14 Mayıs: Milletin iradesine giden yol

14 Mayıs, Türk demokrasisi açısından gerçek anlamda bir milattır. Toplumsal talepler, DP iktidarıyla birlikte hayata geçmeye başladı. Başbakan Menderes, hükümet programını okurken ''millete mal olmuş inkılâplarımızı mahfuz tutacağız.'' ifadesini kullandı. Başbakanın daha ilk günlerde yaptığı bu açıklama, Türkiye'de siyasal ve ekonomik özgürlükler bakımından ciddi bir rota değişikliğinin gerçekleşeceğinin de işaretini veriyordu.

Açık Görüş

Bugün Türkiye'de gerçek anlamda demokrasiye geçilmesinin yıldönümü. 14 Mayıs 1950 günü yapılan seçimler, Demokrat Parti'yi iktidara taşıdı ve millet iradesinin gerçek anlamda tecellisini sağladı. Uzun yıllar Tek Parti yönetiminin hüküm sürdüğü Türkiye'de, 1945 yılında uluslararası gelişmelerin etkisiyle demokrasiye geçme kararı alındı. Bu kararın altında yatan en önemli nedenin İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı blokundan kopmama arzusu olduğu söylenebilir. Geleneksel Rus dış politikasının sıcak denizlere inme arayışını sürdüren Sovyetler Birliği'nden korunma arzusu da bu işbirliğinin nedenleri arasındaydı. Aslında uzunca yıllar boyunca Tek Parti yönetiminin kurumsallaşması için çaba harcayan Tek Parti CHP'si, istemeyerek de olsa çok partili hayata geçmeye mecbur kaldı. Muhalefetin örgütlenmesine izin verilmesinin ardından siyaset sahnesinde yeni siyasî partiler belirmeye başladı. Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz ünlü İşadamı Nuri Demirağ, Millî Kalkınma Partisini kurarak bu konudaki ilk adımı attı. Asıl etki sağlayan muhalefet odağı ise CHP'den ayrılan milletvekillerinin kurduğu Demokrat Parti oldu. Muhalefet kısa süre içinde ülke genelinde yayıldı. Ancak CHP Genel Başkanı İnönü, iktidarı o kadar da kolay kaybetmeye niyeti olmayacağını gösterecekti. CHP yönetiminin ilk adımı, normal şartlar altında 1947 yılında yapılması gereken seçimi öne çekmeye çalışmak oldu. 1946 yılının Haziran ayında seçim kanunu değiştirilerek milletvekili seçimlerinin yapılacağı tarihin İçişleri Bakanlığı tarafından duyurulacağı hükme bağlandı. Artık her an ilan edilebilecek olan sürpriz bir seçim bekleniyordu. İçişleri Bakanlığı, 3 Temmuz 1946 tarihinde gazetelerde bir duyuru yayımladı ve milletvekili genel seçimlerinin 21 Temmuz 1946 günü yapılacağını açıkladı. Seçimlere 18 gün kala hem muhalefet partilerine hem de seçmenlere haber verilmesi yeterli görülmüştü. Asıl amacın muhalefeti hazırlıksız yakalamak olduğu açıktır. Ancak buna rağmen muhalefetin toplum üzerindeki etkisi iktidarın beklediğinden çok daha yüksekti.

Açık oy, gizli tasnif

1946 seçimlerinin demokrasinin genel ilkelerine uygun şekilde yapılmadığı herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Seçim sürecinde muhalefetin özgürce propaganda yapmasına izin verilmedi. Sıkıyönetim Komutanlığı, açık alanlarda propagandaya izin vermeyeceğini açıkladı. Ülke genelinde geniş kapalı alanların ve büyük toplantı salonlarının kontrolü ise iktidardaydı. Dolayısıyla muhalefetin fazla sayıda insana ulaşacak toplantı yapma ihtimali neredeyse yoktu. Hem öncesinde hem de seçim gününde mülkî idare amirleri ve güvenlik bürokrasisi, vatandaşların kendi iradeleri doğrultusunda oy vermesini engellemeye gayret ettiler. İşin en vahim yönüyle sandıklar kapanınca karşılaşıldı. Sayım başladıktan kısa süre sonra durduruldu ve sandıklar valiliklerle kaymakamlıklara taşındı. "Açık oy, gizli tasnif" gibi bir yöntemin uygulandığı seçimlerde CHP'nin zaferi ilan edildi. Seçimlerin muhalefet açısından tam bir hayal kırıklığı yarattığı açıktır. Sonuçlara DP'liler yoğun bir tepki gösterdi. Hatta seçilen milletvekillerinin Meclise girmemesi ve sine-i millete dönülmesi tartışıldı. Ancak Genel Başkan Celal Bayar ağırlığını koyarak muhalefete parlamento içinde devam edeceklerini söyledi. Böylece DP, parlamento içinde etkili bir muhalefete başladı. 1950 seçimlerine giden süreç, DP açısından türlü zorlukların aşıldığı tam bir demokrasi mücadelesi şeklinde geçti. "Yeter! Söz Milletindir!" sloganı Anadolu'nun her yerinde milyonların umudu oldu. 14 Mayıs 1950 tarihinde yapılan seçimlerde yüzde 55 oy oranı elde eden DP, parlamentodaki 487 sandalyenin 416'sını kazanarak iktidara geldi. Böylece 27 yıl süren Tek Parti yönetimi sona erdi ve Türkiye için gerçek anlamda bir demokrasi tecrübesi başladı. Celal Bayar, cumhurbaşkanlığına seçilirken başbakanlığa muhalefet dönemindeki performansıyla öne çıkan Adnan Menderes'i getirdi.

Gerçek anlamda bir milat

14 Mayıs, Türk demokrasisi açısından gerçek anlamda bir milattır. Toplumsal talepler, DP iktidarıyla birlikte hayata geçmeye başladı. Başbakan Menderes, hükümet programını okurken "millete mal olmuş inkılâplarımızı mahfuz tutacağız." ifadesini kullandı. Başbakanın daha ilk günlerde yaptığı bu açıklama, Türkiye'de siyasal ve ekonomik özgürlükler bakımından ciddi bir rota değişikliğinin gerçekleşeceğinin de işaretini veriyordu. Bu bakımdan, DP'nin ilk icraatının ezanın yeniden kendi dilinde okunmasını sağlamak olması tesadüf değildir. DP, aynı zamanda, Tek Parti döneminde sivil toplum kuruluşlarının el konularak CHP'ye devredilen mal varlıklarının asıl sahiplerine iade edilmesini sağladı. Böylece Tek Parti döneminde yaşanan hukuksuz uygulamalara son verildi.

Öte yandan DP iktidarı, daha ilk günlerinden itibaren ekonomi alanında önemli başarılar elde etti. On yıl süren DP iktidarında Türkiye'nin ortalama ekonomik büyüme oranı yüzde 7,8 oldu. Özellikle iktidarın ilk beş yılında bu oran yıllık yüzde 10'u aşmıştı. Aynı dönemde 1 liman, 5 havalimanı, 8 sulama barajı, 5 termik santral, 18 hidroelektrik santraline sahip baraj, 8 bin kilometre enerji nakil hattı, 3 petrol rafinerisi, 13 şeker fabrikası, 19 çimento fabrikası, 82 hububat silosu, 88 büyük ölçekli fabrika, 4 bin 576 kilometre asfalt yol, 30 bin kilometre köy yolu yapıldı. Böylece ülkenin sanayileşmesi açısından önemli bir mesafe kat edildi. DP iktidarının değişik yıllarında Et ve Balık Kurumu (1952), Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) (1954), Devlet Su İşleri (DSİ) (1954), Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları (SEKA) (1955), Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) (1957), Devlet Malzeme Ofisi (DMO) (1954), Denizcilik Bankası (1951), Türkiye Demir-Çelik İşletmeleri Genel Müdürlüğü (1955), Toprak İskân İşleri Genel Müdürlüğü (1950), Ereğli Demir Çelik Fabrikası (1960) gibi önemli sanayi tesisleri kuruldu. Yatırımları artırmak için 1953 yılında Turizm Endüstrisini Teşvik Kanunu ve 1954'te Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu kabul edildi.

Ekilmeyen topraklar köylüye dağıtıldı

DP, yalnız sanayileşme açısından değil tarım sektöründe de toplumsal refahı yükseltmek için adımlar attı. Mesela devlet mülkiyetinde olan ve atıl durumdaki, ekilmeyen toprakları köylülere dağıttı. Bu şekilde, boş topraklar ekonomiye kazandırıldı ve tarım alanları genişletildi. Bunun yanında, tarımda yeni teknikler ve araçlar kullanılması sağlandı. Öyle ki 1948 yılında yalnızca bin 756 olan ülkedeki traktör sayısı, 1955'te 40 bini, 1960'ta 42 bini geçmişti. Ayrıca diğer tarımda kullanılan makinelerin hem sayısı hem de çeşidi arttı. Uluslararası pazarlarla bütünleşme ve ihracat imkânlarının başlamasıyla sanayinin yanında tarım sektöründe de gözle görülür bir büyüme sağlandı. Bu durum, kırsal kesimde DP desteğinin oldukça önemli ölçüde büyümesini beraberinde getirdi. Özellikle Başbakan Menderes, halkın gözünde adeta bir kahraman hâline geldi.

Darbeye giden yoldaki taşlar

Sanayileşme süreci beraberinde yoğun bir kentleşme dalgasını da getirdi. Türkiye'de ilk nüfus sayımının yapıldığı 1927 yılında kent nüfusunun oranı yüzde 24,22 idi. Çok partili hayata geçilen 1950 yılında ise bu oran yalnızca yüzde 25,02 olarak gerçekleşti. Yani Tek Parti Döneminde kentleşme oranı neredeyse hiç artmadı. Buna karşılık, DP iktidarının sonunda bu oran yüzde 31'i geçmişti. Söz konusu kentleşme süreciyle birlikte altyapı yatırımlarına da ağırlık verildi. İstanbul başta olmak üzere pek çok kentte kapsamlı imar çalışmaları yürütüldü, yeni yollar ve binalar yapıldı. Ayrıca Menderes döneminde dış politikada da vizyon genişletildi. Batılı ülkelerin yanında Sovyetler Birliği ve Orta Doğu dünyasıyla da Türkiye'nin menfaatleri doğrultusunda ilişkiler kuruldu. Bu yeni dış politika yaklaşımı, özellikle ABD'nin tepkisini çekti ve 27 Mayıs darbesine giden yollardaki taşlardan biri oldu.

DP, toplumda sağladığı memnuniyetle 1954 ve 1957 seçimlerini de kazandı. Seçim başarıları, vesayet odaklarında DP'nin seçim yoluyla iktidardan düşürülemeyeceği yönündeki düşünceleri pekiştirdi. Aslında DP, daha iktidarının ilk günlerinden itibaren Tek Parti döneminin vesayetçi anlayışıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Aynı dönemde, ordu içinde iktidarı devirmek amacıyla hareket eden cunta yapılanmaları da ortaya çıkmaya başladı. CHP yönetimi kadar bürokrasi içindeki bazı odaklar da demokrasiye geçişten memnuniyetsizliklerini açık şekilde göstermeye başladılar. İktidar süresinin uzaması, demokrasi dışı yöntemlerle DP'yi iktidardan düşürme yönündeki girişimleri hızlandırdı. Bu süreç, 27 Mayıs 1960 günü yapılan bir darbeyle DP'nin iktidardan uzaklaştırılmasıyla sonuçlanacaktı.

Bağımsız politikalar

14 Mayıs, demokrasi tarihimiz için her bakımdan oldukça önemli bir semboldür. Bu günün önemi, yalnızca Tek Parti döneminin sona erip demokrasiye geçilmesinden kaynaklanmaz. Türk demokrasi tarihi, aynı zamanda sistem üzerindeki görünür ve görünmez vesayet ağlarından kurtulma çabalarını da yansıtır. Gerçekten de demokrasinin gelişmeye başladığı her dönemde, siyasetçiler vesayet odaklarının karşılarına çıkardığı engelleri aşmak zorunda kaldılar. Darbeler, darbe girişimleri, muhtıralar ve terör örgütleri milletin iradesinin tam anlamıyla hâkim olmasını engellemek için kullanılan mekanizmalar oldu. Üstelik demokrasiye yönelik bu müdahalelerin her biri, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin desteğiyle gerçekleşti. Batı dünyası, Türkiye'de bağımsız politikalar izleyecek bir hükümete tahammül etmeyeceklerini her fırsatta gösterdi. 14 Mayıs, yalnızca Türkiye'nin çok partili hayata geçişi için değil, içeriden ve dışarından beslenen vesayetle mücadelenin başlaması için de milat niteliğinde. Bu yönüyle 14 Mayıs gününün sembolik anlamı nedeniyle Türkiye'nin yalnızca geçmişi değil, geleceği için de hayatî bir öneme sahip olduğunu görmek gerekiyor.