AA
Hindistan ve Çin arasında geçtiğimiz mayıs ayında, iki ülkenin sınır hattında bulunan Pangong gölü çevresinde başlayan gerilim ve ardından 20 Hint askerinin ölümüyle sonuçlanan Galwan krizine ilişkin AA'da Duygu Çağla Bayram tarafından yayınlanan analizde konunun perde arkası ve muhtemel senaryolar irdelendi.
Hindistan ve Çin arasında 4-5 Mayıs günlerinde Pangong gölü çevresinde başlayan gerilim, 15 Haziran gecesi açıklanan resmi kayıtlara göre 20 Hint askerinin ölümüyle sonuçlanan Galwan krizini doğurdu. Çin’in resmi kanallarından bu yönde herhangi bir açıklama gündeme gelmemiş olsa da Hint medyasına yansıyan bilgiler ışığında, aralarında birlik komutanının da bulunduğu 43 Çin askerinin öldüğü ifade ediliyor. Neredeyse son 45 yıldır Hint-Çin sınırında ölümle sonuçlanan bir çatışma yaşanmamasına karşın, sınır bölgesindeki gerginliğin iki ülkeyi adeta bir saatli bomba gibi her daim tetikte tuttuğu bugünlerde, kavgalar yeniden alevlendi. Nitekim bugün adına “fiili kontrol hattı” denilen Hint-Çin sınırında tarafların uzlaşması hiçbir zaman söz konusu olmadı ve olması da imkânsıza yakın. Uzlaşmanın imkânsızlığı ise Çin tarafından üretilen “fiili kontrol hattı” kavramına “açıklık” getirilememesinden kaynaklanıyor.
“FİİLİ KONTROL HATTI” NE ANLAMA GELİYOR?
Bugün Hint-Çin sınırını ifade etmek için kullandığımız fiili kontrol hattındaki belirsizlik nedeniyle, Hint-Çin sınırı Hindistan’a göre 3 bin 488 km, Çin’e göre 2 bin km, halbuki gerçekte 4 bin 57 km’dir. Fiili kontrol hattı kavramını üretip tanımlayan ve Hindistan’a dayatan Çin’dir. Çin Başbakanı Cou Inlay ilk olarak Tibet olayının sıcaklığı sırasında, 1959’da kavramı tanımlamış ve ardından 1962 savaşından tek taraflı ateşkesle geri çekilirken 1959’da tanımladığı hattın 20 km gerisine çekildiğini ifade etmiş ve 1962’de yeniden tanımlamıştı. Buna göre, “fiili kontrol hattının batısı, Çin’in geleneksel olarak sürekli gösterdiği ve fiili kontrolü uyguladığı çizgidir”. Ancak söz konusu çizginin net bir karşılığı yok. Dolayısıyla Hindistan ilk etapta fiili kontrol hattı kavramını kabul etmemiştir.
“Ladakh krizi” olarak adlandırdığımız günümüz Hint-Çin sınır kavgalarının görüldüğü doğu Ladakh, Galwan vadisi, Pangong gölü gibi yerler esasen Keşmir coğrafyasının Ladakh bölgesi uzantısıdır ve fiili kontrol hattının “batı sektörünü” ifade etmektedir. Fiili kontrol hattı üç sektörden oluşuyor: Hindistan ve Çin’i Ladakh topraklarından Sincan ve Tibet topraklarını ayıran bölüm, batı sektörüdür. Doğu sektörü Arunaçal Pradeş ve Sikkim’i Sincan topraklarından ayırır. Hindistan’ın Himaçal Pradeş ve Uttarakhand topraklarını Tibet’ten ayıran kesim ise orta sektördür. Uttarakhand sınırlarında yer alan Barahoti ovalarının dışında orta sektörün en az tartışmalı bölüm olmasının yanı sıra, doğu sektörünü ifade eden “McMahon hattı” Çin tarafından kabul görmemektedir. Bunun nedeni, bugün Hindistan’ın bir parçası olan Arunaçal Pradeş’in esasen Çin’in talep ettiği bir bölge olmasıdır. Nitekim 1914 Simla Antlaşması’yla çizilen McMahon hattı, Büyük Britanya İmparatorluğu tarafından Tibet’i bir tampon bölge yapma stratejisinin bir ürünüdür. Fakat 1959’da Tibet’i kontrolü altına alan Çin ise Arunaçal Pradeş bölgesini de Tibet topraklarının bir uzantısı olarak değerlendirmekte ve “Güney Tibet” olarak adlandırmaktadır. Burada özellikle Budist kültürün baskın olduğu Tawang bölgesi Çin’in ayrıca önem verdiği bir kesimdir. Bunun yanı sıra, Arunaçal Pradeş tarafında yer alan Assam’ın bazı toprakları üzerinde de Çin’in hak talebi söz konusu. Yine fiili kontrol hattının doğu sektörüne dâhil edebileceğimiz Sikkim’i Çin’in 2003’te Hindistan’ın bir parçası olarak tanıdı. Sikkim’in 1975’e dek tıpkı Butan ve Nepal gibi bağımsız bir Himalaya Krallığı olarak iki ülke arasında bir tampon görevi görmekteyken referandumla Hindistan’a bağlanması aslında Çin tarafından kabul görmemekte ve zaman zaman Sikkim’in bağımsızlığı yönünde söylemlere tanıklık edilebilmektedir. Bu gerilimlerde, Hindistan’ın Tibet Özerk Bölgesi’nin Çin’e ait olduğunu 2003’te tanımasının, 1959’da sığınma teklifinde bulunduğu Dalay Lama’yı ve onun kurduğu sürgündeki Tibet hükümetini bugün hâlâ topraklarında ağırlıyor olmasının etkisi büyüktür.
Öte yandan, bugünlerde yaşandığı gibi, Hint-Çin sınır kavgalarının fiili kontrol hattının yoğun olarak batı sektöründe düğümlenmesindeki en önemli neden, sınırın bu bölümünün tarihten gelen belirsizliğidir. Başka deyişle, İngilizlerin McMahon hattıyla sınırın doğusunu belirlemesine yarayan Simla Antlaşması gibi bir anlaşmanın sınırın batısında vücuda gelmemesi, söz konusu topraklardaki belirsizliği daha da çıkmaza sokmaktadır. Nitekim batı sektöründe yer alan ve oldukça stratejik bir bölge olan Çin kontrolündeki Aksai Chin, tarihte Britanya’ya aitken Britanya Hindistanı’na ait değildi. Dolayısıyla Britanya mirasını devralan bağımsız Hindistan’ın her ne kadar hak talebi olsa da, tarihsel uzantıdan başka, iddiasını temellendirebileceği bir anlaşma hükmü söz konusu değildir.
FİİLİ KONTROL HATTI ÇIKMAZININ GÖLGESİNDE DEĞİŞEN DENGELER
Hindistan ve Çin arasında yaşanan 1962 sınır savaşının ardından, 14 yıl sonra, 1976’da yeniden diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınır müzakerelerinin başlamasıyla ilk etapta “1988 uzlaşması”, akabinde 1993 ve 1996 anlaşmaları vücut buldu. İkili ilişkilerde şimdiye dek yaşanan sayısız sınır müzakeresi ve sınır anlaşmaları içinde bu üçü önemlidir. Hindistan fiili kontrol hattını “kavramsal olarak” 1993’te kabul etmesine karşın, günümüze değin hâlâ kavramın sınırları üzerinde bir “açıklık” bulunmuyor. Bu konuda Hindistan’ın çok ısrarcı olmasına karşın, Çin’in kavrama dair görüş farklılıklarına açıklık getirmeye yanaşmadığı görülüyor. Fiili kontrol hattına açıklık getirilmemesi de Çin’in “statüko” kavramıyla esneklik kazanmasına yardımcı oluyor. Buradan çıkan sonuç, aslında Çin’in bir “fiili kontrol hattı” kavramı ürettiği, fakat kavramın hangi sınırlara karşılık geldiği konusuna açıklık getirilmesine yanaşmayarak ve “statüko” kavramıyla kendi esnekliğini kullanmaya çalışarak Hindistan’ı son zamanlara dek oyaladığıdır.
Bütün bu karmaşaya rağmen ne Çin’den ne de Hindistan’dan bir “savaş ilanı” gelmedi. 31 gün süren, Hindistan’da şok etkisi oluşturan bir yenilgiyle biten 1962 yılındaki savaş, Hindistan tarafında etkisi hâlâ süren derin izler bırakmıştır. Söz konusu yenilgi şöyle bir algı doğurmuştur: Hindistan Çin’den korkarak ve güven kaybı yaşayarak Çin’e karşı ne politik ne de diplomatik bir manevra alanı geliştirebilir; artık Asya politikalarında bir faktör olmaktan çıkmıştır. Çin’in Hindistan’dan daha erken bir vakitte, 1980’ler ve 1990’larda sınır altyapısını güçlendirmesine karşın, Hindistan sınır altyapısını 2005’ten sonra geliştirmeye başladı ve son zamanlarda epey iyi bir performans sergiliyor. Buna paralel olarak Hindistan hem kendisini güçlendirmekte hem “yakın” ve “genişletilmiş” çevrelere açılmakta hem büyük güçlerle ortaklıklar kurmakta hem de bu arada (kendi aleyhinde asimetrik bir ilişki de olsa) Çin’le bağlantı kurmaktadır. Dolayısıyla sınırdaki güç dengesi değişiyor ve 1962’den bu yana sınırda tartışmasız üstünlüğünün keyfini süren Çin de bunun farkında.
Neredeyse iki aydır süren Ladakh krizinin en önemli dinamiklerinden biri, Hindistan’ın stratejik anlamda gelişen altyapısı, bir diğeri ise bölgenin stratejik önemidir. Sınır bölgelerindeki altyapı projeleri gri alanlarda dinamik bir gerginlik nedenidir. Söz konusu altyapı çalışmaları iki ülke için de geçerli. Bunun yanı sıra, Himalayalar’daki arazi yapısı Hindistan için farklı, Çin için farklıdır. Hindistan tarafına erişim zor ve dolayısıyla Hint-Çin sınırında matematiksel olarak denklik söz konusu değil. Ancak Hindistan’ın da gelişmekte olan altyapısı bu dezavantajı değiştiriyor gibi görünüyor. Buna paralel olarak “statüko” da değişiyor. Dolayısıyla gerek genel durumda gerekse herhangi bir çatışma durumunda, Hindistan’ın askerlerini, insanlarını ve gerekli malzemelerini hızla sınıra taşıma yeteneği gelişiyor. Bu doğrultuda, bugünlerde çatışmaların yaşandığı yerler olarak doğu Ladakh, Galwan vadisi, Pangong gölü, Shyok çevresinin telaffuz edilmesi şaşırtıcı değildir. Pangong gölü Ladakh’ın savunması için stratejik önemde. Shyok vadisi de Nubra vadisi ve Siachen buzulu için önemli. Öte yandan, zaten Çin’in kontrol ettiği Aksai Chin bölgesi, Tibet’i Sincan’a bağladığı için, daha da önemlisi Çin’i Karakurum karayolu üzerinden Pakistan’ın Gwadar limanına, dolayısıyla Çin’i Hint okyanusuna ulaştırdığı için stratejik önemde.
Fiili kontrol hattına çok yakın bir bölgede, yani Galwan vadisinde, Hindistan’ın Shyok nehri boyunca Daulat Beg Oldie’ye (DBO) uzanan ve inşasına 2000’de başladığı (ve her ne kadar 2012’de bitirmeyi öngörse de bölgedeki nehir sularının taşkınları nedeniyle şu ana dek tamamlayamadığı) yeni yol inşaatı, yani 255 kilometre uzunluğundaki ve 8 köprüyü içeren Darbuk-Shyok-DBO yolunun yıl sonunda tümüyle tamamlanması bekleniyor. Nitekim Narendra Modi hükümetinin sınır altyapı projelerine özel önem verdiği de biliniyor. Bu yol Leh’i stratejik Karakurum’a bağlıyor ve Ladakh’ı Sincan’dan ayırıyor. Geçtiğimiz yıl Ekim ayında Darbuk’u DBO’ya bağlayan köprünün açılışı gerçekleşmişti. Ayrıca Modi hükümeti anılan köprüyle birlikte, Siachen buzulunu turizme açmıştı. Öte yandan, Shyok ve Karakurum arasında gelişmiş iniş alanının bulunduğu bir plato olan DBO, fiili kontrol hattına çok yakın ve dünyanın en yüksek iniş alanı ve önemli bir hava tedarik hattı. Modi hükümeti Darbuk-Shyok-DBO yolu da dâhil olmak üzere bu alanda sınır altyapısını geliştirmek için ciddi ölçüde bir uğraş vermektedir. Nitekim söz konusu yol Karakurum’a kadar uzanmakta ve Leh-DBO arasındaki süreyi iki günden altı saate indirmektedir. 15 Haziran gecesi Hindistan’ın 20 askerini kaybettiği Galwan vadisi ise anılan yoldaki Hint köyü Shyok ile bağlantıyı sağlıyor ve DBO ile Chushul arasında, İndus’un kollarından biri olan Shyok’a ve ötesindeki alanlara kolay erişim sağlayan Pangong gölü yakınlarında yer alıyor.
Hindistan’ın ayrıca geçtiğimiz Ağustos ayında Cammu Keşmir’in statüsünü değiştirmesi ve bölgenin haritasını yeniden çizmesi de dengeleri değiştirmişti. Pakistan tarafında önemli bir kaygıya yol açan söz konusu değişiklik Çin’i de ciddi anlamda rahatsız etmişti. Nitekim söz konusu statüko değişimiyle vücut bulan Hindistan’ın Ladakh Birlik Toprağı, esasen Hindistan’ın hak talebinde bulunduğu ancak Çin’in yönettiği Aksai Chin bölgesini de içeriyor. Ayrıca Pakistan’ın kontrolünde olan Gilgit Baltistan’ı da, Çin’i Pakistan’a bağlayan stratejik Karakurum yolu da bu bölgede ve bu yol, Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’nin stratejik bir parçası olan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru kapsamında Pakistan’ın güneyindeki Gwadar limanına yönelik mal taşımacılığında kilit önemde.
OLASI SENARYOLAR
Bugünlerde yaşanan Hint-Çin sınır kavgalarının genel bir ifadesi olan “Ladakh krizi”, iki ülke arasındaki klasik “güç gösterisi” taktiğinin bir tezahürüdür. Bugün “daha güçlü” olan Çin’in, Güney Çin denizi, Tayvan, Hong Kong örneklerinde de görüldüğü üzere, toprak taleplerini savunma çabalarını yoğunlaştırması dikkat çekici. Bunun beraberinde, tarihte hiç görülmeyen Hint-Amerikan ortaklığı, Hint-Batı yakınlığı ve her ne kadar kendisinin gerisinde de olsa Hindistan’ın gelişimi, Çin’in öncelikli kaygı radarına girmekte. Kuşak ve Yol Girişimi gibi bir projenin sahibi olan ve Hindistan’a nazaran oldukça hızlı yükselen Çin elbette küresel denklemde lider güç olmak istiyor. Ancak bunu yapabilmesi için önce bölgede Hindistan’ı ya dizginlemesi ya da “bypass” etmesi gerekiyor. Mevcut gidişata göre ise bu epey zor görünüyor. Hindistan Çin’den zayıf olduğunu ve tek başına hareket etmemesi gerektiğini biliyor ve bu nedenle ne Çin’e karşı duruyor ne de Çin karşısında kendini tek bırakıyor. Bu bağlamda Hindistan, “bağlantısızlık ilkesi” şeklindeki geleneksel çizgisini “stratejik özerklik” kavramıyla revize etmesinin ve stratejik düzlemde yakın ortaklıklar geliştirmesinin yanı sıra, özellikle Amerikan prizmasından gelişen “Hint-Pasifik” yaklaşımı başta olmak üzere, Çin’i provoke edebilecek, kutuplaşma döngüsüne evrilebilecek ve kendisini geleneksel çizgisinden tamamen koparabilecek potansiyel ittifak oluşumlarına temkinli yaklaşıyor. Dolayısıyla Hindistan, geliştirdiği “Hint tarzı denge” stratejisi sayesinde ABD-Çin rekabetinde kendine manevra alanı açıyor.
Çin’in ABD’yle yaşadığı rekabetin yanı sıra, Hindistan’la yaşadığı rekabette de yadsınamaz düzeydeki ABD desteğinden rahatsız olması, bugün yaşanan sınır kavgalarında da etkili olmakta. Her ne kadar askeri kapasite bakımından tartışmasız gücünü henüz koruyor olsa da ekonomik gücü sorgulanır bir durumda olan ABD, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) salgını dâhil olmak üzere Çin’i sıkıştırmak için her yolu deniyor. Bu doğrultuda, Hindistan kartını da er ya da geç kullanacaktır. Ancak gerek Çin gerekse Hindistan bu durumun farkında ve bugünlerde iki ülke arasında sınır kavgalarının yeniden alevlenmesi, Çin’in Hindistan’a gözdağı vermesi olarak okunmalı. Hindistan içinse durum biraz daha karışık. Zira başlangıçta sert bir duruş sergileyen Hindistan’ın, aynı zamanda geri adım attığı algısı oluşturan bir tutum içine girdiği de görülmüştür. Bu noktada, iç politikada da farklı algı operasyonlarına tanıklık edilse de, söz konusu tutum pragmatik mercekten okunmalı. Ayrıca Çin tarafında da gerginliğin yatıştırılması yönünde söylemlerin görüldüğü belirtilmelidir. Kısacası, sınır sorunları yüzünden 1962 savaşını yaşamış olan iki ülke de, olası bir savaşın kendileri için büyük kayıplara yol açacağının bilinciyle, “kontrollü” bir gerilim havası yaşıyor.
Çin’in Hindistan’la bir sınır savaşına girmesi, zamanlama açısından büyük hata olur. Hemen her konuda ABD desteğini yanında hisseden Hindistan ise söz konusu desteğe kendisini çok bağlamamak için elinden gelen her şeyi yapıyor ve en önemlisi ABD desteğini Amerikan çıkarlarına yarayacak bir “Çin savaşı” pozisyonuna dönüştürmüyor. Nitekim kendisini doğrudan Çin’in karşısında konumlandırması, Hindistan’ın en başta “kendi kaybı” olacaktır. Dolayısıyla bugün kontrollü bir şekilde de olsa yaşanan çatışmalara dair yapabileceğimiz en net okuma, iki ülkenin politik denklemde bir “güç gösterisine” duyduğu ihtiyaçtır. Bu bağlamda söz konusu çatışmaların savaşa evrilmeyeceğinin altı çizilmeli.