Ya kırk katır, ya kırk satır

Türkiye, pandemiye rağmen IMF'e kredi başvurusu yapan 90 ülke arasında yer almadı. Her şeye rağmen, düşük faiz-geniş istihdam-yüksek üretim ve ihracat yaklaşımına dayalı yeni ekonomik modelini uygulamayı sürdürdü. Peki bu modeli geliştirmek için acaba Avrupa ve ABD bankalarında yaşanan krizler bizim için fırsat olabilir mi?

Açık Görüş - Dr. Hülya Bulut / Yazar

2008 yılında Amerika'da bankacılık sektöründe başlayan mortgage krizi dünyanın pek çok ülkesine sirayet etmişti. O dönemin İngiliz başbakanı Gordon Brown 'dünya finans sistemini yeniden yapılandırmalıyız' dediğinde, analistler bu sözleri şöyle yorumluyordu: 'Mevcut sistemin kendisi zaten sorunlu ve çoktan tükenme noktasına gelmiş durumda!' (Bu bir.)

Gelelim diğerine. The London School of Economics'te (LSE) ekonomi ve siyaset bilimine yönelik akademik bir programa devam ettiğim dönemde, üniversitenin kamuya açık düzenlediği panellerinden birinde onur konuğu ve konuşmacı olarak davet edilen kişi George Saros idi. Kendisi de LSE mezunu ve dünya çapında ünlü biri olunca, LSE için pek bir kıymetli! Ne de olsa Batı işte. Yıllar önce mezun ettiği öğrencisini bile öyle güzel pazarlıyor ki! Panel, LSE'nin hemen bitişiğinde yer alan ve en büyük amfi salonlarından biri olarak da kullanılan Peacock Theatre'da düzenlenmişti. Salon tıka basa doluydu. Birkaç sınıf arkadaşımla birlikte gidip kendisini dinleyelim dedik demesine ama, nasıl da zar zor yer bulduk, anlatamam. Neyse Saros konuştu, anlattı, etti...o gün bu gündür dediklerinden aklımda kalanlar; sistemin zaaflarından para kazanan bir yatırımcı olarak çözülemeyen, fakat yönetilebilir krizleri de sevmesi! (Bu da iki.)

Bunları hatırımızda tutarak, şimdilerde İsviçre'de ve Amerika'da yaşanan banka krizlerine ve olası etkilerine ilişkin bazı analizler yapmaya çalışalım.

2008'de UBS nasıl kurtarıldı?

2008 mortgage krizinden etkilenen finansal kurumlardan biri de İsviçre'nin en büyük bankası olan UBS (Union de Banques Suisses) idi. Banka, en popüler sentetik finansal enstrümanlardan olan mortgage-backed securities (MBS) nedeniyle iflasın eşiğine gelmişti. Bankanın menkul portföyünde yer alan ve yaklaşık 44 milyar dolar olan bu kağıtların değeri küresel kriz ve içinde barındırdığı faiz riskleri nedeniyle bir anda sıfırlandı. Banka mudileri aynı anda mevduatlarını çektiğinde yaşanan nakit çıkışı ise 75 milyar dolar civarındaydı. Durum böyle olunca, İsviçre kamu otoriteleri UBS'i hemen kurtardı.

Nasıl mı? Vergi cennetlerinden birinde yapılan finansal bir operasyonla! İvedilikle special purpose vehicles (SPV) düzenlendi. Böylece, MBS kaynaklı toksit finansal enstrümanlar banka bilançosundan transfer edildi. Bankadan hisse alınarak, bankaya nakit aktarımı yapıldı. Bu süreç, FED tarafından da olumlu bir şekilde desteklendi. Böylece hem UBS kurtarıldı, hem de bu zararlar gelecek dönemler için daha karlı hale getirildi.

Credit Suisse

İsviçre'nin ikinci en büyük bankası olan ve dünyadaki dokuz küresel yatırım bankası arasında yer alan Credit Suisse Group AG, İsviçre, Avrupa, Orta Doğu ve Afrika, Amerika ve Asya Pasifik'te hizmet veriyor. Dünyadaki en önemli otuz bankadan biri olması sebebiyle de, uluslararası bankacılık kuralları çerçevesinde 'sistemsel açıdan önemli finansal kuruluş' olarak nitelendiriliyor. Bunun anlamı şu: Bankanın iflas etmesi durumunda, tüm finansal sistemin ve reel kesimin sarsıntıya uğraya olasılığı oldukça yüksek! Batmak için çok büyük (too big to fail) ifadesi de uluslararası baskının boyutunu göstermesi bakımından önemli. Yani demek isteniyor ki; eğer Credit Suisse çökerse sistemsel bulaşma etkisi nedeniyle ortaya çıkacak mali krizin boyutları daha fazla derinleşir. Buna izin veremeyiz!

Peki, ne oldu?

2008 krizinden neredeyse hiç etkilenmeyen Credit Suisse, 2012 yılında Wall Street'in en büyük ve en karlı bankaları listesinde ve Fortune Magazine'in en beğenilen şirketleri listesinde yer alıyordu. Ayrıca, Euromoney'in küresel özel bankacılık araştırmasında dünyanın en iyi özel bankası olarak gösterilen Credit Suisse, Global Investors tarafından da 'Avrupa'nın en iyi sermaye yöneticisi' olarak kabul edilmişti. Peki ne olmuştu da, 2023 yılında varlıklarının büyük bir kısmı eriyen banka iflas noktasına gelmişti?

İlk hissedarı Amerikan Harris Associates olan bankaya atanan üst düzey yöneticiler, agresif rekabetçi tavırlar sergiledi, büyük stratejik hatalar yaptı! Skandallar da ardı ardına patladı: Özellikle Amerikan yatırımcıların vergi kaçırmasına yardımcı olmak için bankacılık gizliliği ihlal edildi. Kara para aklama, dolandırıcılık, kayıt dışı finansal işlemler, döviz kurlarında manipülasyon, hedge fonlarda yasal sorumlulukların yerine getirilmemesi gibi sebeplerden dolayı banka, aleyhine açılan uluslararası hukuk davaları neticesinde çok büyük tutarda tazminatlar ödedi. Bunlara, risk mekanizmalarının kötü yönetilmesi de eklenince olanlar oldu.

İşte bütün bu olan biten de yatırımcıları, finansal kurumları, düzenleyici ve denetleyici otoriteleri, bağımsız denetim şirketlerini, çalışanları ve diğer paydaşları nedense şimdilerde! son derece olumsuz bir şekilde etkiledi! Ocak 2023'te Amerikan Harris Associates, bankadaki hissesini yüzde 3'ün altına indirdiğini, Mart 2023'e kadar da tüm Credit Suisse pozisyonlarından çıktığını bildirdi. Hesaplarında maddi zayıflık olduğunu kabul eden bankanın the New York Stock Exchange'de işlem gören hisselerinde değer düşüklüğü yaşandı.

Credit Suisse'de, bankaların mevcut yasal düzenlemelere göre sermaye yeterliliği bakımından korumak zorunda olduğu yedeklerden biri olan AT1 (Tier 1) tahvillerinde ortaya çıkan 17 milyar dolar civarındaki zarar sonrasında ise duruma İsviçre hükümeti ve Merkez Bankası derhal müdahale etti. Eurozone bölgesinde yer almayan, bu nedenle parasal bakımdan Avrupa Birliği ile organik bağı bulunmayan İsviçre, yaşadığı Credit Suisse krizinde kendi göbek bağını yine kendisi kesmek zorunda kaldı. İsviçre hükümeti tarafından hazırlanan bir paket kapsamında, UBS'in 3 milyar CHF (3,25 milyar dolar) tutarında bir piyasa değerlemesi ile Credit Suisse'i satın almasına karar verildi. Yapılan bu anlaşma, İsviçre'nin en büyük ikinci bankasının güncel değerinden yüzde 60 daha az bir rakama satılması anlamına geliyor!

Silicon Valley Bank ve diğerleri

Silicon Valley Bank'in (SVB), üç temel faaliyet alanı şöyleydi: Startup bankacılığı, girişim sermayesi ve kurumsal bankacılık. Startup bankacılığı ile bir fikri olan ama parası olmayan girişimciler; girişim sermayesi ile büyüme odaklı girişimler ve yöneticiler için önemli ürün ve hizmetler; kurumsal bankacılık ile de girişimcilikte ileri aşama dediğimiz evredeki özel ve kamu şirketleri odağında bankacılık hizmetleri veriliyordu.

ABD Merkez Bankası (FED) Finansal Kuruluşlardan Sorumlu Başkan Yardımcısı Michael Barr, Silikon Vadisi Bankası'nın iflasının temel sebebinin bankanın faiz oranı ile likidite riskini etkin bir şekilde yönetememesinden kaynaklandığını açıkladı! Silicon Valley Bank'ın hikayesi de, Credit Suisse gibi yerel bir bankaya satılması ile son buldu. SVB, Amerikan bankası olan First Citizen Bank'a satıldı. Federal Deposit Insurance Co.tarafından yapılan açıklamaya göre de, SVB varlıklarının alımı esnasında First Citizen Bank'ın sağladığı avantaj 16,5 milyar dolar oldu!

Ayrıca, Amerika'daki Silvergate Bank'ın iflasını açıklaması üzerine operasyonları durduruldu. Batışının ardından önce kapatılan, sonra kayyum atanan Signature Bank, en sonunda Flagstar Bank'a satıldı.Yine son zamanlarda hisselerinde yaşanan düşüşe bağlı olarak Alman Commerzbank için de endişe ediliyor.

Şimdi ne olacak?

Amerika ve Avrupa, sessiz sedasız bu krizlerini yaşarken, medya başını kuma gömerken, muhalefetleri gerekirse sosyal medyayı kısıtlamaktan bahsederken... Batı'nın nedense aklına demokrasi, insan hakları ve özgürlükler hiç gelmedi. Allah korusun, aynı şey bizde olsa düşünsenize bizim medyanın, muhalefetin halini. Elle gelen düğün bayram sanki!

Neyse biz konumuza dönelim. ECB (European Central Bank) çok net bir şekilde enflasyonla finansal piyasaları ayrıştırdığını söyledi. FED de bunu yapacak. Büyük ihtimalle bankacılık sektörünün sermaye bileşenleri daha sıkı denetim ve gözetimlere tabi tutulacak. Dolayısıyla borçlanmalar zorlaşacak ve buna bağlı olarak da kredi piyasalarında daralma yaşanacak. Tüm bu dezenflasyonist süreç sonrasında beklenen senaryo ise şöyle: Önce enflasyon riski azalacak, sonra faizler düşecek!

İnovatif Erdoğan

Anadolu'da bir söz vardır, bilir misiniz? 'Lafa gel, lafa' der büyüklerimiz. İşte dünyada faizler yükselirken, Türkiye faizleri düşürdüğü zaman ne gericiliğimiz, ne cahilliğimiz, ne de inatçılığımız kalmıştı. Ama bakın ne oldu? Bir kere daha Erdoğan'ın alfabeyi yeniden yazan inovatif siyaseti pek çok alanda olduğu gibi ekonomide de karşılığını buldu. Türkiye faizlerin tek haneye inmesini, kendisi için hedef olarak belirledi. Politika faiz oranları yüzde 25'lerden yüzde 8.5 seviyelerine geriledi.

Ama bu seviyeye gelmek de kolay olmadı tabii. Türkiye, kriz doğuran sistemin borca dayalı para sistemi olduğunu deneyimlemişti. Yani, borçların faizi ile birlikte geri ödenmesi, para darlığına yol açtığı için tekrar borçlanma ihtiyacı doğuyor ve bu sarmal kendini tekrarlayıp duruyordu. Borç para için kapısını çaldığımız IMF ile olan ilişkilerimiz 1947 yılında başlamıştı. Erdoğan sayesinde 14 Mayıs 2013'te IMF'e olan 500 milyon dolarlık son borç taksitimizi de ödedikten sonra nihayet IMF'ten kurtulduk.

Ama havadan kolay para kazanmak dururken, küreselciler hiç rahat durur mu? IMF'e olan son borcumuzu ödememizin üstünden daha iki hafta bile geçmemişti ki, 28 Mayıs 2013'te Gezi Olayları başladı. Dünyanın her yerinde kullanılan, hep aynı bayatlamış söylemlerle hem de; insan hakları, demokrasi, özgürlükler. Nasıl da masum bir organizasyon kabiliyeti ama! Zaten rahmetli Erbakan'a da, D8 çalışmaları dolayısıyla benzer şeyleri yapmamışlar mıydı? 28 Şubat'ın gerçek sebebi neydi sizce?

Şimdi gelelim bugüne. Türkiye, pandemiye rağmen IMF'e kredi başvurusu yapan 90 ülke arasında yer almadı. Her şeye rağmen, düşük faiz-geniş istihdam-yüksek üretim ve ihracat yaklaşımına dayalı yeni ekonomik modelini uygulamayı sürdürdü. Peki bu modeli geliştirmek için acaba Avrupa ve ABD bankalarında yaşanan krizler bizim için fırsat olabilir mi?

Krizi fırsata çevirmek

Hiç kuşkusuz ki Credit Suisse, Silikon Valley Bank, Sivergate, Signature Bank ve diğerlerinden kaçan yatırımcılar kendilerine güvenli limanlar arayacaklar. Kabul edelim ki, içinde yaşadığımız şu belirsizlikler çağında pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşı gibi iki büyük krizin etkilerini Türkiye çok iyi yönetti. Hem krizlere karşı bağışıklık kazandı, hem de ne kadar çevik olduğunu ispatladı. Hazır böyle bir yönetim kapasitesi ve yeteneği varken bu yatırımcılar için 2001 sonrasında bankacılık kesimindeki ayrık otlarını temizleyen Türkiye son derece uygun bir ülke. Türkiye, bankalarının sermaye yapılarını güçlendirdi. BDDK'nın düzenleyici ve denetleyici faaliyetleri sistemi daha sürdürülebilir bir hale getirdi. Kamu ve özel bankalarının yurtdışı şube ve temsilcilik sayılarını yükseltti. Yabancı kişi ve kurumlara verilen hizmetler genişletildi. Yurt dışındaki altınlarının tamamı ülkeye getirerek altın rezervleri güçlendirildi. Böylelikle Türkiye, kendisini döviz saldırılarına karşı korumaya aldı.

Gittikçe dijitalleşen küresel ekonomide hedeflediği vizyon ile İstanbul'un, tıpkı New York, Londra, Dubai gibi finansal açıdan cazibe merkezi olması için finans ve finansla ilgili teknolojik girişimcilik sektörlerinin gelişimine ve ihtiyaçlarına uygun bir 'finans ve teknoloji üssü' kuruldu. Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi tarafından Fintek rehberi yayımladı. Bu rehber ile ülkemizdeki Fintek sektörünü bir ileri aşamaya taşıyacak olan girişimci ve yatırımcılar başta olmak üzere tüm ilgililere Türkiye'deki Fintek ekosistemine ilişkin kapsamlı bir yol haritası sunuldu.

Türkiye, Fintek alanında otuz yılı aşkın tecrübesiyle gerek kamu kurumları gerekse girişimci ve yatırımcıları ile tüm paydaşları içeren bir ekosistem hâline dönüştü. Finteklerimiz, e-ticaretten fatura ödemelerine, para transferi hizmetinden kitle fonlamasına, mikro kredilerden açık bankacılığa ve sürdürülebilir ekonomiden katılım finansa kadar pek çok alanda faaliyet gösteriyor. Dijital veri ve algoritmaların dönüştürücü özellikleri ve yapay zekâ destekli sistemlerdeki üretim süreçleri ile finansal kapsayıcılığını sürekli olarak geliştiriyor. Gerekli altyapının sağlandığı her sektörde olduğu gibi burada da girişimci ve yatırımcıları bekleyen büyük fırsatlar var.

Kazan kazan modeli

Kazan kazan modeliyle ülkemizde iş yapmak ve para kazanmak isteyen yatırımcıların bir kısmının Startup'lara yönlendirilmesi, Türkiye'den çok sayıda UNICORN çıkmasını sağlayabilir. Doğrudan yatırımlara yönlendirilmesi ise Türkiye'nin üretim kapasitesini, ihracatını, döviz girişlerini arttırabilir. Şirketlerin karlılığı yükseldiğinde ise daha fazla temettü dağıtılabilir. Bu süreçler de, vergi gelirlerini ve istihdamı olumlu yönde etkiler.

Nasıl, devran dönmüş değil mi? Erdoğan, sürekli olarak krizlere gebe ve kendisini çoktan bitirmiş olan Gordon Brown'un da, sistemin zaaflarından para kazanmayı ve çözülemeyen, fakat yönetilebilir krizleri seven George Saros'un da, onlar gibi tüm küreselcilerin de faizci düzenine çomak soktu bir kere. Artık gerisini onlar düşünsün!