Suriye’de 2011’den beri sivil, çoluk çocuk, kadın, yaşlı ayırt etmeden saldırıyor rejim ve müttefikleri Rusya ve İran. Şimdiye kadar vurulmadık ne hastane ne okul ne fırın kuyruğu ne de yardım konvoyu bıraktılar. Vahşet metotlarıyla DAİŞ’i geride bıraktılar. DAİŞ hiç olmazsa Hollywood’vari yapımlarıyla vahşetlerini ilan ediyor ve kendi militan-sempatizanları dışında kimse bu vahşeti kutsamıyor. Rejim ve müttefiklerinin vahşetini ise kutsayan insanlıktan nasibini almamış kendine siyasetçi, gazeteci, sivil toplumcu diyen bir kesim var. Diğer taraftan ise DAİŞ’in aksine rejim ve müttefikleri her katliamlarından sonra öteki tarafa bakıp, sanki az önce yüzlerce masumun kanına girmemişler gibi hareket ediyorlar. Yetmiyor bir de kendi katliamlarından başka aktörleri suçluyorlar. Tam Fetullahçı kafa. Şimdiye kadar başkalarını suçladıkları ama aslında kendilerinin işlediği suç kalmadı.
Rejim ve müttefiklerinin tıynetlerinde vahşet ve katliam var. Kafa kesme görüntülerine, her katliamlarından sonra böbürlenmelerine bakarsak kandan ve öldürmeden zevk de alıyorlar. Fakat vahşet metodu, rejimin salt psikopat ruh halini, insaniyetle ilişkisini koparmışlığını veya katliamı kutsallaştıran sapık ideolojisini göstermiyor. Aynı zamanda vahşetin bir mantığı var. Rejim vahşeti/şiddeti bir askeri metot olarak kullanıyor ki aslında bunun üzerine yazılmış geniş bir akademik literatür de var. Örneğin, Kalyvas özellikle iç savaşlarda şiddetin rastgele kullanılmadığını; bir mantığının olduğunu söyler. Peki Esed ve müttefiklerinin vahşetinin mantığı ne?
Klasik askeri metotlar şimdiye kadar Esed-İran-Rusya ittifakının tüm imkanlarına rağmen muhalefeti ortadan kaldırmasına sebep olamadı. Muhalefet tüm eksikliklerine ve sorunlarına rağmen rejime karşı örneğin Hama kırsalında ilerliyor. Kaybettiği yerler yok mu? Tabii ki kaybediyor. Doğu Halep’teki kayıp herkesin malumu. Fakat yine de rejim ve müttefikleri, kısa ve orta vadede muhalefeti yoğun hava saldırıları ve kara operasyonlarıyla bile ortadan kaldıramayacağını düşünüyor. Yani hava saldırılarıyla örneğin Halep’in üzerine bırakılan vahşetin ana amacı ilk planda silahlı muhalefet değil; rejim ve müttefikleri doğrudan, kasten ve bir mantık üzerine sivilleri ve sivil altyapıyı hedef alıyor.
Sivilleri vurarak öncelikle bu bölgeyi terk etmeleri isteniyor. Bölgenin boşaltılması iki amaca matuf: Bir, mülteci dalgalarıyla hem muhalefetin kontrol ettiği alanlarda hem de Türkiye gibi komşu ülkelerde kaosun derinleştirilmesi. İki, boşaltılan alanların demografik mühendisliğe müsait hale gelmesi suretiyle Esed için idare edilebilir bir “halk” oluşturulması.
Sivil bölgelerin vurulmasıyla silahlı muhalefet üzerine içeriden bir baskı ve öfke oluşturulmaya çalışılıyor. Katliam sonrası sivillerin, silahlı muhalefeti bu bölgelerde bulundukları için sorumlu tutması murat ediliyor. Bu yolla muhalifler üzerinde sivil baskı kurulacak ve muhalifler teslim olmaya veya Deraya’da olduğu gibi bölgeleri terk etmeye zorlanacak.
Rejim ve müttefikleri yaptıkları katliamların kendilerine cezai bir sorumluluk getirmediği gibi müzakere masasında ellerini güçlendirdiğini düşünüyor. Katliamlar derinleştikçe uluslararası toplum, rejim ve müttefiklerine karşı daha tavizkar davranıyor. Kimse işlenen savaş suçlarını konuşmuyor; herkes rejim ve müttefiklerinin bir saatlik mola vermesine bile tav olmuş durumda.
Hal böyleyken rejim ve müttefiklerinin durması için hiçbir sebep yok; çünkü hem karakterlerinin gereğini yapıyorlar hem de bundan rasyonel fayda sağlıyorlar.