Aslında düğmeye o gün basılmıştı. 16 Mayıs 2013 günü Beyaz Saray’da Obama-Erdoğan buluşması… Erdoğan, Esed’in kimyasal silah kullanmasıyla ilgili ABD’nin sürekli öne sürdüğü kırmızı çizgilerini Obama’nın suratına haykırarak hatırlatmış hatta ayağa kalkıp parmak sallamıştı zira kimyasal silah kullanımıyla ilgili bilgileri aktarmaya çalışan Hakan Fidan’ın lafını iki defa kesmiş ve Erdoğan ise bu duruma çok sinirlenmişti. O günden sonra Türkiye hepimizin malumu birçok badire (Gezi olayları, 17/25 Aralık, MİT tırlarının durdurulması) atlattı. Amerika da Suriye politikasında değişikliğe gitmeye karar verdi. Gizliden gizliye PKK’nın Suriye kolu YPG ile görüşmelere başladı. Son anlaşma görüşmesi Ağustos 2014 tarihinde PKK’nın ikinci Kandil olarak yerleşmeyi düşündüğü Sinjar dağında gerçekleşti. İlginç olan şu ki, aynı günlerde DAEŞ, Ayn el-Arab’a (Kobani) yönelik saldırıya ağırlık verdi ve yine ilginçtir ki dönemin Adana konsolosu John Espinoza, Van, Hakkari, Yüksekova, Şırnak, Silopi, Cizre, Mardin, Midyat ve Cizre’yi ziyaret etti. Bu ziyaretlerden sonra, DAEŞ’in Ayn el-Arab’a (Kobani) saldırısı bahanesi ile PKK ve HDP’nin ardı ardına çağrılarıyla 6-8 Ekim sokak olayları patlak verdi. İkisi polis 33 kişi hayatını kaybetti, 221 vatandaş, 139 polis yaralandı.
Dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin yayınlanan ses kaydında da belirttiği gibi “Obama DAEŞ’in büyümesini istedi.” Aynı anda hem DAEŞ hem de PKK’yı kontrol altında tuttu. Ayn el-Arab saldırısıyla PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG’yi dünya kamuoyu önünde meşrulaştırmaya, Kürtlerin tek temsilcisi gibi göstermeye çalıştı. Oysa ki Esed’in tek kurşun sıkmadan teslim ettiği bölgelerden üç yüz binden fazla Kürt PKK/PYD baskısından, zulmünden kaçıp Türkiye’ye sığındı ve bugün hala Kamışlı’dan Ayn el-Arab’tan gelen Kürtler burada yaşamlarını sürdürmeye devam ediyor.
Öte yandan Amerika, hem CIA hem de NCTC ( The National Counterterrorism Center) raporlarında, PKK ile PYD/YPG’nin arasında fark olmadığı açıkça belirtilmesine (Daha sonra bu raporlara erişim engellendi) rağmen önce gizliden sonra da aleni şekilde PKK/SDG’ye yüzlerce tırlık silah ve mühimmat göndermeye başladı. Bu ilişkileri PKK ile bağlantısı net olan YPG/PYD ismi ile yürütemeyeceklerini bildiklerinden bir kılıf uydurmak zorunda kaldıklarını en yetkili isimlerden itiraf ettiler.
‘ZEKİCE HAMLE’
ABD Özel Kuvvetler Komutanı Orgeneral Raymond Thomas, Aspen Enstitüsünün güvenlik toplantısında aynen şu cümleleri zikretti; “Onlar kendilerine resmi olarak YPG diyorlardı ki Türkler, bunun PKK ile aynı olduğunu söylüyor ve ‘Benim terörist bir düşmanımla muhatap oluyorsunuz, bunu müttefik olarak nasıl yapabilirsiniz?’ diyordu. Biz de bunun üzerine onlara isimlerini değiştirmeleri gerektiğini söyledik. Mesela, YPG dışında kendinizi nasıl adlandırmak istersiniz? Bir gün sonra adlarının ‘Suriye Demokratik Güçleri’ olduğunu ilan ettiler. Adlarının ortasına ‘demokratik’ ifadesini koymalarının zekice bir hamle olduğunu düşündüm. Bu, onlara bir miktar itibar sağladı. Brett McGurk gibi bir partnerim olduğu için şanslıydım çünkü (PKK/YPG) benim veremeyeceğim şeyleri istiyorlardı. Suriye’nin geleceğinin konuşulduğu Cenevre ve Astana gibi yerlerde masada olmak istiyorlardı. PKK ismi altında hiçbir zaman masada olamazlardı. Onları askerileştirdik ve Brett McGurk, onları bu şekilde görüşmelerin içinde tuttu ve bizim iyi bir ortağımız olmaları için onlara gerekli meşruiyeti sağladı.”
ABD’NİN İSTEDİĞİ BÖLÜNME
ABD, üç parçaya bölmeyi planladığı Suriye’de PKK/SDG’yi Akdeniz’e kıyısı olan bir yapı daha doğrusu bir devlet haline getirmeyi planlıyordu ki, Türkiye Zeytin Dalı Harekâtı ile bu planı yerle yeksan etti. Hem Fırat Kalkanı hem de Zeytin Dalı harekâtları, bölgede Türkiye’ye rağmen bir şey yapılamayacağını net bir şekilde gösterdi ki bu yüzden artık masada eli daha güçlü bir Türkiye var. Bu gücün farkında olan Amerika, sınır hattımız boyunca tüm terör örgütlerinden arındırılmış güvenli bölge talebini ortak devriyelerle geçiştirmeye çalışsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan net bir söylem ile iki haftalık süre verdi.