Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatlarına paralel olarak Astana süreciyle Suriye’deki vekalet savaşının bitirilmesi konusunda kat ettiği mesafe, 2019 yılının ilk günlerinde Amerika Birleşik Devletleri’ni (ABD) kritik kararlar almaya zorluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Aralık’ta Fırat’ın doğusunu ve Münbiç’i işaret eden uyarısıyla, ABD’nin Temmuz ayından bu yana Suriye’nin kuzeyinde sürüncemede bıraktığı süreç yeniden ivme kazandı.
19 Aralık’ta ABD Başkanı Trump 2 bin Amerikan askerinin Suriye’nin kuzeyinden çekileceğini ilan ederken, bu girişimi sabote ettiği anlaşılan Savunma Bakanı Mattis’i de görevden aldı. O tarihten bu yana, ABD askerlerinin Suriye’nin kuzeyindeki terör koridorundan çekilip çekilmeyecekleri, nasıl çekilecekleri, bu süreçte nasıl bir takvim uygulanacağı, çekilmenin ilk aşamada Münbiç’ten mi başlayacağı, ABD ordusu çekilirken daha önce bölgeye taşımış olduğu binlerce konteyner dolusu sofistike silah ve mühimmatı ne yapacağı, bölgedeki 20’den fazla üssün ABD askerleri gittikten sonra kaderinin ne olacağı sorularına cevap aranıyor. Fakat ABD Başkanı Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın İsrail ziyareti sırasında ve ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun (Kahire ayağı sürpriz beklentiler içeren) Ortadoğu ziyareti öncesinde yaptığı açıklamalar, Beyaz Saray’daki temel tartışma konusunun Suriye’deki ABD askeri varlığının geleceği ve oluşturduğu nüfuz alanından ziyade, PKK/PYD/YPG terör yapılanmasının Washington’un cebinde nasıl tutulacağı meselesi olduğuna işaret ediyor.
ABD’deki kimi çevreler terör örgütü PKK/YPG ile tesis ettikleri işbirliğini bugüne kadar DEAŞ ile mücadele bahanesiyle maskelerken, Trump’ın çekilme açıklaması ve DEAŞ terör örgütünü Suriye’den temizleme misyonunu Türkiye’ye bırakmaya hazır olduklarını duyurması, Washington’da oynanan tiyatro oyununun da sonunu getirdi. Peki, ABD’nin PKK/PYD’ye akıttığı bunca silahın ve sağlamaya çabaladığı meşruiyetin hedefi ne? ABD askerlerini Suriye’den çekmeye hazırsa, PKK/YPG terör örgütünün buradaki varlığına neden bu kadar önem veriyor? Bu soruların cevapları Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton’ın Türkiye’ye gelmeden önce İsrail’de, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun ise 8 günde 7 ülkeyi kapsayacak olan Ortadoğu turunun ilk durağı olan Ürdün’de verdiği mesajlarda yatıyor.
Öncelikle şunu hatırlatmakta fayda var: John Bolton Trump’ın başkanlık döneminde ortaya çıkmış bir isim değil. Reagan’ın başkanlığı döneminde Beyaz Saray’a adım atan Bolton, George W. Bush’un başkanlık döneminde ABD’nin Birleşmiş Milletler Daimi Temsilcisi olma aşamasına kadar geldi. Demokratların direnişi nedeniyle bu göreve gelmesi mümkün olmadı. Reagan ve George W. Bush’un Bolton’ın kariyerine yaptıkları katkılar, kaynağını İran’daki rejimi değiştirme konusunda buluştukları ortak zeminden alıyordu. Keza ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun da Ortadoğu turu için Ürdün’e ulaştığında ilk işi, sosyal medya mecrası Twitter üzerinden İran’ı hedef alan mesajlar vermek oldu. Pompeo İran’a yönelik baskıların her alanda iki katına çıkarılacağını vurguladı. Daha da önemlisi, “Suriye’den çekileceğiz, DEAŞ ile mücadelemizi sürdüreceğiz” derken “Taktiklerimiz değişti ancak görevimiz (hedefimiz) değişmedi” ifadesini kullanması oldu. O halde hem Bolton hem de Pompeo’yu Türkiye’yi suçlayacak mesnetsiz iddiaları dile getirecek kadar bir terör örgütünü savunmaya iten, bu “değişmeyen görev” ya da “hedef” nedir? Acaba PKK/YPG terör örgütünün sofistike silahlarla donatılmasının ardındaki gerçek amaç, bu yapının planlanan İran operasyonu için kullanılacağı gerçeği midir?
Keza terör örgütünün Kandil’deki sözde lider kadrosu da Bolton’ın İsrail ziyareti sırasında, yakın zamana kadar DEAŞ ile mücadelede sık sık başvurdukları bir şantajı bu defa İran konusunda gündeme taşıyarak, ABD’nin kendilerini Türkiye’ye karşı korumaması durumunda İran operasyonuna dahil olmayacaklarını dile getirdiler. İsrail’den, Ürdün’den ve Kandil’den gelen bu mesajları alt alta yazıp topladığımızda, ABD’nin Suriye’nin kuzeyinden (Güney Kore ve Afganistan’da yapmaya çalıştığı gibi stratejik değil) taktik bir çekilme peşinde olduğu sonucu ortaya çıkıyor. Nitekim Pompeo’nun “Taktiklerimiz değişti ama görevimiz değişmedi” cümlesi de bu hesabın itirafı oluyor.
Peki, ABD’nin PKK/YPG’yi silahlarıyla beraber muhafaza ederek Suriye’nin kuzeyinden çekilmesi mümkün mü? Bolton, Jeffrey ve Dunford üçlüsünün Ankara temasları sırasında ortaya çıkan tablo, Türkiye’nin bu süreçte diplomasi ve müzakereyle ulaşılabilecek sınırların sonuna geldiğini ortaya koydu. Bu üçlü ziyaret öncesinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan DEAŞ’ı Suriye topraklarından temizleyecek, Suriye’nin toprak bütünlüğünü tesis edecek kapsamlı bir planı New York Times gazetesi için kaleme aldığı makalede ortaya koyarken, Amerikan tarafının PKK/YPG terör örgütünü Türkiye’den koruyacak arayışlardan öteye geçememesi, tarafların meseleye yaklaşımları arasında nasıl bir uçurum olduğunu bir kez daha uluslararası topluma gösterdi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ABD’li muhataplarıyla görüşmelerinin ardından, Münbiç’te ortak devriyenin ötesinde bir noktaya gelinmesi gerektiğini vurgulayarak, PKK/YPG’nin tamamen çekilmesinin, bölgenin yerel unsurlara devredilmesinin mecburiyetini vurguladılar. ABD’nin Temmuz ayından bu yana Münbiç konusunda süren savsaklamalarının Ankara’da bu sözlerle karşılık bulduğu saatlerde, yine Münbiç’in Esed rejimi kontrolündeki Arimah bölgesinde Rus askeri polisinin devriye gezmeye başladığına dair görüntülerin yayınlanması, Washington’a eş zamanlı olarak verilen bir başka mesajdı.
Bolton’ın Ankara’dan ayrıldığı, ancak ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Jeffrey ve Genelkurmay Başkanı Dunford’un temaslarının sürdüğü saatlerde, bir açıklama da Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’dan geldi. “Türkiye’nin ulusal güvenliğinin müzakere konusu olmadığının” altını çizdiği mesajında Altun, “Suriye Kürtleri ile ABD destekli terörist grubun bir ve aynı olarak gösterilmesi, hem Kürt halkına hem de zekamıza hakarettir” sözleriyle, ABD temsilcilerinin hangi çarpık fikirlerle Ankara’da görüşme masasına oturduklarını da özetlemiş oldu.
ABD’nin taktik maksatlı, Suriye topraklarının tamamındaki askeri varlığını sona erdirmeyen ve özünde vakti geldiğinde PKK/YPG’yi İran’a karşı kullanma hedefli politikasının ömrünün ne kadar olacağı ve yaşama şansının bulunup bulunmadığı, artık üzerinde düşünülmesi gereken tek konu. Türkiye’nin Rusya ve İran ile yürüttüğü Astana sürecinde de kaos meydana getirmeyi amaçladığı anlaşılan bu taktik çekilme manevrasının akıbetinin belli olması, basında gündeme geldiği gibi 4 ayı dahi bulmayabilir.
ABD savunma bakanlığının çekilmeye dair hiçbir planının bulunmadığına yönelik haberler, Washington’un Münbiç meselesinde olduğu gibi ipe un sermeyi amaçlayan yeni bir girişimi olarak algılanıyor. Fakat Ankara bu defa aynı sabrı göstermeye niyetli değil. Bolton’ın ziyareti sonrasında Ankara’da hakim olan hava, kısa sürede yapılacak bir dizi görüşmeyle, Washington yönetiminin niyetinin mümkün olan en kısa sürede açığa kavuşturulması, Münbiç’te beklenen adımın ivedilikle atılmasının sağlanması, aksi takdirde Türkiye’nin Suriye topraklarındaki terör örgütleriyle kendi belirleyeceği yer ve zamanda mücadeleye girişeceği yönünde.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Ortadoğu gezisinin ikinci durağı Mısır’da yapacağı konuşmanın da bu sürecin gidişatında önemli rol oynaması beklenebilir. Eski ABD Başkanı Obama’nın 2009’daki Kahire konuşmasıyla kıyaslandığında, tam aksi yönde hedefler içermesi beklenen Pompeo’nun mesajları İran odaklı mücadelenin yeni bir safhasına işaret ederse, Suriye’nin kuzeyiyle ilgili iyimser gelişmeler beklemek de mümkün olmayacaktır. İran’a yönelik baskıların artırılmasından yana olan bir başka “şahin” isimin, Richard Goldberg’in de ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’ne bu hafta dahil edildiğini göz önüne alacak olursak, PKK/YPG terör örgütünün Washington yönetimi için bir süre daha “vazgeçilmez” bir araç olarak varlığını sürdürmesi sürpriz olmayacaktır.
AA