Türkiye 2019 yılının ikinci yarısını çok kritik dış politika hamleleri yaparak tamamladı.
Barış Pınarı Harekatı ile terör örgütü YPG'nin 'devletçik planı' sona ererken, Türkiye'nin Libya ile imzaladığı 'deniz sınır yetki anlaşması' Doğu Akdeniz'de yeni bir dönem başlattı.
Türkiye'nin Doğu Akdeniz özelinde attığı adımlar en az Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kadar Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'ni de rahatsız etti.
Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Dışişleri Bakanı Nikos Hristodulidis, geçtiğimiz günlerde Riyad'da en üst düzeyde ağırlandı. Kral Selman ile görüşen Rum bakan, Suudi Arabistan'dan destek sözü aldı.
Bu görüşmeden bir gün sonra da Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal Bin Ferhan Atina'ya giderek Yunan mevkidaşı ile bir araya geldi. İki bakan görüşmede 'bölgesel gelişmeleri ve ortak çıkarları' ele aldıkları açıkladı.
Peki, Körfez ülkeleri son dönemde neden Türkiye'ye karşı açık pozisyon almaya başladı? Yeni Şafak, gelişmeleri iki farklı uzmanla konuştu:
Mardin Artuklu Üniversitesi'nden Dr. Necmettin Acar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri öncülüğündeki bloğun Türkiye'yi uzun bir süre Suriye krizi ile meşgul etmek istediğine dikkat çekerek şunları söyledi:
"Türk dış politikasının Suriye'ye odaklanmasını istediler. Böylece Katar, Mısır, Pakistan ve İran gibi ülkeler Türkiye'nin görüş alanının dışında kalacaktı. Bu ülkeler şimdi de Libya'yı ve Güney Kıbrıs'ı kullanarak Türkiye'nin dış politikasını sınırlamak ve ipotek almak için yatırım yapıyor. Libya'da bir çıkarları yok. Türkiye'nin Libya ile anlaşma imzalamasının ardından buradaki krizi derinleştirmeye çalışıyorlar. Buradaki temel amaç da Türk dış politikasını ipotek altına almak"
"Körfez ile Türkiye arasında yaşanan gerilimin temel nedeni nedir?" sorusuna yanıt veren Acar, "Arap Baharı'ndan sonra Türkiye'nin temsil ettiği blok ile Suudi Arabistan'ın liderlik ettiği statükocu blok arasında rekabet oluştu. Türkiye demokrasi ve insan haklarını önemseyen bir blokken, Suudi Arabistan monarşi ve rejim güvenliğini önceleyen bir bloku temsil etti. Arap Baharı sürecinde sokaklar hareketlenince Türkiye'nin aldığı pozisyondan ötürü Suudi Arabistan ile Türkiye arasında çıkarlar arasında itilaf oluştu. Türkiye, Mısır ve Suriye gibi ülkelerde demokratik seçimlerle yöneticilerin iş başına gelmesi ve insan hak ve hürriyetlerin temsil edildiği bir yapı istedi. Suudi Arabistan ise bunu tehdit olarak gördü" değerlendirmesinde bulundu.
İNSAMER analisti Riad Domazeti ise Körfez ülkelerinin dış politika açısından iki gruba ayrılması gerektiğini belirtti:
"Türkiye ile Körfez monarşiler arasında ilişkiler bir bütün olarak ele almak doğru değildir. Burada Türkiye’nin çok iyi geçindiği ülkeler var, sorunlu ülkeler ve iletişimde sorun yaşadığı ülkeler olarak bir tasnif yapmak gerekir. Birinci grupta ele alabileceğimiz ülkeler Katar, Kuveyt ve hatta tarafsız olan Umman’ı bile sayabiliriz. Bu ülkelerle Türkiye ekonomik, askeri ve kültürel ilişkilere sahip ve her geçen gün bu ilişkiler güçlenmektedir. İkinci grupta, Türkiye’nin dış politikasına karşı duran ülkelerin başını Abu Dabi emiri, ve Birleşik Arap Emirliklerin (BAE) Devlet Başkanı Muhammed bin Zayed çekmektedir. 2013 yılında Mısır’da gerçekleşen askeri darbeden itibaren, BAE, Mısır ve Bahreyn’in yanı sıra Suudi Arabistan’ı da yanına alarak Türkiye karşıtlığı üzerinde bir politika geliştirdiler. Bu ittifakın en belirleyici aktörü de BAE Veliahtı Muhammed bin Zayed'dir"
BAE Prensi Muhammed bin Zayed'in Türkiye karşıtlığının öncüsü olduğunun altını çizen Domazeti, "Muhammed bin Zayed'in Türkiye’nin Ortadoğu’daki tezlerine karşı, Katar’dan Libya’ya kadar geniş bir coğrafyada ekonomik, lojistik ve askeri anlamda Türkiye’ye karşı bir politika geliştirmiş durumunda. BAE, Mısır ile birlikte medya alanında da Arap kamuoyunu hem Türkiye karşıtlığı hem de özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan karşıtlığı üzerine inşa edilen bir retoriğe sahip" ifadelerine yer verdi.
"SELMAN'IN POLİTİKALARINA ZAYED YÖN VERİYOR"
Suudi Arabistan'ın üçüncü grupta ele alınması gerektiğini savunan Domazeti şu ifadelere yer verdi:
"Suudi Arabistan çok ciddi bir ekonomik, kültürel ve toplumsal değişimden geçiyor. Ayrıca Suudi devletinde yönetim kademesinde jenerasyon değişikliği de yaşanıyor. Mevcut Kral Selman’ın yönetimi kurucu Kral Abdulaziz’in oğullarından sonuncusu ve yerinde kurucu kralın yeğenlerinden Muhammed bin Selman tahta geçmeye hazırlanıyor. Hatta fiili olarak Suudi Arabistan’ı yönetiyor. Bu çerçevede Türkiye ile Suudi Arabistan arasında iki temel sorunu olduğunu gözüküyor. Birincisi genç kuşaklardan olan Muhammed bin Selman, BAE Emiri’nin etkisi altında olduğunu ve onun akıl danışmanlığı sayesinde bölgesel politikalara giriştiğini görüyoruz. Bu da Suudi Arabistan’ı çok ciddi güvenlik ve ekonomik sorunlarıyla karşı karşıya bıraktı. Yemen müdahalesinden Katar ablukasına kadar tüm bu dış politika adımları Muhammed bin Selman'ın kendini kanıtlamak için acele kararlar olduğunu ve yanlış yönlendirme sonucunda icraatlar olduğunu gösteriyor. Suudi Arabistan’ın Türkiye ile ilgili Libya, Suriye, Akdeniz ve Kızıldeniz meselelerinde Muhammed bin Zayed’in etkisinin olduğunu söylemek mümkündür"
İKİ ÜLKE ARASINDA SAĞLIKLI İLETİŞİM SAĞLANMALI
Ankara ile Riyad arasındaki diplomatik krizlerin temel nedeninin sağlıksız iletişimden kaynaklandığını belirten Domazeti, şu değerlendirmeyi yaptı:
"Türkiye ile Suudi Arabistan arasında ikinci temel problemin de sağlıksız iletişimden dolayı kaynaklandığını söylenebilir. Zira Kral Selman koltuğa oturduktan sonra Türkiye ile yakınlaşma sürecine girmişti. Ancak onun ilerleyen yaşı ve oğlunun yönetiminde giderek yükselen belirleyici konumu, Kral Selman’a hadiselerin ne kadarı aktarıldığını ve ne doğrulukta iletildiğini soru işareti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kral Selman arasında daha sağlıklı bir iletişim köprüsü kurulursa, tüm bu sorunlar daha kolay ve hızlı bir şekilde hal edilebileceğini söylenebilir."
RUMLARLA İTTİFAK TÜRKİYE'NİN POLİTİKALARINI ETKİLEYEMEZ
"Son dönemde Kral Selman önce Yunanistan Dış İşleri Bakanını daha sonra GKRY Dış İşleri Bakanını kabul etti. Bu görüşmeler Libya’da Türkiye ile UMH arasında imzalanan deniz yetki sınır anlaşmasından sonra gerçekleştirildi. Söz konusu gelişmeler aslında Yunanistan’ın Türkiye’nin fiili olarak Akdeniz’de gerçekleştirdiği hamlelerin karşısında bölgesel bir direniş hattı kurmaya yönelik bir adım olarak okunabilir. Ama burada Türkiye’nin Akdeniz’deki politikalarını etkileyebilecek bir potansiyele sahip olduğunu düşünmek zor."