AA için yaşananları kaleme alan araştırma görevlisi Büşra Sarıkaya çarpıcı ifadelere yer verdi. Sarıkaya “CDU’lu Kassel Bölge Valisi Walter Lübcke’nin 2 Haziran 2019 tarihinde gece yarısı kendi evinde başından vurularak öldürülmesi kamuoyunda infial oluşturdu. Başta yetkililer ve medya organları, Kassel Bölge Valisi Lübcke’nin katilinin ırkçı ve yakın çevresinden olduğu tahmini üzerinde yoğunlaştı. Fakat asıl ilginç detay daha sonra ortaya çıktı. Artık sadece aşırı sağcı gruplardan bağımsız tek başına hareket eden bir katilden değil, ırkçı bir yapılanmaya üye olan ve NSU seri cinayetlerinde de parmağı olan bir şahıstan bahsedilmeye başlandı. Bu durum devlet makamları için de ayrı bir zorluk anlamına geliyordu, zira bizzat Alman devletinin sahip olduğu yetkiler ve birtakım hizmetler aracılığıyla bu tip yapılara derinden dâhil olduğu biliniyor.
BARDAĞI TAŞIRAN SON DAMLA OLDU
On bir yıl boyunca “döner cinayetleri” olarak basında sıkça tartışılan NSU davasının nihai sonuca varamamış olması ve son olarak mahkeme kararıyla davayla ilgili kanıtların 120 yıl erişime yasaklanması ve birden unutturulmaya çalışılması zaten toplumu öfkelendirmişken şimdi de mültecilerin haklarını savunan bir politikacının sessizce kendi evinde öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu” diyor.
Kamuoyu sahte haberlerle yanlış yönlendirildi
Kamuoyunun sahte haberlerle yönlendirildiğini belirtene Sarıkaya, “Lübcke cinayetinin detayları incelenecek olursa, bunun başta ırkçı bir saldırı olduğuna kesin gözüyle bakılıyordu. Fakat sonra her ne olduysa, çok pratik bir bakış açısı üzerine odaklanıldı. Önce yeni bir senaryo çizdiler sonra da bu senaryoya göre bir fail oluşturarak siyasi izi silmeye çalıştılar. Bu yöntem orijinalliğini uzun süre önce yitirmiş olsa da, alıcısı ve inananı çok olduğundan işe yarayan bir yöntem olarak kabul edilir. Lübcke cinayeti için ise senaryo şu şekilde yazıldı: “Kermes ziyareti sırasında alevlenen kavganın sonu: Polis Lübcke cinayetinin bir ırkçı grup tarafından değil de kendi yakın çevresinden biri tarafından gerçekleştiği üzerinde yoğunlaştı.” (Süddeutsche Zeitung, 17 Haziran 2019)” diyor. Basında bu yönde algı yaratılmaya çalışıldığını belirten Sarıkaya şöyle devam ediyor:
MASUM BAHÇIVAN SENARYOSU TUTMADI
Katil zanlısı hakkında başta kullanılan “aslında masum bir bahçıvandı” senaryosunun uzun süre gitmeyeceği anlaşılınca ikinci senaryo devreye sokuldu ve zanlının Nazi olduğu kabul edildi. Fakat bu sefer de “sağcı bir terörist gruba dahil olabileceğine dair bir kanıt yok” dendi (Frankfurter Rundschau, 18 Haziran 2019). Bu görüş ise yetkili makamların sözcüsü Markus Schmitt tarafından Karlsruhe’deki federal savcının ifadelerine dayanarak paylaşıldı.
IRKÇI ORGANİZASYON MU GİZLENMEK İSTENDİ?
Peki bir de şu şekilde düşünelim: Ne olursa olsun, hangi organizasyona dahil olursa olsun, bu cinayet her açıdan araştırılsaydı nasıl bir sonuca varılırdı? Cevap basit: O zaman NSU 2.0 gibi ırkçı bir organizasyon ile karşılaşılabilirdi. Ve işte burada senaryonun açığını yakalamış olurdunuz. Çünkü “Kameradschaften”, “blood&honor” ve “combat 18” adlı ırkçı yapılanmalara üye olan katil zanlısının, NSU 2.0 ile yakından bir ilgisi olabileceği düşüncesi güçlenmiş oluyor.
Katil Zanlısı Stephen E.
Şüpheli Stephan Ernst’in ismi bizi, bireysel faillere değil, varlığı yıllardır inkar edilen neo-Nazi terörist yapılarına götürüyor. Stephan Ernst, NSU’nun daha güzelini hayal edemediği bir neo-Nazi özgeçmişine sahip. Örneğin, 1989’daki yeniden birleşmeden sonra ortaya çıkan pogromlarl siyasallaştı. Hatta 1993 yılında Hessen Hohenstein-Steckenrodt’taki mülteci konaklamalarına yapılan saldırı nedeniyle, birkaç yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Stephen Ernst'in kabarık sabıka kaydı
“Kasselli 45 yaşındaki Stephen E. 2000’li yıllarından bu yana anti-faşistler tarafından tanınıyor. 2000’lerde neo-Naziler Michel Friedrich ve Mike Sawallich’in etrafındaki iç çemberin içindeydi. NPD gösterilerine, en az bir sprey eylemine ve 2007'de Nazi rakipleriyle neo-Naziler kavgasına katıldı. (...) Ernst 1 Mayıs 2009’da altı yeni neo-Nazi üyesiyle Dortmund’a seyahat etti ve orada DGB (Sendika Birliği) gösterisine düzenlenen bir saldırıya katıldı ve bu saldırıda tutuklandı. (…) Stephen Ernst 2016'da, ‘Ulusal Sosyalist Yeraltı’nın suçlarını netleştirmek için Hessen eyaleti soruşturma komitesinde konu olarak ele alındı. Ayrıca Die Linke partisi tarafından Kassel’in aşırı sağcı neo-Nazilerine örnek olarak gösterildi. Neo-Nazi ve V-adamı olan Benjamin Gaertner, milletvekili Schaus’un sorusu üzerine ‘NPD-Stephen’ adında bir kişiyi tanıdığını doğruladı.”
Kassel’de 2006’da gerçekleşen suikast girişiminin açıklığa kavuşturulamamasını, istihbarat subayı Andreas Temme’nin bundaki rolünü ve Lübcke cinayeti davası soruşturmasının başarısız olmasını “Exif” şu şekilde açıklıyor:
Devletin çeşitli makamları ve istihbarat servislerinden gönderilen casuslar bu tip örgütlere bilinçli şekilde yerleştirilirler. Ve bunlar Anayasa’nın Korunması Bürosu tarafından korunurlar. Bundan dolayı, devlet tarafından yerleştirilen ajanlar cinayet işlemiş olsalar bile gizlenir ve asla açığa çıkarılmaz.
Lübcke cinayeti davasının bile “devlet huzurunu” etkileyen bağlantıları açıklamadan aydınlatılamamasının birçok nedeni var. Kassel’de 2006 yılında işlenen cinayetle ilgili açılan davaya dair iç soruşturmadan çıkan neticelerin 2134 yılına kadar gizli kalacak olması, NSU seri cinayetleri davasının belgelerine getirilen 120 yıllık erişim yasağı vb. gelişmeler, bu tip önemli cinayet soruşturmalarının devletin çıkarları doğrultusunda yönlendirildiğini gösteriyor.
PEKİ NSU NEYDİ? GEÇMİŞTE HANGİ ACILAR YAŞANDI?
Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) üyeleri Beate Zschäpe, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt Almanya'da 2000-2006 tarihleri arasında çoğu esnaf 8 Türk, bir Yunan ile bir Alman polisini öldürdü. Vahşi cinayetler yıllarca aydınlatılamadı. Ailelerinin hayatı kabusa döndü, büyük dram yaşadılar. Örgüt yıllar sonra Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın bir banka soygunu sonrasında ‘intihar’ etmesiyle tesadüfen aydınlatıldı. Ancak bu intihar konusunda bile çeşitli spekülasyonlar var. İkilinin delil karartmak için öldürülmüş olabileceği bile iddia ediliyor. Çünkü, süreç boyunca Alman istihbaratı çok fazla şüpheli harekete imza attı.
5 SORUDA NSU NEYDİ?
Bu konuda SETA’nın internet sitesinde yer alan 5 soruda NSU davası (2018) adlı çalışmada önemli bilgiler yer alıyor. NSU davası nedir? NSU örgütü nedir? Dava sürecinde neler yaşandı ve dava neden bu kadar uzun sürdü? Alman istihbarat örgütlerinin NSU ile ilişkisi nedir? Dava nasıl sonuçlandı ve kamuoyunun karara tepkisi ne oldu?
1.NSU davası nedir?
Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü (NSU) dava konusunu 2000-2007 arasında aşırı sağcı NSU tarafından gerçekleştirilen on bir cinayet, bombalama ve soygun suçları oluşturuyor. Örgüt üyeleri Beate Zschäpe, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt 2000-2006 tarihleri arasında sekiz Türk, bir Yunan ile bir Alman polisini öldürdü. Örgüt üyeleri bunun yanı sıra üç bombalı saldırı gerçekleştirdi. Davada NSU’nun tek yaşayan üyesi Beate Zschäpe on kişiyi öldürme, örgüt üyeliği ve bombalı saldırıların sorumlusu suçlamalarıyla baş sanık olarak yargılandı. Çoğu esnaflık yapan sekiz Türk kurbanın hangi kritere göre seçildiği bilinmemekle birlikte örgütün bu cinayetlerle yabancı esnafa gözdağı vermeyi ve yabancılar arasında korku salmayı hedeflediği düşünülüyor. Davada örgütle bir şekilde ilişkiye geçtiği ortaya çıkan ve ırkçı düşünceleri ile dikkat çeken yirmi dört tanık hakkında dava hakiminin hiçbir cezai ve hukuki tasarrufta bulunmaması ve böylesine kapsamlı bir örgüt davasında sadece beş kişiyi yargılaması tepki çekiyor. Mahkemede Beate Zschäpe’nin yanı sıra örgüte silah sağlama ve destek suçlamaları ile dört kişi daha yargılanmıştı.
NSU örgütü nedir?
Almanya’nın doğusundaki Jena şehrinde doğan üç örgüt üyesi Beate Zschäpe, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt’ın 90’lı yılların ortalarında tanışarak NSU’yu kurdukları tahmin ediliyor. Düzenledikleri ırkçı ve Neonazi yanlısı etkinliklerle dikkat çeken örgüt üyeleri kısa sürede polis takibine takılıyor. Polisin 1998 Ocak ayında örgütün eylem hazırlığına dair aldığı ihbar sonrası örgüt üyelerinin bulunduğu evin garajında arama yapmasıyla deşifre olduğunu düşünen örgütün yer altına inme süreci de bu tarihte başlıyor.
Örgüt bu dönemde para temin etmek için toplam on beş banka soygunu gerçekleştiriyor. 2011’deki son banka soygunu sonrası yakalandıklarını anlayan Uwe Benhardt ve Uwe Mundlos’un bulundukları karavanda intihar ettikleri açıklansa da ikilinin ölümüyle ilgili pek çok spekülasyon bulunmakta. Örgütün tek kadın üyesi Beate Zschäpe aynı tarihte diğer örgüt üyeleri ile yaşadıkları evi ateşe veriyor ve örgüte ait NSU cinayet itiraflarının da yer aldığı video kayıtlarını yok etmeye çalışıyor. Örgüt üyesi arkadaşları öldürüldükten dört gün sonra Zschäpe’nin polise teslim olmasıyla cinayetlerle örgüt arasındaki bağlantı da ortaya çıkmaya başlıyor. NSU örgütünün sadece üç kişiden oluştuğu iddia edilse de kamuoyunda bu sayının çok daha fazla olduğu kanısı hakim.
Dava sürecinde neler yaşandı ve dava neden bu kadar uzun sürdü?
NSU davasının ancak beş yıl gibi uzun bir süre sonra tamamlanabilmesi davanın on cinayet, on beş soygun ve üç bombalı saldırıyı kapsayan geniş bir içeriğe sahip olması ve bu olaylarla ilgili çok az bilgi ve belge bulunmasıyla açıklanıyor. Nitekim davaya ilişkin delillerin toplanması ve dosyaların tamamlanması dört yıl sürdü. Bunun yanı sıra davada sanıkların talebi üzerine sık sık hakim ve avukat değişiminin yaşanması da davayı uzatan diğer bir sebep olarak gösterilebilir.
Baş sanık Beate Zschäpe’nin 2015’e kadar sorulan hiçbir soruya cevap vermeme stratejisi de davanın kısa sürede tamamlanmasını engelledi. 2015’te avukatlarıyla birlikte savunma stratejisini de değiştiren Zschäpe cinayetlerle bir ilişkisi bulunmadığını ve olaylardan sonradan haberi olduğunu iddia etmişti. Örgütün kadın üyesinin kendisine yöneltilen suçlamalardan sadece örgüt üyesi iki arkadaşıyla yaşadıkları evi ateşe verme eylemini üstlenmişti. Baş sanık Zschäpe’nin son döneme kadar konuşmama stratejisi sonucu gerçekleşen cinayetlerle ilgili pek çok nokta aydınlatılamadı ve mahkeme delil ve belge toplayabilmek için çok sayıda tanık ve bilirkişiye başvurmak zorunda kaldı. Nitekim 600’ü aşkın kişi tanık ve bilirkişi olarak dinlendi. Davaya on dört savunma avukatı, doksandan fazla müşterek davacı ve bunlara ait altmışın üzerinde avukatın da müdahil olması davayı uzatan nedenler arasında sayılıyor.
NSU davasının karanlıkta kalan noktalarından birisi davada ifade veren ya da vermesi beklenen görgü tanıklarının şüpheli ölümleri. Beş yıl süren dava süresince hayatını kaybeden yedi tanıktan kimisi hastalık nedeniyle ölürken bazı görgü tanıklarının ölümü ise kamuoyunda şüphe uyandırdı. Örneğin mahkemede ifade verdikten sadece bir ay sonra motosiklet kazasında hayatını kaybeden Melissa M.’nin ölümü bunlardan birisi. NSU tanıklarından ve eski bir istihbarat ajanı olan Thomas Richter de dava sürecinde evinde ölü bulunmuştu. NSU davasında en dikkat çeken ölümlerden birisi de baş sanık Beate Zschäpe’nin yakın arkadaşı Corinna B.’nin ölümü. Corinna’nın araştırma komisyonuna ifade vermeden kısa bir önce bilinmeyen bir nedenle öldüğü açıklandı. Dava süresince gerçekleşen tanık ölümlerinin tesadüfle açıklanması mümkün görünmüyor.
NSU davası Almanya’nın savaş sonrası görülen en uzun ve karmaşık davası olması nedeniyle asrın davası olarak anılıyor.
Alman istihbarat örgütlerinin NSU ile ilişkisi nedir?
NSU davasına ilişkin aydınlatılamayan en önemli noktalardan biri de NSU ve Alman istihbaratı arasındaki ilişkidir. Örgütün ilk olarak ortaya çıkarıldığı 2011 yılına kadar nasıl olup da polise yakalanmadan cinayet ve bombalı saldırı gibi suç eylemlerini gerçekleştirebildiği hala açıklığa kavuşmuş değil. Zira Alman istihbaratının aşırı sağ örgütleri gözlem altında tuttuğu ve örgütlerin içine yerleştirdiği muhbir ajanlarla takip ve kontrol ettiği biliniyor.
Nitekim örgüt üyelerinin yakalanarak intihar etmesi ve NSU’nun yaşayan tek üyesi Beate Zschäpe’nin polise teslim olmasından sadece birkaç saat sonra bir Alman istihbarat dairesi çalışanının muhbir ajanlara ait bilgilerin bulunduğu dosyaları yok ettiği ortaya çıkmıştı. 2014’te Köln savcılığı bu kişi hakkında soruşturma açmış ancak3 bin avro karşılığında dava kapatılmıştı. Bunun yanı sıra 2012’de Alman Askeri İstihbarat Servisi MAD’ın NSU üyelerinden Uwe Mundlos’la iletişime geçerek birlikte çalışmayı teklif ettiği ancak ırkçı örgüt üyesinin bunu reddettiği ortaya çıkmıştı. MAD’ın elinde Mundlos hakkında bir dosyada bulunduğu ve dosyanın araştırma komisyonlarına sunulmak yerine imha edildiğinin anlaşılmasından sonra kamuoyu duruma tepki göstermişti.
İkinci olarak NSU cinayetlerinin sonuncusu olan Halit Yozgat olayında cinayetin gerçekleştiği kafede bulunan A.Temme isimli istihbarat ajanı o sırada bilgisayarda sohbet ettiğini ve cinayeti fark etmediğini öne sürmüştü. Buna ek olarak 2017’de Hessen eyalet istihbarat dairesinde NSU ile ilgili bilgiler bulunduğu tahmin edilen bir rapor olduğunun ortaya çıkmasının hemen ardından belgenin mahkeme kararıyla120 yıl erişime kapatılması şüpheleri artırmıştı.
NSU ile ilgili olabilecek pek çok istihbarat dosyasının mahkemeye açılmaması veya imha edilmesi nedeniyle istihbarat örgütleri ve NSU arasındaki ilişki hala aydınlatılamadı.
Dava nasıl sonuçlandı ve kamuoyunun karara tepkisi ne oldu?
Çarşamba günü sonuçlanan davada baş sanık Beate Zschäpe beklendiği gibi ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken savcılığın örgüte Ceska marka silahları temin ettiği için on dört yıl istediği Wohlleben’a sadece on yıl ceza verilmesi şaşkınlıkla karşılandı. Davacı ailelerde ve kamuoyunda hayal kırıklığı yaratan diğer bir karar da örgüte destek vermek suçlamasıyla yargılanan diğer sanıklara en fazla üç yıl olmak suretiyle verilen cezaların azlığı oldu. Nitekim bunlardan Andre Eminger’in iki buçuk yıl ceza aldığı açıklanırken mahkeme salonunda davayı takip eden Neonaziler alkışlayarak karara destek verdiler. Savunma avukatı Alexander Hoffmann “Bu karar terör üyesi destekçilerine gidin ve dilediğiniz eylemi yapın bunun için sadece iki buçuk yıl ceza alacaksınız mesajını vermiştir” diyerek cezanın azlığına tepki gösterdi.
NSU davası başladığından beri ırkçılık karşıtı Almanlar, sivil inisiyatif ve gazeteciler tarafından yakından takip ediliyor. Nitekim Almanya çapında “Daha Bitmedi” (Kein Schlussstrich) adıyla bu dava sonucuyla NSU dosyasının kapatılmaması yönünde eylemler düzenlendi. Kurbanların yakınları ve Alman kamuoyu isecinayete kurban giden Türklerin hangi kritere göre seçildikleri, örgütün kullandığı silahları nereden temin ettiği ve Alman istihbaratının NSU ile ilişkisi gibi pek çok konunun aydınlatılmadığı kanaatini taşıyor.
Alman resmi makamları davada karanlıkta kalan noktaları aydınlatma noktasında yardımcı bir tutum takınmadı. Dolayısıyla Almanya’da NSU ile başlayan dava sürecini ülkede kurumsal ırkçılıkla yüzleşip bu konuda mücadele gösterilene kadar kapanmış kabul etmek mümkün görünmüyor.