Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye'nin Doğu Akdeniz'de dengeleri değiştiren Libya adımı sonrası skandal bir görüşmeye imza attı. Macron, darbeci Sisi ile Libya mutabakatını konuştu.
SKANDAL AÇIKLAMA
Fransız cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamaya göre iki lider telefon görüşmesinde Libya'da çatışmaların yükselmesinin getireceği riskleri ele aldı. Macron ve Sisi tüm Libyalı ve uluslararası aktörlere temkinli davranma çağrısında bulundu.
Macron ve Sisi'nin Türkiye'nin Libya ile yaptığı deniz mutabakatı anlaşmasının uluslararası deniz hukukuna aykırı olduğu konusunda hemfikir oldukları bildirildi.
DARBECİ SİSİ DARBECİ HAFTER DESTEKLİYOR
Libya'da Katar ve Türkiye Birleşmiş Milletler tarafından meşru kabul edilen Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni desteklerken Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır, Hafter'le ittifak halindeki Tobruk hükümetini destekliyor.
LİBYA-TÜRKİYE DENİZ YETKİ ALANLARI MUTABAKAT MUHTIRASININ HUKUKİ ARKA PLANI
Türkiye sondaj ve arama faaliyetleri hamlesinin ardından, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Libya Ulusal Hükümeti Başkanlık Konseyi Başkanı Fayiz es-Serrac arasında 27 Kasım 2019’da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzaladı. TBMM de bu anlaşmayı onayladı ve Libya’nın onayını müteakiben BM Sözleşmesi’nin 102. maddesi uyarınca taraflar anlaşma metnini Birleşmiş Milletler'e tebliğ edeceklerdir. Türkiye, esasen Doğu Akdeniz enerji jeopolitiğini değiştirecek, stratejik ve tarihsel süreçte oyun değiştirici bir hamle anlamına gelen Türkiye-Libya anlaşmasıyla, bölgede yeni bir hukuki ve ekonomik inisiyatif almıştır. Yukarıda bahsedilen Akdeniz satranç oyununda Ankara "şah-mat" yapmıştır. Anlaşma sayesinde, Türkiye'nin bölge ülkeleriyle anlaşma yapamadığı konusundaki hipotez de yıkılmış ve Mısır-Lübnan-Suriye-İsrail sektörlerinde de yeni uzlaşı zeminlerine basamak teşkil edilmiştir. Böylece, Türkiye'nin hukuki ve siyasi açıdan Doğu Akdeniz’de dışlanmasının hukuken ve fiilen mümkün olmayacağı gerçeği açıkça ortaya konulmuştur.
Doğu Akdeniz’deki deniz alanlarının sınırlandırılması meselesi, sınırlandırma esnasında dikkate alınmayı gerektiren kendine özgü (unique) “özel durumları/özellikleri" (faktörleri) bünyesinde barındırıyor. Bilindiği üzere, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi (BMDHS) devletlerin deniz yetki alanlarının sınırlandırılması ve denizlerin yer altı ve su üstü kaynaklarının kullanımında, adil ve hakkaniyete uygun bir paylaşım anlayışı içinde yapılmasını öngörüyor. Doğu Akdeniz’de yaşanmakta olan MEB anlaşmazlıklarının temelinde coğrafi koşullar yatmakla beraber, devletlerin uygulamakta oldukları politikalar, BMDHS’de yer alan “hakkaniyet, hakça çözüm, coğrafyanın üstünlüğü, oransallık ve kapatmama” ilkelerini ihlal eder bir şekilde karşımıza çıkıyor. MEB’lerin hukuki rejimi 1982 tarihli BMDHS’nin V. kısım 55-75. maddelerince düzenlenmiştir. BMDHS’nin 57. maddesinde belirtildiği üzere, MEB, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz miliyle sınırlandırılmıştır. Bölgede yer alan kıyıdaş devletlerin karşılıklı kıyı uzunlukları 400 deniz milinden kısa olması nedeniyle, MEB sınırlarının belirlenmesi ancak karşılıklı mutabakatla mümkündür ve adalar MEB üzerinde tam olarak hak sahibi değildir, dolayısıyla egemenlik hakkı ileri süremezler. Kıta sahanlığıyla ilgili ilk dava olan 1969 Kuzey Denizi Davası'nda Uluslararası Adalet Divanı (UAD), sınırlandırmanın örf ve âdet hukukuna göre, “hakkaniyet prensiplerine” uygun bir şekilde ve bütün “ilgili durumlar” dikkate alınarak “anlaşma” ile yapılacağını belirtmiştir.
Yunanistan Girit’ten Meis’e kadar olan bölgedeki alanlarını tek bir sahil şeridi olarak kabul etmektedir. Türkiye ise özetle Doğu Akdeniz’de gerek kıta sahanlığı gerekse MEB sınırlarının öncelikle ana karalar arasında Türkiye, Mısır ve Libya arasında belirlenmesi gerektiğini savunmaktadır. Uluslararası hukuk bağlamında ele alındığında, GKRY’nin Kıbrıs adasının Akdeniz’de “ana kara” olması hipotezi üzerinden salt “eşit uzaklık” ilkesi hükümleri çerçevesinde akdettiği sınırlandırma anlaşmaları hukuken geçerli değildir. Zira Viyana Anlaşmalar Hukuku açısından GKRY Kıbrıs adasında yaşayan Türk halkını ve egemen bir devlet olarak KKTC’nin eşit haklarını göz ardı edip, hukuki bir yetki aşımı anlamına gelecek şekilde, tek taraflı imza yetkisine sahip değildir. Türkiye ve KKTC anlaşmalara itiraz ederek, Mısır ile yapılan anlaşmanın Türkiye’nin kıta sahanlığı haklarını ihlal ettiği, GKRY’nin ise KKTC tarafının eşitlik haklarını ağır şekilde ihlal ettiği ve bu ihlallerin hakça paylaşım ilkesine aykırı olduğunu bildirmiştir. Zira deniz alanlarının sınırlandırmasında, sahil coğrafyası, özellikle de sahilin genel yapısı büyük önem arz eder. Sınırlandırmada büyük ölçüde belirleyici olan, sahil coğrafyasının rolüdür ve iki prensip üzerine kurulur: "Kara denize hakimdir" ve "bu hakimiyetini denizle buluştuğu kıyıları (sahili) vasıtasıyla kurar”. Bu temel ilke ilgili bütün yargı kararlarında (Malta- Libya Davası, Ege Denizi Kıta Sahanlığı Davası, Gine/Gine Bissau Davası) vurgulanmıştır.