Birleşmiş Milletler (BM) Çevre Şefi Inger Andersen, Covid-19 salgınının iklim krizi ile ilgili ‘açık bir uyarı’ olduğu değerlendirmesinde bulunarak, "Vahşi doğada çok daha ölümcül hastalıklar olduğu göz önüne alınırsa, doğa bize bir uyarı atışında bulundu ve insanlığın ateşle oynadığını söyledi" dedi.
Uzmanlar, korona virüs salgınında enfeksiyon riskini artıran ana unsurun iklim değişikliği olduğunu vurguluyor. Atmosfere salınan sera gazları, doğayla barışık tasarlanmayan kentleşme, ormansızlaştırma gibi insan kaynaklı faaliyetlerin bu krizi derinleştirerek dünyayı olağanüstü olaylara taşıdığına dikkat çekiliyor. İklim değişikliğinin etkileri konusunda bilim insanlarının uyarılarının yıllardır gözardı edildiği gerçeğine de dikkat çeken uzmanlar, Londra Zooloji Topluluğu’ndan Prof. Dr. Andrew Cunningham’ın, 2007 yılında 2002-2003 sars salgınını konu alan araştırmasında yer alan verilerine ve 'At nalı yarasalarında çok fazla miktarda bulunan Sars-CoV gibi virüsler, güney Çin’deki egzotik memeli hayvan yeme kültürüyle de birleşince adeta bir saatli bomba etkisi oluşturuyor' ifadelerine dikkat çekerek, yaşanılan salgının uyarısının 13 yıl önce yapıldığını ortaya koyuyor.
BM Çevre Şefi Inger Andersen da, “Vahşi doğada çok daha ölümcül hastalıklar olduğu göz önünde alınırsa, doğa bize bir uyarı atışında bulundu ve insanlığın ateşle oynadığını söyledi” ifadeleriyle, Covid-19 salgınını, iklim krizi ile ilgili ‘açık bir uyarı’ olarak değerlendirdi.
SALGIN, İKLİM KRİZİNE BAKIŞI DEĞİŞTİREBİLİR Mİ?
Uluslararası Çevre ve Kalkınma Enstitüsü Direktörü Andrew Norton ise küresel salgın olarak ilan edilen korona virüs salgınının, insanlığın küresel çapta birbirine ne kadar bağımlı olduğunu ortaya koyduğunu ve bu farkındalığın iklim değişikliği mücadelesinde daha sıkı önlemler alınmasının yollarını açabileceğini söyledi.
Covid-19 salgınının etkilerinin çevre, ekonomi ve siyaset alanlarında görüleceğini belirten Norton, bundan sonrası için de şu yorumu yaptı:
"Korona virüs salgını, ölçüsünü henüz kestiremediğimiz bir küresel trajedi ve olasılıkları şimdiden kestirmek çok güç. Bu pandeminin emisyonlar, küresel ve ulusal politikalar ve sosyal değişiklikler bakımından iklim değişikliği ve iklim eylemleri üzerindeki etkisinin ne olacağı asıl düşünülmesi gereken şey. Ancak uzun vadede küresel olarak bizi birbirimize bağlayan bağları anlamamızı sağlarsa, insanlık iklim krizini kavrama noktasında önemli bir şansa sahip olacaktır."
Norton ayrıca, Çin’de salgın sebebiyle üretimin azalması nedeniyle emisyon düşüşünün gözlemlenmesinin, endüstriyel duraksamadan kaynaklandığını ve uzun vadede bir sonuç vermeyeceğini belirtirken, iklim değişikliği mücadelesinde başarılı olabilmek için enerji politikalarında değişiklik yapılması ve fosil yakıt yerine alternatif enerji kaynaklarının tercih edilmesi gerektiğini söyledi.
AB’NİN 2050 YILI HEDEFİ 'SIFIR KARBON'
Brüksel merkezli endüstri grubu Foratom'un Genel Müdürü Esa Hyvarinen, AB’nin 2050 iklim değişikliği hedefinin ‘sıfır karbon’ olduğunu hatırlatarak, bu hedefin tutturulması için yapılması gerekenleri şöyle anlattı:
"Nükleer enerji, birliğin iklim hedeflerine ulaşmasında önemli bir rol oynayacak. Avrupa Birliği'nin 2030 yılı için temel iklim hedefleri ise şunlardır; sera gazı emisyonlarında en az yüzde 40 azalma, yenilenebilir enerji için en az yüzde 32 pay ve enerji verimliliğinde en az yüzde 32.5'lik bir iyileşme. AB, uzun vadeli stratejisinde 2050 yılına kadar iklim açısından tarafsız olmayı hedefliyor. Uzun vadeli strateji olarak da 2050 yılına kadar iklime zararsız bir hale gelmeyi hedefliyor. Ancak 2050 yılı hedefine ulaşmak, 2030 karbondioksit seviyelerindeki azaltım hedefleri göz önüne alındığında pek mümkün görünmüyor. Dolayısıyla, üye ülkelerin kendi düşük karbon salınımına sahip enerji kaynaklarını seçebildiği sürece, komisyonun bu hedef değerleri yükseltmesini destekliyoruz. Sera gazı emisyonlarının azaltılmasını beklerken, nükleer gibi düşük karbonlu teknolojilere yatırımı engellemek zarar verici olur. Foratom, Avrupa Birliği'nin 2050'de karbonizasyon hedeflerine ulaşmak için nükleer enerji de dahil olmak üzere tüm düşük karbonlu enerji kaynaklarına ihtiyacı olduğuna inanıyor. Bu, insanlara güvenilir ve uygun fiyatlı elektrik sağlanması yanı sıra birliğin sürdürülebilir ve düşük karbonlu bir geleceğe ulaşmasını da garantileyecek."
KÜRESEL EMİSYONLARDA SALGININ ETKİSİ
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre, 2019’da dünya ekonomisi yüzde 2.9 oranında büyürken küresel emisyon değeri 33 gigaton olarak sabit kaldı. IEA, bu sonucu öncelikli olarak rüzgar ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerjinin artan oranı ve daha fazla nükleer enerjinin üretiliyor olmasına bağlamıştı. İklim bilimciler küresel karbon emisyonlarının 2020 yılında artacağını öngörüyordu ancak korona virüs salgını sebebiyle tam tersi yaşanıyor.
Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) Başkanı Fatih Birol, “Emisyonlardaki düşüş, hükümetlerin iklim politikaları kapsamında aldığı bir karardan değil milyonlarca insanın ekonomik çöküş sebebiyle işini kaybetmesi nedeniyle yaşanıyor” diyerek, fosil yakıt kaynaklı emisyonlardaki keskin düşüşün bir iklim zaferi olarak görülmemesi konusunda uyardı. Birol, “Bu, bir yandan ekonomiyi iyileştirmek adına paketler oluşturmak için, öte yandan da kirli yatırımları azaltıp enerji dönüşümünü hızlandırmak için dünyaya verilen tarihi bir fırsat” yorumunu yaptı.
ELEKTRİĞE BAĞIMLILIĞIMIZI GÖSTERDİ
Salgının, insanlığın ne kadar da elektrik enerjisine bağlı olduğunu bir kez daha gösterdiğini belirten Birol, korona virüs salgınının etkilerinden kurtulabilmek için temiz enerji kaynaklarının desteklenmesi gerektiğini belirtti. Salgın sürecinde hastanelerde uygulanan tedavi için gereken suni solunum cihazları ve tüm diğer medikal aletlerin çalıştırılması esnasında elektrik enerjisine ne kadar ihtiyaç olduğunu hatırlatan Birol, evlerde kalınan bu günlerde bolca kullanılan dijital teknolojinin bile elektriğe ne kadar çok gereksinme olduğunu ortaya çıkardığını söyledi. Enerjinin sürekli ve güvenilir bir şekilde sağlanabilmesi için ise yöntemlerin belli olduğunu dile getiren Birol, böylesi kriz dönemlerinde elektrik talebindeki ani artış ve azalışa da hızlı cevap verebilecek esnek özelliğe sahip enerji kaynaklarına ihtiyaç olduğunu vurgulayarak, şunları ifade etti:
"Çoğu elektrik sistemi esneklik konusunda, kısa sürede üretimini hızla artırıp azaltabilen doğal gaz santrallerine güvenmektedir ve bu da doğal gazın temiz enerjiye geçiş konusundaki kritik rolünün önemini vurgular. Bugün, çoğu doğal gaz santrali, sadece sistemin zaman içindeki talep değişikliklerine uyum sağlamasına yardımcı olmak için kullanıldıklarında ise para kaybederler. Elektrik üretiminin sıkça unutulan beygir gücü olan hidroelektrik, güçlü kapasiteye sahip nükleer enerji gibi esnek kaynaklar ülkelerde güvenli elektrik arzının sağlanmasında önemli seçeneklerdir. Politika yapıcıların, elektrik güvenliğine katkılarından dolayı farklı kaynakların yer aldığı seçenekleri tercih etmeleri, uygulanabilir iş modelleri oluşturmalarını sağlayabilir. Hükümetler şu anda haklı olarak halk sağlığı gibi acil durumlara odaklanıyor. Bu olağanüstü zamanlarda, pek çok şey olmadan idare edebiliriz, ancak elektrik olmadan idare edemeyiz."