Suudi Arabistan'ın yeni stratejik silah sistemleri

Suudi Arabistan kralı Salman Moskova ziyareti sırasında S-400’leri de içeren anlaşmalara imza atarken, ABD makamları da savunma işbirliği paketinin en önemli unsurlarından biri olan THAAD füze savunma sisteminin satışına onay verdi.

1

Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan'ın savunma alımlarıyla ilgili iki baş döndürücü gelişme yaşandı. Bunlardan ilki, Kral Salman'ın Moskova'ya yaptığı tarihi ziyaret sırasında, geniş bir askeri pakete ilişkin anlaşma yapmış olması ve söz konusu paketin S-400'leri de içermesi. İkincisi de ilgili ABD makamlarının, Başkan Trump'ın Suudi Arabistan ziyareti sırasında imzaladığı yüz milyar doların üzerindeki savunma işbirliği paketinin en önemli  unsurlarından biri olan, yaklaşık 15 milyar dolarlık THAAD (terminal high altitude area defense) füze savunma sisteminin satışına onay vermesi. Henüz Kongre onayı (Kongre'nin 30 gün içinde itiraz etmemesi) sağlanmamış olsa da, Riyad'ın stratejik silah sistemlerine ilişkin en üst düzeydeki ilgisi dikkat çekici. Konjonktürel koşullar ise bahse konu savunma alımlarını askeri çerçevenin çok ötesine taşıyor.-

Suudi Arabistan'ın korkulu rüyası: İran balistik füze modernizasyonu

İran'ın balistik füze programından ötürü, Suudi Arabistan'ın milli savunmasına yönelik ciddi bir tehdit algıladığını belirtmekte fayda var. Bu tehdit tüm Körfez İşbirliği Konseyi alanına yayılmış durumda ve son olarak Yemen'deki Husi güçleri gibi devlet-dışı grupların füze yeteneklerine kavuşması, konuyu daha da önemli kılıyor. Peki, bahse konu bölgede balistik füze tehdidi ve füze savunması neden bu kadar kritik bir husus? Her şeyden önce balistik füzeler, askeri terminolojideki ‘cephe gerisi' kavramını bir ölçüde anlamsızlaştırıyor ve düşmana kritik ulusal altyapıyı baskın biçimde hedef alma kabiliyeti sağlıyor. Kuşkusuz, konu Suudi Arabistan olunca, kritik ulusal altyapı kategorisindeki en önemli unsur da petrol tesisleri. Her ne kadar kimi uzmanlar konvansiyonel harp başlıklarıyla yapılacak bir taarruzun yıkıcılığına ilişkin şüphelerini belirtse de, İran'ın balistik füze programının son dönemde kazandığı ivme göz ardı edilemez. İkinci olarak, balistik füzeler kitle imha harp başlıkları (nükleer-kimyasal-biyolojik harp başlıkları) için ideal atış vasıtaları niteliği taşıyor. Üstelik, füze taarruzunun kitle imha harp başlıklarıyla icra edilmesi durumunda, konvansiyonel harp başlığı için kritik olan  isabet parametreleri (CEP-circular error probability) bir ölçüde tolere edilebilir hale gelmekte.

Suudi Arabistan'ın ve genel olarak Körfez ülkelerinin füze savunmasında bir diğer önemli husus da jeo-stratejik parametreler. Konuya ilişkin modelleme çalışmaları ve sınırlı literatür, Basra Körfezi'nin dar deniz yolları dolayısıyla su-üstü platformlarla füze savunma imkanlarının sınırlı olduğuna dikkat çekiyor. Ayrıca aynı simülasyon çalışmaları, herhangi bir füze taarruzunda, İran ve Körfez ülkeleri arasındaki uçuş yolunun çok kısa olması dolayısıyla, söz konusu ülkelerin reaksiyon zamanlarının oldukça az olacağını da not ediyor. Son olarak, İran'ın füze envanterinin sayısal avantajlarından yararlanarak Suudi Arabistan'ın savunma sistemlerini sürklase etmesi de mümkün. Zira teknik olarak, balistik füze-füze savunma sistemi denklemi, karakteristik nitelikleri itibariyle, taarruzun –yani ilk yumruğu atanın– dominant olduğu bir çatışma ortamı. Bir de işin içine kitle imha harp başlıkları faktörü girerse bahse konu denklem, taarruz eden taraf lehine çok daha belirgin biçimde değişiyor.

-THAAD ve S-400: Riyad'ın pahalı savunma planlaması

Suudi Arabistan, ABD'den THAAD ve Rusya Federasyonu'ndan S-400 alımlarıyla hava ve füze savunma yeteneklerini –teorik olarak– stratejik düzeyde ve mükemmel seviyede tahkim etmiş olacak. Elbette bu noktada, THAAD ve S-400'ün sadece ABD ve Rus yapımı olmaları nedeniyle değil, dizaynları, fonksiyonları ve teknik özellikleri bakımından da birbirlerinden çok farklı sistemler olduğunu belirtmekte yarar var. Henüz envantere tam olarak girmeyen ve export versiyonları da hazır olmayan 400 km menzilli 40N6 füzelerini dikkate almazsak, S-400 sistemi (bazı platformlara karşı) yaklaşık 250 km etkili menzile sahip, balistik hedeflere karşı ise etkili menzili daha düşük ve balistik füzeleri atmosfer içinde, terminal dönemde önleyebiliyor. ABD yapımı THAAD sistemini farklı kılan niteliği ise S-400'ün aksine, hava ve füze savunma görevlerini kapsayan geniş bir yelpazeden ziyade, spesifik olarak füze savunma görevleri için üretilmiş olması ve çok yüksek irtifada atmosfer-dışı önleme yapabilmesi. Atmosfer-dışı önleme ise kitle imha harp başlığı taşıyan balistik füzelere karşı savunmada çok kritik bir yetenek. Söz konusu niteliğin Riyad'ın savunma planlamasındaki yerini yalnızca, ‘popüler bir söylemle', İran'ın nükleer programıyla ilişkilendirmek de yanlış olur. Günlük siyasi değerlendirmeler arasında gözden kaçabilir, ancak Ortadoğu halihazırda dünyanın kimyasal harp laboratuvarı haline gelmiş durumda. Ülkeler savunma planlamalarını hem yakın ve orta gelecekteki olası gelişmeleri hesaba katarak hem de ihtimaliyet hesabı yaparak şekillendirmekte. Bu çerçeveden bakıldığında, Ortadoğu'daki kimyasal ve biyolojik harp trendleriyle balistik füzelere ilişkin gelişmeler, açıkçası gelecek için iyimser bir tabloya işaret etmiyor. Son olarak, özellikle konunun askeri bölümüne ilgi duyan okuyucular için dikkat çekici bir noktayı da vurgulayalım: Yemen'de Husi güçlerinin, iddialara göre İran'ın da desteğiyle, Suudi Arabistan'a yönelik füze saldırıları gerçekleştirdiği malum. Bu saldırılarda SS-21 Scarab ve Scud-B füzelerinin kullanıldığı tahmin ediliyor. Eğer İran, Deyr ez-Zor'daki hedefleri vurmak için kullandığı Fatih-110 ve Fatih-330 ailesinin modernize edilmiş son üyesi olan Zülfikar füzelerini Husi güçlerine transfer ederse sonuçlar ne olabilir? Ayrı bir yazının konusu olsa da, tüm dünya İran'ın orta menzilli balistik füzelerine odaklanmışken bu ihtimali düşünmek, konunun boyutlarına ilişkin daha iyi bir fikir veriyor.

-Suudi savunma modernizasyonu ve stratejik silah sistemleri

THAAD sisteminin Suudi Arabistan özelinde bir diğer avantajı da Riyad'ın elinde bulunan (daha çok hava savunma görevleri için kullanılan) Patriot PAC-2 GEM, Patriot PAC-3 ve MIM-23B Hawk sistemleriyle birlikte çalışabilmesi. Dolayısıyla, THAAD alımının tamamlanması durumunda, Suudi Arabistan atmosfer-dışı önleme seviyesinden başlayarak orta ve düşük irtifaya uzanan, derinlikli ve entegre bir hava ve füze savunma mimarisine sahip olacak. Peki, yukarıda tasvir edilen savunma mimarisi içinde S-400'ün yeri ne olabilir? Riyad'ın müstakbel S-400'leri, THAAD ve Patriotların oluşturacağı ağın bir parçası olmayacak ve mevcut hava ve füze savunma mimarisinden bağımsız bir yetenek sağlayacak. Basına yansıyan haberler arasında, S-400'e savunma derinliği sağlayacak konfigürasyonu oluşturabilecek başka hava savunma sistemlerine ilişkin bir alım bulunmuyor. Örneğin Rusya, Suriye'deki S-400 ve S-300 sistemleri için bu derinliği daha düşük irtifalarda etkili SA-17 ve Panstir S-1 sistemleriyle sağlıyor. Dolayısıyla, ilerleyen dönemlerde Riyad'ın S-400'ü destekleyecek yeni alımlar yapabileceği söylenebilir.

Bu arada Suudi Arabistan'ın sadece defansif değil, ofansif stratejik silah sistemleri alımında ABD ve Batı dışında seçenekleri daha önce tercih etmiş olduğunu da anımsatalım. Bu çerçevede Riyad, yaklaşık on yıl önce Çin yapımı DF-21 (CSS-5) tipi orta menzilli balistik füzelerini satın almıştı. Üstelik bu, Suudi Arabistan'ın envanterindeki tek Çin füzesi de değil. 1980'li yıllarda benzer bir savunma alımı DF-3 (CSS-2) füzesi için gerçekleştirilmişti. DF-3'ler bugün halen Suudi Arabistan stratejik füze kuvvetleri envanterinde olsa da, operasyonel durumları kesin değil. Yine ofansif sistemler çerçevesinde, bir süredir Suudi Arabistan ile Rusya arasında SS-26 İskender taktik balistik füzeleri için temaslar olduğu bilinmekte. Dolayısıyla, böyle bir alımın gerçekleşmesi de en az S-400 alımı kadar ihtimal dahilinde.

- Suudi Arabistan'ın ‘füze savunma diplomasisi' ve Suriye

Elbette unutulmaması gereken bir diğer konu ise Suudi Arabistan'ın güçlü savunma ekonomisi dolayısıyla, silah alımlarını diplomatik bir manevra aracı olarak da kullanabiliyor olması. Bu noktada, Kral Salman yönetiminin Rusya Devlet Başkanı Putin'i ve Moskova'yı hangi konuda yanında görmek istediğini tahmin etmek ise zor değil: Suriye. Açıkçası, İran ve Rusya'nın, askeri konularda büyük ölçüde hemfikir olmakla birlikte, özellikle savaş sona erdiğinde oluşturulacak yeni statükoya ilişkin siyasi fikir ayrılıkları olduğu, henüz söylenti düzeyinde de olsa seslendirilen ciddi bir olasılık. Moskova'nın Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri komuta kademesi, Eylül 2015 Rus müdahalesi sonrası yeniden teşkil edilen birlikler ve özellikle de Hava Kuvvetleri üzerinde çok ciddi ve kurumsal geleneklere dayanan bir etkinliğe sahip olduğu biliniyor. Unutulmamalı ki Suriye Arap Silahlı Kuvvetleri Hafız Esed dönemiyle birlikle ağırlık kazanan biçimde, Sovyet konseptleri üzerine inşa edilmiş bir doktrine sahip. İran Devrim Muhafızları'na bağlı Kudüs Güçlerinin ise mezhep esasına göre kurgulanmış milis kuvvetler üzerinde kontrollerinin olduğu biliniyor. Hatta açık-kaynaklarla teyit edilemese de, kimi spekülatif haberler, Rusya ve İran yanlısı eğilimlerin, Baas rejiminin askeri gücünün en önemli unsurları olan 4. Zırhlı Tümen ve Cumhuriyet Muhafızları arasında da bölünmelere neden olduğunu belirtiyor. Benzer spekülatif haberler, geçtiğimiz yıl Beşşar Esed'in kardeşi Mahir Esed'in, 4. Zırhlı Tümen'e dayanarak bir darbe girişiminde bulunduğunu ve Rus güçleriyle Cumhuriyet Muhafızları'nın bu girişimi başlamadan engellediğini dahi iddia etmişti. Elbette, Suriye gibi kapalı bir rejimde böyle bir gelişmeyi açık-kaynaklı istihbarat verileriyle teyit etmek mümkün değil. Bununla birlikte, iddia edilen çalkantılardan sonra Mahir Esed'in 4. Zırhlı Tümen'e bağlı 42. tugay komutanlığından –ki fiilen 4. Zırhlı Tümen'in gölge komutanlığını da yürütmekte idi– ‘terfi ederek' Tümgeneral olarak daha sembolik bir karargah görevine atandığı belirtilmişti. Hafız Esed ve ona karşı darbe deneyen kardeşi Rıfat Esed'i anımsatan bu gelişmelerin ardından, son olarak Mahir Esed'in 4. Zırhlı Tümen'e geri döndüğüne ilişkin haberler de çıktı ve hatta üniformalı bir fotoğrafı da yayımlandı.

Elbette yukarıda belirtilen anekdotların ötesinde bir gerçeklik var: Suriye'de rejimi ayakta tutmakla muhtemel savaş sonrasında rejimi şekillendirmek birbirinden çok farklı portföyler. Riyad için, her ne kadar ideal olmasa da, Rusya'nın kontrolündeki bir Suriye'nin İran'ın uydusu haline gelmiş bir Suriye'den daha iyi bir seçenek olduğu kesin. Benzer bir analizi İsrail için yapmak da mümkün. Dolayısıyla Suudi Arabistan'ın S-400 gibi stratejik bir silah sistemini de içeren oldukça cazip savunma alımını, diplomatik veçheleriyle değerlendirmekte de yarar var.

- Rusya-ABD-Suudi Arabistan üçgeni

Benzer şekilde, Riyad ile yaptığı S-400 anlaşmasının Moskova için de askeri işbirliğini aşan bir anlamı var. Çin ve Hindistan pazarları, Rusya'nın silah ihracatı için lokomotif konumundalar. Bununla birlikte, Körfez ülkeleri geniş savunma ekonomileriyle gerçekten çok cazip. Üstelik bu ülkelerin, klasik Batı ittifaklarıyla yaşanan her siyasi çalkantıda diplomatik mesaj vermek için milyarlarca dolarlık harcama yapabilecek hareket alanları var. Rusya'nın yakın gelecekte Suudi Arabistan'ı ya da Birleşik Arap Emirlikleri'ni, Cezayir gibi doğal ve sadık bir askeri alımlar müşterisi yapamayacağı açık. Ancak Körfez bölgesindeki askeri harcamalar o kadar yüksek bir bütçeye sahip ki hemen her anlaşma, Rus savunma sanayii için ciddi bir kaynak anlamına gelecektir. Üstelik Tahran'ın da silah tedarikçisi konumunda olan Moskova'nın, Körfez ülkeleri ve İran arasındaki silahlanma yarışından yararlanması da teorik olarak mümkün. Son olarak, sorulması gereken soru, S-400 anlaşmasının ABD'nin THAAD gibi yaşamsal projelere bakışını etkileyip etkilemeyeceği. Elbette Kongre'ye ilişkin analizler ayrı bir uzmanlık sahası. Fakat okuyucular için iki hususun altını çizmekte yarar var: Birincisi, ABD'de İran ile nükleer anlaşmaya soğuk bakan ve Trump yönetimi üzerinde de etkinliği olabilecek çevrelerin, Tahran'ın füze denemelerinden ve Devrim Muhafızları'nın Ortadoğu'daki faaliyetlerinden ciddi rahatsızlık duyduğu açık. İkincisi ise ABD askeri-siyasi çevrelerinde, geleneksel olarak Körfez ülkelerine stratejik silah sistemleri satışının, bu ülkelerin İran'ın yolunu takip etmesi sonucunda oluşacak nükleer domino etkisini engelleyeceğine dair bir kanı var. Daha açık konuşmak gerekirse, İran'ın balistik füze denemelerine devam ettiği, hatta kendi topraklarından Suriye'deki hedeflere füze taarruzu gerçekleştirdiği koşullarda, üstelik Rusya envanterindeki en önemli sistemlerden birini Suudi Arabistan'a önermişken ve Tahran'ı nükleer silah elde etme eşiğinin altında tuttuğu varsayılan nükleer anlaşmanın geleceği de tartışmalyken, THAAD gibi stratejik savunma sistemlerinin satışına onay verilmemesi, Suudi Arabistan'ın kendisine ‘farklı bir yol' çizmesine neden olabilir.

Peki, Riyad'ın önündeki bu ‘farklı yol' nedir? Ayrı bir yazının konusu olmakla birlikte, ipuçlarının Suudi Arabistan'ın genç ve parlak veliaht prensi ve Savunma Bakanı Muhammed bin Salman'ın geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği Pakistan ziyaretinde olduğu söylenebilir.