1
Macron Sorbonne’da Avrupa’nın yol haritasını ilgilendiren 100 dakikalık tarihi bir konuşma yapmış, AB’nin 2019-2024 yılları arasındaki transformasyon planından Fransa’nın üçüncü demiryoluna, avro bölgesinden bürokratik işleyişin yavaşlığına, tarım sübvansiyonlarından Paris’in 2024 Olimpiyat Oyunları’na ev sahipliği yapmasına kadar, muhtelif konuya değinmişti.
Macron’un AB’nin ekonomisine, federalist yapıdan yeniden üniter bir birliğe dönüşmesine, zayıf, hantal ve işlevini yitirmiş bürokratik mekanizmasına dair görüşleri kamuoyunda daha fazla yer buldu. Hâlbuki konuşmasının satır araları okunduğunda, Macron’un AB’nin hâlihazırda karşı karşıya olduğu sorunların üstesinden nasıl gelinebileceğini tartışmaktan ziyade, farklı bir Avrupa resmi tahayyül ettiği görülüyor.
Macron’un “Yeni Avrupası” uzun zamandan beri ilk defa “De Gaulle Avrupası”ndan keskin çizgilerle ayrışan bir resim sunuyor. Bu resimdeki temel fark, Fransa’nın da Almanya gibi liderlik rolü arayışı. Fransa’daki bu arayışın, Macron’un seçilmesiyle, ancak daha önemlisi Brexit süreciyle birlikte İngiltere’nin kıta Avrupası’ndaki hükümdarlığının yakın gelecekte sona erme beklentisi üzerine, yeni türden bir ‘Fransız-Alman işbirliğinin’ doğmasıyla kendisini göstermeye başladığı aşikâr.
AVRUPA SAVUNMA SANAYİSİNİN ÖZERKLİĞİ
Aslında Fransa ve Almanya’nın, devlet bazında ortaklarına yönelik tutumları itibarıyla, stratejik önceliklendirme sıralamasında bir ayrışmadan bahsetmek mümkün. Bu bağlamda, Fransa için İngiltere’nin, Almanya için de ABD’nin öncelikli partner olduğu tezi ileri sürülüyor. Buna mukabil, Paris’in son zamanlarda Londra’dan Berlin’e doğru bir yakınlaşma eğilimi içerisine girdiğine dair yeni ve güçlü bir sav var. Mevzubahis sava kanıt mahiyetinde sunulan başlıca örneklerden biri, Merkel ve Macron tarafından 13 Temmuz’da deklare edilen yeni nesil ortak savaş uçağı üretimi. Zira Fransa ve Almanya Avrupa savaş uçağını müşterek üretmeye karar vererek, mevcut durumda Avrupa’daki en büyük silahlanma projesinin altına imza attılar. Söz konusu yeni nesil savaş uçaklarının uzun vadede Almanya ve Fransa’nın hâlihazırda uçabilir konumdaki savaş uçaklarının yerini alması beklenirken, ortak uçak üretimi projesinin, diğer Avrupa ülkelerinin katılımına ve işbirliğine açık olduğuna dikkat çekiliyor.
Her hâlükârda, Fransa ve Almanya’nın yeni nesil savaş uçağı programını başlatma kararı, endüstriyel politikaların haricinde, gerek Avrupa siyaseti gerekse Avrupa savunması açısından önemli etkiler ve sonuçlar yaratacak nitelikte görülüyor. Birincisi, siyasi kontekst itibarıyla Fransız-Alman işbirliği, AB içinde İngiltere’nin yerini Fransız-Alman liderliğinin devraldığı düşüncesini doğurabilir. İkincisi, şayet Avrupa savaş uçağı programı yürürlüğe konulursa, Avrupa savunmasında farklı bir aşamaya geçişin önünü açabilir. Malum askeri havacılık, savunma endüstrisinde hem finansal yönü hem de inovatif teknoloji boyutuyla son derecede kritik bir rol oynuyor. Dolayısıyla proje, uzun vadede Almanya ve Fransa’nın askeri havacılıkta ne tür silah sistemleri kullanacağına işaret ederken, aynı zamanda havacılık gibi son derece önemli bir alanda Almanya ve Fransa’nın Amerikan firmalarına bağımlı kalmayacağı anlamı taşıyor. Daha açık bir ifadeyle Avrupa savaş uçağı üretimi, Alman-Fransız işbirliğinin, Avrupa savunmasının otonom yapısının korunması çabasının bir nüvesi ve taahhüdü şeklinde okunuyor.
Fakat ileri teknoloji gerektiren müşterek savaş uçağı projesine dair hükümlere varmadan önce, A400M örneğinde tecrübe edildiği şekilde, eski Avrupa savunma projelerinde karşılaşılan hatalar ve başarısızlıklar göz önünde bulundurulmalı. Keza bu tarz bir projenin, Almanya ve Fransa’ya gelecek 30 yılda asgari 60 ila 80 milyar avroluk bir maliyet getireceği de hesaba katılmalı.
Ancak savunma alanında Fransız-Alman işbirliğinin, salt müşterek savaş uçağı üretmekten ibaret olmadığının da altı çizilmeli. Örneğin Fransa, 1960’ların sonlarına doğru üretilen milli piyade tüfeği FAMAS yerine Heckler&Koch firması tarafından üretilen Alman menşeli HK-416’yı envanterine katacağını duyurdu. Buna ilaveten, yüksek korumalı zırha sahip tekerlekli ve paletli araçlar konusunda dünya liderleri arasında gösterilen Alman şirketi Krauss-Maffei Wegmann (KMW) ile yine Avrupa savunma sanayiinin öncü şirketlerinden olan Fransız menşeli ER birleşme kararı aldılar. Bu birliktelik, ortak dron üretimi hakkında verilen kararla ilk somut çıktısını verdi. Bilahare Fransa ve Almanya’nın, ABD’den Lockheed Martin üretimi turboprop motorlu askeri nakliye uçağı C-130J aldıkları ve bu uçakların da Fransa’nın Évreux şehrindeki Fransız-Alman ortak hava üssüne konuşlandırılacağı açıklandı. Görüldüğü üzere Fransız-Alman işbirliği, Avrupa savunmasının özerkliği ve kendi kendini idame ettirebilecek imkân ve kabiliyetleri kazanması açısından fazlasıyla önem arz ediyor. Bu doğrultuda, Fransız-Alman savunma ortaklığının seyrine ve elbette diğer Avrupalı müttefiklerin taleplerine bağlı olarak, Avrupa ordusunun yavaş ve kademeli bir şekilde inşa edilmek isteneceği öngörülebilir.
AVRUPA ORDUSU MÜMKÜN MÜ?
Kuşkusuz, AB ordusunun teşekkülü fikri ve bu fikir etrafında cereyan eden tartışmalar yeni değil. Fakat mevzunun son yıllarda sıklıkla gündeme taşınmasının ardında yatan bazı önemli gerekçeler var. Mesela Putin Rusyası’nın saldırgan ve yayılmacı dış politikası, yüksek risk ihtiva etmesi hasebiyle bahse konu gerekçelerin arasında öncelikli bir konumda. Rusya’nın Doğu Avrupa’daki etkinliğinin, en az Baltık ülkeleri kadar Almanya’yı da rahatsız ettiği ortada. Bu nedenle Almanya, Kırım’ın Rusya’nın ilhakına maruz kalması üzerine, Litvanya’ya NATO şemsiyesi altında bir birlik göndermişti. Öyle ki Rusya, Berlin için adeta Avrupa’nın savunma mimarisini ve topraklarını tehdit eden ülke konumunda. Aynı Rusya’ya Paris’in bakış açısı ise daha ziyade Fransa’nın çıkarlarını gözeten pragmatik ilişkilerin yürütülebileceği bir mahiyeti haiz. Bu anlamda Berlin ve Paris’in, risk ve tehdit algılamasında Moskova’ya bilfiil aynı gözlükten baktıklarını söylemek pek mümkün değil. Bu noktadan hareketle, Berlin’in sadece ekonomi, güvenlik ve savunma alanlarında değil, en başta Avrupa politikasında belirleyici rol oynayabilmek adına, Paris’in kendisine siyasi anlamda da angaje olmasını beklediği söylenebilir.
Neticede Almanya’nın, Fransa ile yürüttüğü işbirliği çerçevesinde, Avrupa kıtasında ekonomik liderliğin ötesinde, siyasi nüfuzunu ve askeri gücünü perçinleme ve yerleşik kılma amacına hizmet ettiği malum. Öte yandan Almanya’nın, gerek Neo-Nazi kanadının güçlendiği seçim sonrasındaki iç siyasi atmosferi ve gerekse Fransa haricinde diğer AB ülkeleriyle var olan uzlaşısının ve işbirliğinin seyri itibarıyla, bir müddet daha bekle-gör stratejisi izleyeceği, en azından aşamalı bir geçiş sürecini devreye alması muhtemel. Fransa kanadında ise Macron’un yaklaşımının tam aksine, Le Pen’in başkanlığını yürüttüğü aşırı sağcı Ulusal Cephe (FN), ortak ordu ve ortak savunma fikrine sert bir şekilde karşı çıkıyor. Öyle ki FN, Fransa’nın kendi para birimiyle, kendi ordusuyla, kısaca tamamen kendi öz imkân ve kabiliyetleriyle hem AB’den hem de NATO’dan çıkması gerektiğini savunuyor. Zaten 26 Eylül günü Macron’un bahsi geçen fikri açıklamasının akabinde, resmi internet sitesinden yaptığı açıklamayla FN, bunun Fransa’ya katkı sağlamayacağını duyurmak suretiyle, Le Pen’in seçim öncesindeki beyanatlarında kararlı olduğunu yeniden ortaya koydu.
Almanya ve Fransa’nın iç dinamiklerini bir tarafa koyacak olursak, Fransız-Alman işbirliği çok olumlu bir seyir izleyip Avrupa ordusunun kurulmasında tüm liderliği üstlense dahi, çözüme kavuşturulması gereken üç büyük sorun var: Birincisi NATO. NATO’ya rağmen böyle bir ordunun teşekkülü, en başta ABD’yi rahatsız edecektir. Kaldı ki Avrupalı müttefikler henüz NATO’nun GSYH’nin yüzde 2’sini savunmaya ayırma taahhüdünü bile yerine getiremiyorlar. Dolayısıyla, kurulması halinde Avrupa ordusunda personel, bütçe, lojistik, envanter gibi bir sürü sıkıntı yaşanacaktır. Ayrıca NATO ile Avrupa ordusunun görev alanlarının çakışmaması icap edecektir.
İkincisi, bir NATO gücü varken ve ona en büyük hizmeti ve desteği ABD sunarken, ikinci bir ordu yapılanmasına gitmeye gerçekten ihtiyaç var mıdır? Bu sorunun cevabı son derece kritiktir. Çünkü bu cevap, yeni bir ordunun kurulmasına dair haklı ve güçlü gerekçeler ortaya koyacaktır. Üçüncüsü, şayet ikinci sorunun cevabı olumlu ise, buna rağmen yeni bir ordu kurmak istemeyen diğer Avrupalı müttefikler nasıl ikna edilecektir? Örneğin Kırım, Ukrayna ve Baltık’taki anlık askeri tatbikatları nedeniyle Polonya’nın korkulu rüyası haline gelen Rusya’ya karşı Avrupa ordusu mu, ABD’nin öncülüğündeki NATO güçleri mi daha caydırıcı olacaktır? Örneğin Polonya bölgedeki en büyük desteği ABD’den görürken, Almanya-Fransa liderliğindeki bir Avrupa ordusuna yeterince güvenebilecek midir?
Yeni bir Avrupa ordusu teşekkül etmektense, mevcut NATO yapısını muhafaza edip bu yapıyı daha fonksiyonel ve etkili kılmak daha makul bir tercih sayılacaktır. Kısacası Fransız-Alman ortaklığındaki bir liderlikten bir Avrupa ordusunun doğabilmesi için, diğer Avrupalı müttefiklerin tezlerine karşı güçlü ve ikna edici argümanların üretilmesi şart.
Buna mukabil büyük resme baktığımızda, Fransız-Alman savunma ortaklığı ve konjonktürel koşullar sayesinde, belki de Avrupa ilk defa kendi ordusunu kurmaya bu kadar fazla yaklaşmıştır. Bunun da en belirgin üç nedeni var: Birincisi, İngiltere’nin Birlik’ten ayrılmasıyla bir güç boşluğunun oluşması. İkincisi, Rusya’nın eski yayılmacı Sovyet dış politikasını devreye sokması. Üçüncüsü ise Trump yüzünden, Avrupalı müttefiklerin ABD’yle ikili ve çoklu ortaklık ilişkilerindeki eski seviyenin ve samimiyetin kaybolması.AA