Yürü ya Hasan Ali

Trabzon maçının ilk yarısının ortalarında top Hasan Ali'ye geldi. Tribünlerden 'Yürü, yürü' nidaları yükseldi. Biz 'Yürü' demesek şaşırıp kalacak. O sırada Hasan Ali yürümek bir tarafa saatte 27-28 km hızla koşuyordu.

ORKUN YAZGAN - orkun.yazgan@aksam.com.tr

F.Bahçe'de bu sezon hem de Caner gibi bir ismin yokluğunda oynadığı futbolla göz kamaştıran Hasan Ali Kaldırım, Milli Takım'a da göz kırpıyor. F.Bahçe'de görev yaptığım dönemde yakından tanıma fırsatı bulduğum Hasan Ali, altyapı eğitimini Almanya'da almanın da kendisine kazandırdığı çalışkanlık, disiplin ve özveriyle, takım içinde de hep sevilen, takdir edilen bir isim olmuştur. Bu sezon 13 resmi maçta forma giydi, çok kritik maçlarda 1 gol 2 asisti var. Vitor Pereira da kendisinden hayli memnun. 

ESKİ TEPKİ

Hasan Ali demişken, Trabzonspor maçının ilk yarısının ortalarında, sol kanatta top Hasan Ali'ye geldi. Kontratak başladı, önünde derin bir boşluk var. O da doğal olarak topla beraber hızla ileri çıkıyor. Tam bu sırada tribünlerden, o hiç de yabancısı olmadığımız 'Yürü, yürü, yürü' nidaları yükseldi. Tabii çok eski bir taraftar tepkisidir bu, boş alanda hareketlenen oyuncuyu görünce, hemen 'Yürü' demeye başlıyoruz biliyorsunuz. 

KÜLTÜRÜMÜZ BÖYLE 

Ne güzel değil mi? Öyle ya biz 'Yürü' demesek, Hasan Ali ne yapacağını şaşıracak, şaşkın gözlerle sağa sola bakmaya başlayacak. Şaka bir yana, futbolcuların, hocaların işine fazlaca karışmaya meraklı olan bir futbol kültürünün, naif ifadesidir bu 'Yürü, yürü' işi. Bu arada 'Yürü' diye bağırıldığı sırada Hasan Ali'nin yürümek bir tarafa 27-28 kilometre/saatlik bir hızla hareket etmekte olduğunu da hatırlatalım.

DESTEK VE KÖSTEK

Ünlü 'Kartal gol gol gol' tezahüratında da aynı durum var. Bunu bizzat futbolcular bana anlattığı için rahatlıkla söylüyorum. Etkili ve popüler bir tezahürat, beğeniyoruz, takdir ediyoruz. Ama bazen Beşiktaş'ın oyunun o bölümünde, golden önce düşünmesi gereken şeyler olabiliyor. Misal; Şenol Güneş Avrupa Ligi maçında Sporting Lizbon'un genelde maçlara hızlı başladığını, daha tehlikeli geldiğini yaptığı analizlerle tespit etmiş ve oyuncularına büyük ihtimalle ilk 30 dakikada rakibi karşılama ve daha kontrollü olma talimatını vermiş. Oyuncular da bunu yapmaya çalışıyor. Ama aynı dakikalarda tribünler hep bir ağızdan gol istiyor. Bu ister istemez bazı futbolcuları etkiliyor, ritmi bozuyor. 

Aynı şekilde, sıkışan oyunu açmanın ve baskıyı en aza indirmenin en önemli anahtarı olan, 'oyunun yönünü değiştirme' işini yaparken, futbolcular bazen kaleciyi istasyon olarak kullanıp, geri pas verebiliyorlar. Aman efendim, o anda kıyamet kopuyor. Bağırış, çağırış, ıslık, futbolcu ne yapacağını şaşırıyor. 

Örnekler çok. Dayanamıyoruz, şu futbol gösterisine izleyici olarak, destekleyici olarak katılmak bize yetmiyor. Oyuncuları konsol oyunlarında kontrol ettiğimiz sanal figürler zannediyoruz. Medyanın da gazıyla onlara işini öğretenlerden, talimat verenlerden geçilmiyor. Hâlbuki bu da ciddi bir meslek, hem de çok özel, yetenek gerektiren, güç gerektiren bir meslek. O yüzden gelin teknik adamların, futbolcuların işlerine saygı gösterelim, kendi asli işimize bakalım, destek olalım, yanlarında olalım. (Bu yazdıklarım takımlardan, futbolculardan gelen bir çağrıdır aynı zamanda) Bu arada bu hafta maç devam ederken Tolga ile uğraşan ve başarısız sonuçta büyük payı olan sözde taraftarları ve Kasımpaşa maçı öncesinde ısınan G.Saraylı oyunculara, Denizli'nin de ilk maçı olmasına rağmen, 'Sabrımız taşıyor' tarzı tezahüratlarla 'ayar vermeye' çalışan arkadaşları da 'tebrik ediyoruz'. Böyle devam edin...

ŞAPKA&TAVŞAN

Mustafa Hoca bu akşam tam 23 yılın ardında Galatasaray seyircisinin karşısına çıkıyor. Heyecanlıdır mutlaka. Geçen hafta G.Saray, Kasımpaşa maçına golle başlayınca, medyada kaçınılmaz olarak Mustafa Denizli methiyeleri hazırlanmaya başlandı. Ancak Kasımpaşa bu duruma iyi oyun ve gollerle yanıt verince 'Sihirbaz', 'Dahi', 'Altın dokunuş' gibi klişe manşetlerden kurtulmuş olduk. Bir hoca sezon ortasında geldiği takıma moral verir, 'Kafanızı yerden kaldırın, siz iyi takımsınız' falan diyerek özgüven aşılamaya çalışır. Kendi doğrularına göre bir takım sahaya sürer. Ama daha bir-iki maçtan bunun ötesinde bir katkıda bulunamaz. Zaman içinde, ekibiyle birlikte takıma adapte olur, oyuncuları tanımaya ve birbirleri arasındaki ilişkileri anlamaya çalışır, kendi sistemini oturtmak için çaba sarf eder ve belli bir zaman içinde, eğer başarabilirse etkisini hissettirmeye başlar. Bu öyle 2-3 günde olacak bir şey değildir. Doğrudur, hoca değişikliği kısa zamanlı bir patlama etkisi yaratabilir. Oyuncular yeni hocaya kendilerini gösterebilmek için ilk başta 'bir adım daha fazla atmaya' gayret ederler, sınırlarını zorlarlar. Ama kısa sürede bu durum normale döner, takımın kapasitesi neyse o seviyeye gelir. O yüzden hocaları tek maçla iyi ya da kötü olarak değerlendirmek futbolun doğal akışına aykırıdır. O yüzden klişeleri bırakalım, Denizli'nin olumlu ya da olumsuz katkısını belli bir vadede anlamaya çalışalım.