde dini bir hüviyet de kazandı elbette, ama bu bir bahsidiğer... Okçu Türk süvariler beynelmilel sahada kendini en kuvvetli şekilde Abbasi İslam İmparatorluğu'na hizmet etmeye başladıklarında gösterdi. Bir örnek: 837'de Halife Mutasım döneminde Dazimon kasabasında Bizans ile Abbasi kuvvetleri karşı karşıya gelir. Sabah vakti başlayan savaşta Bizans süvarileri halifenin birliklerini dağıtır fakat Türk okçuları dayanırlar. Türk okçularının ok yağmurları sebebiyle Bizans süvarileri göğüs göğüse çarpışma fırsatı bulamaz; aniden başlayan yağış sebebiyle okçuların yay kirişleri gevşer ve Bizans birlikleri kaçmayı başarır. Yorgo Kedrenos şu ifadeyi kullanmaktadır: "Eğer yağmur gece yağsaydı, imparator ve askerler ölecekti."
Türk okçu süvarilerinin Abbasi İslam ordularına katkısı Cahiz'e "Türklerin faziletlerini" yazdırır. Orada şöyle der Cahiz: "O (Türk) hayvanını (atını) hızla sürdüğü halde, öne, arkaya, sağa ve sola, yukarı ve aşağıya ok atar. Harici yayına bir ok koymadan Türk on tane ok atar." İbnü'l Fakih'e göre Türkler büluğa eren erkek çocuklarına bir yay ile oklar verir ve evinden çıkarıp çarene bak der.
Ok yapımı sabır isteyen bir savaş aletidir. Değerli olması nedeniyle hükümdarlara hediye edilir ve savaşlardan sonra (ya da o sırada) kullanılabilecek durumda olanlar toplanırdı. Peygamber Efendimizin vahiy öncesinde Eyyâmü'l-ficâri'l-evvel'in dördüncüsüne amcalarıyla birlikte katıldığı şeklinde bir kayıt vardır. Ibn Hişam, bu savaşta Resûlullah'ın okları toplayıp amcalarına taşıdığını anlatır. Resûl-i Ekrem çocuklara okuma yazma ve yüzme yanında atıcılık öğretilmesini de babalık görevleri arasında saymıştır. Uhud Gazvesi'nde elinde birkaç yay eskiten Sa'd b. Ebû Vakkās'a, "Ey Sa'd! Anam babam sana feda olsun!" diye seslenmiştir.
ALLAH'IN ORDUSU TÜRKLER
Bedir Gazvesi'nden sonra Enfal Suresi nazil olur. 17. ayette müminlere şöyle denir: "Savaşta onları siz öldürmediniz, onları Allah öldürdü; (oku) attığında da sen atmadın, Allah attı; bunu da müminlere kendinden güzel bir lütufta bulunmuş olmak için yaptı. Allah her şeyi işitmekte, her şeyi bilmektedir." İlerleyen yıllarda Türklerin cündullah (Allah'ın ordusu) olarak görülmesinin temeli budur. Nihayetinde her şey O'ndan değil midir? Yani tevhid-i efal... İşte bu cündullahın en belirleyici keyfiyeti de ok ve yaydır.
Selçuklular'a geri dönelim... 1018 seferi sonrası kuvvetlenen Tuğrul ile Çağrı Bey bir süre Harizm'de kaldıktan sonra 1035'te Horosan'a inerler ve Gazne Sultanı Mesud'tan orduda görev alma karşılığında toprak isterler. Bu talep Gazne sarayında kaygıya neden olur. Çünkü Selçukluları ve maharetlerini iyi bilmektedirler. Mesud'un babası Mahmud zamanında Tus valisi Hacib Arslan bu Türkmenlerin baş parmaklarının kesilmesini istemiştir. Dikkatinizi çekerim. Baş parmak... Nedeni nedir peki? Ok ve yay kullanamasınlar! Fakat Tus valisinin gözüne kestirdiği bu Türkmenler Arslan Yabgu'nın Türkmenleridir. 1035'te gelenler iste Tuğrul ile Çağrı Bey'in Türkmenleri. Gazne Sarayında şöyle bir ses yankılanır: Bu zamana kadar işimiz kuzularlaydı. Bunlar ise kurttur.
1035 ile 1040 arasında Selçuklular ile Gazneliler Horosan için onlarca kez savaşır. Nihayetinde Dandanakan'da kazanan Selçuklular olmuştur. Nasıl? Gazneli tarihçi Beyhaki'ye soralım: "Selçukluların fazla yükleri yok (yani hafif süvariler), bu nedenle hızlı hareket edebiliyorlar (pusu kurup ya da ani ricat edip geriye doğru oylarıyla saldırı gerçekleştirebiliyorlar)." Burada okçu süvarilerin, Gazneliler'in Hintli ağırlıklı - fillerin de kullanıldığı düzenli ordularına karşı zaferler kazandıklarını anlıyoruz.
GÖLGE GİBİ KAYIP GİDİYORSUN
Sahte ricat (geri çekilme - kerr û ferr) Türklerin en yoğun kullandığı taktikti. Düşman böylelikle istenilen yere çekilir ve ok yağmuru başlardı. Bu taktiğin nasıl şaşkınlık yarattığı ve düşmanı bozguna uğrattığını en iyi Bizans ve Haçlı tarihçilerinden öğreniyoruz. Khoniates şöyle diyor: "Romalılar daha mızraklarını kullanmadan (Türkler) rüzgar gibi ortadan kayboluyor". Bu taktik Bizans İmparatoru Manuel Komnenos'u bezdirir ve Sultan II. Kılıçarslan'a şu mektubu gönderir: "Gölge gibi kayıp gidiyorsun." Haçlı tarihçisi Albertus Aquensis de bu taktiği şaşkınlıkla karşılar: "Okçular öne geçip yağmur gibi ok yağdırıyor. Sonra süratle geri çekiliyorlar ve bu sefer başka istikametten yeni okçuları beliriyor." Bir başka Haçlı tarihçisi olan Eudes de Deuil biteni daha serinkanlı anlatır: "Türk ordusunun disiplini dikkat çekicidir. Beceriden ziyade zekalarını da kullanırlar. Yüksek tepelere gizlenip düşmanı gafil avlarlar, onları ok yağmuruna tutarak zarar verirler." Ibn Haldun Türk savaş taktiğini "Muhkem ve garip" bulur.
Sonuç: Türk'ün tarihi ok ve yayla yazılmış bir tarihtir. Mete Han döneminde başlayan bu destan Osmanlılarda dahi sürmüş ve her dönem bağımsızlığımızın neredeyse garantörü olmuştur. Velhasıl dikkat edilmesi gereken nokta, ok ve yay'ın sadece savaş aleti değil, bir yaşam biçiminin mücessem hali olduğudur. Yani birlik, düzen, zekâ ve zorlukla her şartta mücadele. Dolayısıyla hepimizin ödevi, bu mânâ çevresinde bir tarihi ayağa kaldırmaktır.