HABER MERKEZİ
Pasifik Kuzeybatısı'nda ve Kaliforniya'da bulunan iki önemli jeolojik bölge arasında yeni tespit edilen bir ilişki, deprem bilimcileri tarafından ciddi bir tehlike olarak değerlendirilmektedir. Oregon Eyalet Üniversitesi'nden yönetilen bir araştırma ekibi, Cascadia yitim zonu ve kuzey San Andreas Fayı'ndan toplanan 137 farklı sediment çekirdeğini inceleyerek, bu iki bölgede yaklaşık 3.000 yıl geriye giden senkronize deprem kanıtları bulmuştur. Bu keşif, bir bölgede meydana gelen büyük bir megathrust depreminin diğer bölgede başka bir ciddi depremi tetikleyebileceği ihtimalini güçlü bir şekilde desteklemektedir.
Araştırmacılar, deprem kanıtlarını türbidit adı verilen özel bir jeolojik oluşumda tespit etmişlerdir. Türbiditler, su altında hızlı hareket eden heyelanlar meydana geldiğinde sediment çekirdeklerinde görünen katmanlı tortulardır. Bu tortular, üst kısımda daha ince tanecikler ve alt kısımda daha kaba tanecikler içeren belirgin bir yapı gösterir. Beş farklı dönemde toplanan sediment örneklerinde, araştırmacılar bu türbiditlerin biriktiği zamanlamaların Cascadia yitim zonu ve San Andreas Fayı arasında eşleştiğini gözlemlemişlerdir. Bu eşleşmeler, iki bölgedeki deprem geçmişinin detaylı bir şekilde incelenmesiyle desteklenmiştir. Bulguların güvenilirliği, çok sayıda sediment çekirdeğinin analiz edilmesi ve farklı zaman dönemlerindeki verilerin karşılaştırılması sayesinde artmıştır.
Bu eşleşmelere ve her iki bölgedeki deprem geçmişine dayanarak, araştırmacılar Cascadia yitim zonu boyunca meydana gelebilecek 9. büyüklükteki bir megathrust depreminin, San Andreas Fayı'nı da ciddi şekilde sarsabilecek kadar güçlü olabileceğini öne sürmektedir. Oregon Eyalet Üniversitesi'nden paleosismolog Chris Goldfinger, Pasifik Kuzeybatısı'nda böyle bir megathrust depreminin ne kadar yıkıcı olabileceğini anlatmak için sözlerin yetersiz olduğunu belirtmiştir. Goldfinger, bu tür bir depremden sonra San Andreas Fayı'nın harekete geçme olasılığının oldukça yüksek olduğunu ve bu senaryonun gerçekten korkunç bir film sahnesi gibi görüneceğini ifade etmiştir.
Cascadia yitim zonu, Juan de Fuca ve Gorda tektonik plakaları ile Kuzey Amerika plakasının birleştiği bölgede yer almaktadır. Bu alanda, iki okyanus plakası Kuzey Amerika plakasının altına doğru kayarak yitim adı verilen bir jeolojik süreç gerçekleşmektedir. Bölge kabaca 1.000 kilometre uzunluğunda olup, bu geniş alan boyunca deprem riski her zaman mevcut durumdadır. Cascadia yitim zonu'nda bilinen en son megathrust depremi yaklaşık 325 yıl önce, 1700'ün başında meydana gelmiştir. Bu tarihsel bilgi, bölgenin ne kadar uzun süreler boyunca sessiz kalabileceğini ve ardından ne kadar güçlü bir şekilde harekete geçebileceğini göstermektedir.
Kaliforniya'da yer alan San Andreas Fayı, Kuzey Amerika ve Pasifik tektonik plakaları arasındaki sınırı işaret etmektedir. Bu fay hattında, iki plaka birbirlerini geçerek kaydığı için yoğun bir sürtünme oluşmaktadır. San Andreas Fayı yaklaşık 1.200 kilometre uzunluğunda uzanmakta ve bu mesafe boyunca deprem tehdidi taşımaktadır. Bölgedeki son ciddi deprem 1989 yılında meydana gelen Loma Prieta depremiydi. Bu deprem, San Andreas Fayı'nın ne kadar tehlikeli olabileceğini ve ne kadar geniş bir alanda hasar yaratabildiğini göstermiştir.
İki bölgedeki depremler arasındaki bağlantılar daha önceki araştırmalarda da öne sürülmüş olsa da, bu eski hipotezler sınırlı veriler üzerine kurulu olup daha büyük bir hata payı taşımaktaydı. Yeni araştırma, çok daha kesin ve güvenilir kanıtlar sunmaktadır. İlginç bir şekilde, bu önemli keşif tamamen tesadüfi bir navigasyon hatasından sonra tetiklenmiştir. Araştırmacılar, amaçladıklarından daha güneye gitmişler ve bu hata sayesinde belirli bir sediment çekirdeğini toplamışlardır. Kaliforniya kıyılarındaki Noyo Kanyonu'nda toplanan bu çekirdek, her iki konumda da ikili bir deprem olayının işaretlerini göstermiştir.
Noyo Kanyonu'ndan toplanan sediment çekirdeğinin analiz edilmesi, araştırmacıları daha geniş çapta benzer kalıplar aramaya yöneltmiştir. Goldfinger, bu bulguyu bir ampul yanması anına benzetmiş ve Noyo kanalının muhtemelen Cascadia depremlerini kaydettiğini, benzer bir mesafede ise Cascadia bölgelerinin muhtemelen San Andreas depremlerini kaydettiğini fark ettiklerini belirtmiştir. Bu anlayış, araştırmanın metodolojisini tamamen değiştirmiş ve daha kapsamlı bir analiz yapılmasını sağlamıştır. Araştırmacılar, bu yeni perspektif sayesinde daha önceden gözden kaçan birçok kanıtı yeniden değerlendirme fırsatı bulmuşlardır.
Cascadia yitim zonu ve San Andreas Fayı, gezegendeki en iyi bilinen deprem bölgelerinden ikisidir. Yeterince büyük bir başlangıç olayı göz önüne alındığında, bu iki bölgenin birbirleriyle bağlantı kurabilecekleri fikri, modelleme ve tehlike planlaması için hayati önem taşımaktadır. Araştırma sonuçları, tüm ABD Pasifik kıyısını sarabilecek bir deprem senaryosunun mümkün olduğunu göstermektedir. Bu tür bir olayın meydana gelmesi durumunda, ekonomik ve sosyal sonuçları tahmin edilemeyecek kadar büyük olabilir. Deprem planlaması yapan kurumlar, bu yeni bulguları ciddi şekilde dikkate almak zorundadır.
Çalışmanın ana odak noktası, Cascadia yitim zonu'ndaki bir megathrust depreminin San Andreas Fayı'nı tetiklemesi olmuştur. Ancak araştırmacılar, tetiklemenin diğer yönde de gerçekleşebileceği olasılığını açık bırakmaktadırlar. Bu, San Andreas Fayı'nda meydana gelen büyük bir depremin, Cascadia yitim zonu'nu tetikleyebileceği anlamına gelmektedir. Goldfinger, kendisinin aslen Körfez Bölgesi'nden olduğunu ve eğer Cascadia patlarsa doğuya doğru araba kullanmayı düşüneceğini söylemiştir. Goldfinger'e göre, San Andreas Fayı'nın Cascadia depreminden sonra patlaması riski çok yüksek görünmektedir. Bu iki yönlü tetikleme mekanizması, gelecekteki araştırmaların keşfedebileceği başka bir önemli yoldur.
Sonuç olarak, Oregon Eyalet Üniversitesi'nin yürüttüğü bu araştırma, Pasifik Kuzeybatısı ve Kaliforniya'daki deprem riskinin birbirleriyle bağlantılı olduğunu ortaya koymaktadır. Cascadia yitim zonu'nda meydana gelebilecek bir megathrust depremi, San Andreas Fayı'nı tetikleyerek çifte bir yıkım yaratabilir. Bu bulgular, deprem hazırlığı ve afet yönetimi açısından önemli çıkarımlar sunmakta ve gelecekteki araştırmaların yönünü belirlemektedir. Bilim insanları, bu bağlantıyı daha derinlemesine incelemek ve olası senaryolara karşı hazırlıkları artırmak için çalışmalarını sürdürmektedir.