ABD Suriye’de ne istiyor?

Vekalet savaşlarının asalete dönüşerek adeta mini bir dünya harbinin yaşandığı şu günlerde, eski stratejik müttefikimiz yeni hasmımız ABD’nin genelde Ortadoğu’da özelde ise Suriye’de ne yapmayı istediğini anlamaya çalışmak hayati önem arz ediyor.

1

ABD Dışişleri Bakanı ve yetkililerinin bermutad Ankara ziyaretleri öncesinde, “ABD’nin Suriye’de bir planı var mı?”, “varsa bu plan nedir?” sorularına cevap vermemiz, bundan sonra Suriye’de atılacak adımlar ve yol haritası açısından büyük ehemmiyet taşıyor. Geçtiğimiz günlerde Suriye’de bir Rus, bir İsrail uçağının ve İran’a ait bir insansız hava aracının düşürülmesi, İsrail’in Şam çevresinde İran ve Suriye’ye ait hedefleri vurması, Rusya ve rejim kuvvetlerinin İdlib ve diğer muhalif ceplerdeki yoğun saldırıları, Türkiye’nin Afrin’de yaptığı “Zeytin Dalı” harekâtı karşısında ABD’nin himayesindeki PYD/ YPG’nin hem İranlı milisler hem de rejimle giriştiği işbirliği, Rusya’nın “tavşana kaç, tazıya tut” siyasetiyle vekalet savaşlarının asalete dönüşerek adeta mini bir dünya harbinin yaşandığı şu günlerde, eski stratejik müttefikimiz yeni hasmımız ABD’nin genelde Ortadoğu’da özelde ise Suriye’de ne yapmayı istediğini anlamaya çalışmak hayati derecede önem arz ediyor.

Suriye iç savaşının başında Türkiye ile birlikte Esed rejimine karşı mücadele veren ABD’nin, şayet Suriye’de Esed gider ve demokratik bir yönetim kurulursa Müslüman Kardeşler benzeri bir yönetimin geleceğini öngörmesiyle ve İsrail ile alakalı kimyasal silah tehdidinin ortadan kalkmasıyla bu emelinden vazgeçtiği, genel kabul gören bir yaklaşım. Benim teorim ise ABD’nin hedefinin, o günlerde FETÖ unsurlarıyla malûl Türk ordusunu Suriye’ye müdahil olmaya teşvik ederek Irak, Suriye, Türkiye ve İran’dan oluşan devletleri parçalayıp bölme planı çerçevesinde burada bir uydu seküler Kürt kuşağı yaratmaktı. Nitekim, Türkiye’de daha sonra yapılan DEAŞ saldırıları, hendek savaşları ve en nihayetinde FETÖ darbe teşebbüsü de bu planın yürümemesi üzerine devreye sokulmuş ek senaryolardır.

ABD’nin bütün bu evdeki hesaplarının Ortadoğu çarşısında tutmaması, Rusya’nın Suriye’ye doğrudan müdahil olması ve İran’ın nüfuzunun artarak İsrail’i tehdit eder hâle gelmesi karşısında ABD, dikkatini iki bölgeye teksif ve tahsis etti. Bu bölgeler özellikle Fırat’ın doğusu (ki batısı daha ziyade Rusya kontrolündedir) ile Suriye’nin güneyinde İsrail’in güvenliği ile ilgili bölgelerdir. “DEAŞ’la mücadele” adı altında, ondan boşalacak bölgeleri kendi kontrolündeki PYD/YPG’ye vermek isteyen ABD, Türkiye’nin alerjisi nedeniyle örgüte bir miktar Arap silahlı gücü katarak SDG adıyla bir kokteyle çevirip kendi nüfuzunu bölgede devam ettirmeye çalışacaktı. Böylece ilk baştaki plan ve senaryo, saha şartları nedeniyle bir miktar modifiye edilmiş olsa da, ABD ve dolayısıyla İsrail açısından çok elverişli olan bu plan devreye alınmış oldu.

Fırat’ın doğusu, her ne kadar Ürdün sınırından başlayıp kuzeye doğru Şam, Humus, Hama ve Halep, oradan Türkiye sınırına uzanan Suriye’nin aort damarı niteliğindeki hat ile batıda Akdeniz sahilindeki Lazkiye, Tarsus ve Banyas sahil bandı kadar önemli olmasa da, Suriye ekonomisinin bir bütün olarak kalması açısından büyük ehemmiyet taşıyor. Zira Fırat’ın doğusunu ekonomik olarak batısından ayırdığınızda, bu siyasi açıdan da Suriye’yi böleceğiniz anlamına gelir ve ABD bunu bilinçli ve kasten yapmaktadır.

Fırat’ın doğusu Suriye için ne ifade ediyor?

Suriye haritasına baktığınızda, Fırat’ın doğusunun, batının aksine, büyük şehirleri olmayan çöl ve kırsal alanlardan müteşekkil bir bölge olduğunu, nüfus yoğunluğunun ise batı bölgelerine oranla hayli düşük olduğunu görebilirsiniz. Ancak Suriye ekonomisi açısından bakıldığında durum hiç de öyle değildir. Suriye’nin tarım üretiminin büyük kısmı Fırat nehri tarafından sulanan bu bölgede yapılmaktadır. Özellikle fakir Suriye halkının ekmek ihtiyacını karşılayan buğdayın büyük kısmı Fırat’ın doğusundan gelir. Yine ülke ekonomisi için önemli bir istihdam kaynağı olan batıdaki tekstil atölyelerinin hammaddesi olan pamuk, büyük oranda bu bölgede üretilmektedir. Suriye uzun yıllar bu bölgedeki sulama yatırımlarına büyük bir pay ayırmıştı. “Mümbit Hilal” denilen Suriye’ye bu ismin verilmesini sağlayan ülkenin verimli topraklarının bir kısmı ile Fırat nehri bu bölgededir. Suriye’nin elektriğinin önemli bir kısmını üreten, Fırat üzerindeki ülkenin en büyük barajı olan Tabka barajı da şu anda SDG’nin kontrolü altındadır. Tabii buna bir de ülkenin kuzeydoğusu ile Deyrizor bölgesinde çıkarılan ve fakir Suriye ekonomisi açısından yaşamsal öneme sahip petrol üretimini de eklememiz gerekir. Petrol, enerji kaynağı olmanın yanı sıra Batı Suriye’de istihdam yaratan plastik fabrikalarının da hammaddesini oluşturmakta.

Tarihi literatürde “Faydalı Suriye” adı verilen Suriye’nin batısı, şayet ABD kontrolündeki SDG (PYD/YPG) ile anlaşamazsa, kısa sürede daha da fakirleşerek “Faydasız Suriye”ye dönüşebilir. Ülke nüfusunun büyük kısmının batı bölgelerinde yaşadığını göz önüne alırsak, bunun üniter bir Suriye için ne kadar hayati olduğunu da anlayabiliriz. Zira Mısır ve Suriye gibi, orta sınıfların nispeten fakir olduğu ve yaygın bir yoksulluk bulunan ülkelerde ekmek, su, elektrik ve petrol fiyatlarının artmasının, pek çok defa devrimlere gidebilecek isyanlara yol açtığı unutulmamalıdır.

ABD’nin PYD/YPG ile kol kola girmesinin tek sebebi Türkiye’den hoşnutsuz olması değildir. Bağımsız ve kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden bir Türkiye’den rahatsız olan ABD’nin, Türkiye’nin bütün ısrarlarına rağmen DEAŞ’a karşı PYD/YPG ile birlikte mücadele etmesinin sebeplerinden biri de, Fırat’ın doğusundaki Arap bölgelerini PYD/YPG’nin örgütlü yapısıyla birleştirip bu bölgede kendi nüfuzunu sağlamak ve Fırat’ın doğusuyla (yani ABD ile) anlaşamadıkları müddetçe batıdaki rejime, Rusya’ya ve İran’a fakir bir Suriye bırakarak bir Pirus zaferi kazandırmak istemesidir. Böylece Rusya’yı dengeleyebileceği gibi, İsrail’i tehdit eden İran’ı da dizginleyebilecektir. Bunun bölgedeki en önemli müttefiklerinden Türkiye’yi Rusya’ya daha da fazla yaklaştırabileceğinin bilincinde olan ABD, geçmişte Suriye’de Türkiye ile birlikte hareket eden ve İran antipatisi olan Suudi Arabistan’ı İsrail ile anlaştırmak suretiyle, İran’a karşı bir cephe oluşturma yoluna gitmektedir. Zira İsrail’in korunması, ABD’nin önceliklerinin başında gelmektedir. Böylece bölgedeki diğer büyük devlet olan Rusya gibi, bir taşla bir kaç kuş vurmayı planlamaktadır.

Maalesef son günlerde hem Suriye’nin kuzeyi hem de güneyinde gördüğümüz aşırı hareketlilik, vekâlet savaşı şeklinde başlayan, ardından asillerin doğrudan topa girerek kendilerine nüfuz bölgeleri oluşturduğu Suriye’de, giderek bir konvansiyonel savaşı doğurma eğilimi taşımakta. Hafazanallah Suriye’de durum giderek II. Dünya Savaşı öncesinde büyük güçlerin bilek güreşi yaptığı İspanya iç savaşını andırmakta.

AA