AA
Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi'nin Tayvan Adası'nı ziyareti uzun bir süredir gergin seyreden ABD-Çin ilişkilerini iyice sıkıntıya soktu. Amerika devlet hiyerarşisinde başkan ve başkan yardımcısından sonra üçüncü sırada gelen Pelosi'nin ziyareti, daha önce adayı çeşitli kereler ziyaret etmiş olan Kongre üyelerinin ziyaretlerinden daha farklı bir anlama sahip.
ABD Başkanı ve güvenlik bürokrasisinin karşı görüşlerine rağmen Pelosi'nin adayı ziyareti, anayasa gereği birbirlerinin yetki alanlarına karışmayan kurumların kendi siyasi öncelikleri bağlamında açıklanamaz. Bunun yanında, yaklaşan Kongre ara seçimlerinde Çin karşıtı Cumhuriyetçi Parti'nin gerisinde kalmamak, ziyaretin arka planında yer alan ana mantığı görmemizi engellememeli.
PELOSİ'NİN TAYVAN ZİYARETİNİN ABD İÇİN ANLAMI
Pelosi'nin ziyareti üst düzey Amerikalı yöneticilerin adayı ziyaret etmelerinin ilk örneği olmasa da sebep olduğu kriz ve gerginlik bağlamında kesinlikle farklı bir konumda. Obama ile başlayıp Trump'la devam eden ve şimdi de Biden yönetiminin sürdürdüğü politikaya göre Çin'in yükselişi baskılanmalı ve Tayvan Adası'nın devam eden fiili bağımsızlığı sürdürülmeli. Tayvan'ın Çin'e katılması sadece Çin'in Amerika karşısındaki göreceli güç kapasitesini artırmaz, aynı zamanda Amerika'nın Hint-Pasifik bölgesindeki müttefiklerinin gözündeki itibar ve sunmuş olduğu güvenlik garantilerinin inandırıcılığını daha sorgulanır hale getirir. Ukrayna'ya müdahalesi sonrasında Rusya'nın daha da güçlenip başta Çin olmak üzere diğer devletlere cesaret verici bir örneğe dönüşmemesi için Amerika'nın benimsediği politikaları düşündüğümüzde, Washington'ın Tayvan konusunda daha şahin bir tavır takınacağını ileri sürmek abartılı olmaz.
İktidara geldiği 2021 yılından bu yana Biden yönetimi, demokrasiler ve otokrasiler arasında ikinci bir Soğuk Savaş'ın yaşanmakta olduğunu iddia ediyor ve bu bağlamda Çin ve Rusya gibi Batı dışı aktörleri varoluşsal tehdit olarak tanımlıyor. Hem Avrupa Birliği hem de NATO'nun önemli stratejik belgelerinde bu iki ülkenin adının tehdit ve zorluk olarak zikredilmesi tesadüfi değil. Pelosi'nin ziyaretinin, haziran ayının sonlarında toplanan NATO'nun Madrid Zirvesi'nde kabul ettiği yeni stratejik konseptin ruhuyla uyumlu olduğunu görmek gerekir. Ülkesi ile Çin arasındaki maddi güç kapasitesinin her geçen gün Çin'in lehine kapanmakta olduğunu gören Biden yönetiminin Çin'i hata yapmaya zorladığı aşikar. Sinirlerine hakim olamayıp yükselen milliyetçi dalganın şehvetine kapılacak Komünist Parti liderliğinin askeri güç kullanarak adayı Çin anakarasına bağlamaya kalkışması, başarı şansı bir yana, dünyanın genelinde Çin'in saldırgan ve yayılmacı olarak görülmesini kolaylaştırır. Batı'nın askeri ve ekonomik yaptırımlarıyla karşılaşmanın ötesinde Çin'e yönelik algının hızlıca olumsuza dönmesi herhalde Amerika'yı üzmez. Bu açıdan bakıldığında Pelosi'nin Tayvan ziyareti pekala Amerika'nın Çin'i tahrik etme politikasının bir uzantısı gibi görülebilir. Burada Amerika açısından zafiyet oluşturacak durum, Tayvan konusunda takip edilmesi gereken stratejinin içeriğine yönelik tartışmaların hız kesmeden devam ediyor olması. Stratejik belirsizlikten stratejik netliğe geçilmesini savunanlarla geleneksel belirsizlik çizgisini savunanlar, Biden'in açıklama ve gafları üzerinden mevzi kazanmaya çalışıyor.
Yine de son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri, Çin'i birincil güvenlik tehdidi olarak görmeye ve Tayvan'ın fiili de olsa bağımsızlığını daha fazla savunmaya başladı. Adayı topraklarına katacak bir Çin'in, sadece Doğu ve Güneydoğu Asya değil, dünya genelinde Amerika'nın hegemonyasını daha kolaylıkla sorgulayabilecek olması, Amerika için bir kabus senaryosu.
ÇİN'İN TAYVAN POLİTİKASI
Diğer taraftan Çin Halk Cumhuriyeti, Tayvan Adası'nın geleceği konusunda çok daha net bir duruşa sahip. Çin anakarasının doğal bir uzantısı olarak görülen bu adanın günün birinde Çin'e katılacağı varsayımını ülkede neredeyse herkes paylaşıyor. Çin Komünist Partisi'nin halkın gözündeki meşruiyetini devam ettirebilmesi ve mevcut Devlet Başkanı Şi Çinping'in daha uzunca bir süre ülkesini yönetebilmesi, Amerika'nın provokasyonlarına direnmekten ve Tayvan yönetimine Çin'in kararlılığını hatırlatmaktan geçiyor. Bu açıdan bakıldığında iktidara geldiği 2012 yılından bu yana ülkesinin güç kapasitesindeki artışa paralel olarak Tayvan üzerindeki iddialarını çok daha gür bir sesle dile getiren Şi Çinping'in mevcut kriz bağlamında kontrollü gerginlik politikası izleyeceği öngörülebilir. Tayvan boğazındaki askeri tatbikatlarına hız veren Çin, eş zamanlı olarak Tayvan üzerine sınırlı da olsa bazı ekonomik yaptırımlar uygulamaya başladı bile.
Çin'in iç siyasi dinamikleri ve Çin milliyetçiliğinin yakıcı ateşi, Pekin yönetimini kısa vadede şahin davranmaya zorluyor. Hayati ulusal çıkarlar karşısında taviz vermeyen lider olarak görünmek ve günün birinde adanın Çin'e katılmasını gerçekleştiren kişi olarak anılmak, Çin Devlet Başkanı Şi Çinping'in siyasi kariyeri için çok önemli.
1970'li yılların sonunda varılan ve ABD-Çin yakınlaşmasını mümkün kılan mutabakattan bu yana ABD "Tek Çin" politikasını kabul edip Tayvan yönetimini tek taraflı bağımsızlık ilan etmemesi noktasında uyarıyordu. ABD'nin bu yaklaşımı uzunca bir süre Pekin yönetiminin zorlayıcı askeri yöntemler kullanmak yerine diplomatik, ekonomik ve kültürel araçları kullanmasını kolaylaştırmıştı. Bu bağlamda Pekin'in stresini arttıran en önemli gelişme 2016'nın başından günümüze Tayvan'da bağımsızlık ve Tayvanlılık kimliğinin güçlenmesi oldu. Zamanın kendi lehine aktığını düşünen Çin, güçlenen bağımsızlık yanlısı Tayvan milliyetçiliği ve Amerika'nın olası provokasyonları karşısında galeyana gelip askeri yöntemler üzerinden oldubittiler yaratmaya çalışabilir. Bu durumda ise sadece kendi ayağına kurşun sıkmış olur.
ÇİN'İN ABD KARŞISINDAKİ KONUMU
Halbuki stratejik sabır kültürü çerçevesinde Çin'in rasyonel ve soğukkanlı tepkiler vermesi daha doğru olur. Çin'in dünyaya açıldığı 1970'li yıllardan bu yana yaşanan iki temel gelişme zamanın hala Çin'den yana aktığını gösteriyor. İlk olarak Amerika ile Çin arasındaki güç makası her geçen gün Çin lehine kapanıyor. 1980'li yılların başında kişi başına düşen milli geliri 200 doların altında olan Çin, şu anda 12 bin doları yakalamış durumda. Bundan 30 sene önce Amerikan ekonomisinin yaklaşık yirmide biri büyüklüğe sahip olan Çin, günümüzde onda sekize kadar çıktı. Satın alma paritesi çerçevesinde yapılan istatistiklere göre Çin ekonomisi, Amerikan ekonomisini 2014'te geçti. Doların nominal değeri çerçevesinde yapılan analizler, mevcut büyüme trendini devam ettirmesi durumunda Çin'in Amerika'yı 10-15 sene zarfında geçip dünyanın birinci ekonomisi olacağını söylüyor. Bunun yanında Çin'in askeri kapasitesindeki artış da oldukça dikkat çekici. Füze teknolojisiyle, hava ve deniz kuvvetlerine yaptığı yatırımlar neticesinde Çin, Amerika'nın askeri manevra kabiliyetini kendi hinterlandında sınırlandırmış durumda.
Çin'in Amerika karşısındaki en büyük zaafı hala ekonomik kalkınmasını tam olarak tamamlayamaması ve Amerika'nın sahip olduğu müttefik sayısının yanına dahi yaklaşamamasıdır. Bölgedeki ülkelerin çoğu Çin'le yoğun ticari ilişkiler kurmuş olsalar dahi hiçbirisi Tayvan'ın Çin'e katılmasını desteklemiyor ve Çin'in bölgesel hegemon güç olması fikrinden hoşlanmıyor. Her ne kadar Amerika ve Çin arasında taraf tutmak istemeseler de Çin'in yükselişi karşısında kendilerini tedirgin hissedip Amerika'nın bölgedeki varlığının devamını arzu ediyorlar.
Ukrayna'ya askeri müdahalesi sonrasında maruz kaldığı ekonomik ve siyasi yaptırımlar neticesinde Rusya'nın Çin'e güçlü bir payanda olma kapasitesi de oldukça sınırlı. Uluslararası sistemin çok taraflılık ve karşılıklı bağımlılık odaklı ticari ilişkiler üzerinde gelişmesinden şu ana kadar çok fazla fayda elde eden Çin, Rusya'nın küresel sistemi dinamitleme çabalarından hoşlanmıyor. Bu durumda geriye sabırlı olmak ve etrafı ürkütmeden büyümeye devam etmek kalıyor. Çin'in zamanı daha gelmedi.