İran-İsrail geriliminde dikkat çeken Türkiye detayı

İstanbul Gelişim Üni. Öğr. Üy. Doç. Dr. Fatih Fuat Tuncer, İran-İsrail arasında yaşanan gerilim hakkında Aksam.com.tr'ye özel açıklamalarda bulundu. Tuncer,''Türkiye, İran-İsrail krizinde bölgesel istikrarın barış ve güvenliğin korunmasını bu çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmesini istemeyen bir politika izliyor. Bu noktada İran'ın misillemesinde ve açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre Blinken-Fidan görüşmesinden haberdar olduğumuza göre Türkiye aslında İran'dan aldığı bilgileri bölgesel savaşa iletmemek için ABD ve İran arasında bir arabuluculuk yapıyor. Bu anlamda Türkiye barışa ve istikrara katkı sağlayabilecek en önemli ülkelerden bir tanesi.'' dedi.

aksam.com.tr

EDA CABUL IŞIK

İstanbul Gelişim Üni. Öğr. Üy. Doç. Dr. Fatih Fuat Tuncer, İran-İsrail arasında yaşanan gerilimin perde arkasını ve Türkiye'nin bu krizdeki rolünü aksam.com.tr'den Eda Cabul Işık'a değerlendirdi.

İran-İsrail geriliminin tarihsel kökenine dikkati çeken Tuncer, "İran ve İsrail gerilimini başlatan birçok farklı sebep var. Bu sebeplerin tarihsel kökeni de var. Son yaşanan krizi üzerinden bir okuma yapmak gerekirse bilindiği üzere İsrail ve İran arasında karşılıklı birbirlerini bir öteki düşman olarak görme eğilimi var. Her iki tarafın birbirini yok edilmesi gereken bir güç olarak görmesi. Yine İran'ın özellikle Irak sonrası ve Mısır'ın Camp David anlaşmaları sonrası sonrası kendisini Filistin davasını savunan bir yere oturtup İslam dünyası üzerine de bir liderlik hedefine girişmesi. Bu şekilde iç kamuoyunda İsrail'i ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak lanse etmesi. Bu şekilde de bölgedeki Şii nüfus üzerinde bir etki yaratmaya çalışması. Aslında temel sorun bu." ifadelerini kullandı.

"BU GERİLİMİ SAĞLAYAN 7 EKİM SONRASI İSRAİL'İN GİRİŞTİĞİ SOYKIRIM"

İran'ın dünya genelinde beklenen baskıyı İsrail üzerinde oluşturamadığını belirten Tuncer, "Bu sorunu şu an ki haline getiren şey artık saldırının İran'ın vekil güçleri ve İsrail arasındaki hesaplaşmanın ötesine geçip İsrail'in direkt Şam Büyükelçiliği'ne saldırı gerçekleştirmesi ve İran'ında ilk kez kendi toprakları üzerinden İsrail'i vurması ve ilk kez İran'a devlet olarak Arap devletleri dışında İsrail'e saldıran bir devlet payesi yüklemesi. Ama hiç kuşkusuz ki bu gerilimi sağlayan 7 Ekim sonrası İsrail'in giriştiği soykırım ve bu güne kadar Filistin davasını en çok savunan ülke imajındaki İran'ın dünya genelinde beklenen baskıyı İsrail üzerinde oluşturamamasıydı." dedi.

Tuncer, açıklamalarını şu ifadelerle sürdürdü:

İran-İsrail geriliminin tarihsel kökenine , İslam devrimi öncesi Pehleviler dönemi İran-İsrail ilişkileri bu kadar gergin değil. İran, İsrail'in önemli bir petrol tedarikçisi. Özellikle Arap-İsrail Savaşları döneminde iki ülkenin iş birliği oldukça iyi. Ancak İslam Devrimi sonrası bu durumun değiştiğini görüyoruz. Çünkü İslam Devrimi'ne giden süreçte ülkedeki Amerikan karşıtlığı, özellikle Pehlevi dönemin batı ile olan ilişkileri, İslam Devrimi'nin buna zıt bir yapıda olması. Daha sonra Arap İsrail savaşları sonrası Camp David anlaşmaları sonrası bölgede İslam dünyasına liderlik etme ideali aslında İran-İsrail gerilimini ortaya çıkaran bir durum. Lübnan iç savaşında İran'ın tutunduğu durum, Lübnan içerisindeki Filistinli gruplarla İran'ın ilişkisi ve İsrail-Filistinli örgütler arasındaki mücadele ve İran'ın bu örgütlerle olan ilişkisi Filistin-İsrail ilişkisini sorunlu bir hale getirdi. Özellikle bu gerilimin Arap İsrail savaşlarının sona ermesi özellikle Camp David sonrası İsrail'in İran ile zıtlaşması, İslam Devrimi'nin de kendisine öteki olarak İsrail'i belirlemesiyle çok yakından ilgisi var. Tarihsel süreç içerisinde İsrail'in Devrim Muhafızları içerisinde bir Kudüs Gücü komutanlığının olması, Hizbullah ile İran'ın organik ilişkisi bunların temel sebepleri arasındadır.

"TÜRKİYE BARIŞA VE İSTİKRARA KATKI SAĞLAYABİLECEK EN ÖNEMLİ ÜLKELERDEN BİR TANESİ"

İran-İsrail geriliminde Türkiye'nin barışçıl bir politika sergilediğini söyleyen Tuncer, "Türkiye, İran-İsrail krizinde bölgesel istikrarın barış ve güvenliğin korunmasını bu çatışmanın bölgesel bir savaşa dönüşmesini istemeyen bir politika izliyor. Bu noktada İran'ın misillemesinde ve açık kaynaklara yansıyan bilgilere göre Blinken-Fidan görüşmesinden haberdar olduğumuza göre Türkiye aslında İran'dan aldığı bilgileri bölgesel savaşa iletmemek için ABD ve İran arasında bir arabuluculuk yapıyor. Bu anlamda Türkiye barışa ve istikrara katkı sağlayabilecek en önemli ülkelerden bir tanesi." ifadesini kullandı.

"7 AYDIR SÜREN SAVAŞ TÜRKİYE'NİN SÖYLEMİNİ HAKLI ÇIKARMIŞTIR"

İsrail'in Filistin'e saldırılarının bölgesel savaş riskini de ortaya çıkardığını belirten Tuncer sözlerine şöyle devam etti:

Bu sadece Tahran-Ankara arası bir görüşme olarak değil aynı zamanda Tahran'ın Batı ile olan ilişkilerini organize eden bir yapıda. Bu anlamda bir kolaylaştırıcı ülke konumunda diyebiliriz. Ama Türkiye'nin 7 Ekim'den sonra ısrarla vurguladığı, Filistin'deki duruma müdahale edilmesi, İsrail'in dizginlenmesi gerektiği uyarıları haklı çıkmıştır. Çünkü Türkiye o günden bugüne bu durumun bölgesel çatışmaya dönüşme riski olduğuna vurgu yapmış ve ne yazık ki 7 aydır süren savaş Türkiye'nin en başından bu yana var olan söylemini haklı çıkarmış ve bu savaş bir soykırıma dönüştüğü gibi aynı zamanda bölgesel bir savaş riskini de ortaya çıkarmıştır.

ABD BU KRİZİN NERESİNDE?

İsrail'in Şam Büyükelçiliği'ne saldırısının tüm denklemi bozduğunu söyleyen Tuncer, "1 Nisan'daki Şam Başkonsolosluğu'na yapılan saldırı sonrası İran'ın bir cevap verip veremeyeceği tartışılmıştı. Ürdün'deki Amerikan Elçiliğine İran'ın vekil güçleri tarafından gerçekleştirilen saldırı sonrası arka kapı diplomasisi ile Amerika ve İran arasında karşı karşıya gelmeme ve çatışmayı bölgesel bir savaşa dönüştürmeme konusunda bir anlaşma sağlanmıştı. Bu anlaşmada yine Türkiye'nin rol alması önemli olmuştu. Ancak İsrail'in saldırısı tüm denklemi bozdu diyebiliriz. Mart ayı başında da İran'da parlamento seçimleri yapılmıştı. Devrim'in 45. Yılında seçimlere katılım oranı İran İslam Devrimi'ne karşı vatandaşların onayı anlamına da gelecekti ancak yüzde 42 gibi bir katılımla insanlar rejimin meşrutiyetinin sorgulanmasına yol açtığını düşünebiliriz. İran içerideki bu sorgulamaya paralel birde İsrail'in saldırısına cevap veremeseydi hem içeride hem de dışarıda direniş ekseni olarak tanımladığı kendisine bağlı olduğu düşünülen yapılar karşısında zora düşecekti. Onun için bir cevap vermesi gerekliydi." dedi.

"İSRAİL ÇOK GÜÇLÜ DEVLET İMAJINI YİTİRMİŞ OLDU"

İran'ın saldırısı sonrası İsrail'in güçlü devlet imajının zedelendiğini belirten Tuncer sözlerine şu ifadelerle devam etti:

İran bölgedeki ülkelere bilgi vererek bölgesel bir savaş çıkmasının önüne geçerek karşı tarafın hasarı karşılamasına imkan tanımıştır. Hem de kendi içerisinde İsrail'e bir cevap verememek gibi gir duruma düşmesinin de önüne geçmiştir. Biz sonunda neyi gördük? Aslında her iki tarafında kazandığını ilan ettiği bir saldırıyı gördük. İran ilk kez kendi topraklarından İsrail'e bir saldırı gerçekleştirdi. İsrail'e ilk kez Arap Devletleri dışında bir devletten saldırı aldı. Bu da İsrail'in güvenliğini tek başına sağlayamadığı tartışması çıkardı. Biz o gece İngiliz ve Amerikan uçaklarının İsrail'in savunmasına yardım ettiğini gördük. Bu açıdan bu saldırı önemli bir psikolojik eşiğin aşılmasına sebep oldu. Bu sayede İsrail çok güçlü devlet imajını yitirmiş oldu. İsrail'in karşı bir saldırı yapması gündeme geldi.