Yeni başlayanlar için İstanbul'un sembolleri

Şehirlerin kimliğini belirleyen o şehrin coğrafi konumu, ticari, siyasi ve stratejik özellikleri kadar tarihi, kültürel, toplumsal dokusu, mimarisi, florası hatta hayvanlarıdır. Hangi şehre gitseniz mutlaka öne çıkan birkaç sembolik yapısı, objesi ya da yiyeceği ile karşılaşırsınız. Kimi şehir meydanları ile ünlüdür, kimi katedralleri ile. Bazısına ruh veren su kanalları, mimarisidir bazısına antik geçmişi.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

İstanbul bu anlamda dünyanın belki de en şanslı şehri. Güvercinlerinden sokak kedilerine, simidinden vapurlarına, Galata Kulesi’nden Kız Kulesi’ne saymakla bitiremeyeceğimiz kadar çok sembolü var bu özel şehrin.

İstanbul’u tanımayanlar ya da şehirle yeni tanışanlar için elbette bir anda bu sembolleri anlamak ve asırlık bir geçmişe sahip bir medeniyet başkenti için ne ifade ettiğini çözümlemek hiç kolay değil. Ama sözgelimi İstanbul’a belediye başkanı olduysanız şehrin sembollerini, o sembollerin ne anlama geldiğini ve hem İstanbullulara hem bu şehri ziyaret edenlere ne söylediğini iyi bilmeniz gerekir. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’da çiçeklerle ilgili yapılan harcamaları da ‘israf’ kalemi içinde değerlendirmesi sembolik ağaçlar ve çiçeklere sahip İstanbul’u pek de iyi tanımadığı izlenimini veriyor. Oysa İBB’ye bağlı Kültür A.Ş. Yayınları’ndan çıkan İstanbul’un 100 Sembolü kitabına baksa lalenin bu şehir için ne kadar vazgeçilmez olduğunu görebilirdi. Kaldı ki şehrin kimliği açısından öneminin yanı sıra laleler son on yıldır düzenlenen Uluslar arası Lale Festivali ile hem turizm getirisi hem de İstanbul’un köylerindeki vatandaşlara istihdam alanı sağlıyor.

Buna rağmen İmamoğlu, İstanbul'da artık lale ekmeyeceklerini, israf olduğu gerekçesiyle duvarlardaki saksılardaki çiçek bakım işlerini kaldıracağını açıkladı. Oysa İmamoğlu, Türkiye’nin ve İstanbul’un sembolü olan lalelere savaş açmak yerine resmi bayramlar ve yılbaşında yaptığı hava fişek gösterilerini iptal ederek de aynı kazanımı elde edebilir.

Bu vesileyle yeni başlayanlar, İstanbul’u tanımayanlar için laleden başlayarak şehrin sembolleri ile ilgili bir hatırlatma yapmak istedim. İşte İstanbul’u İstanbul yapan sembol yapılar ve unsurlardan bir kaçı:

Kız Kulesi: İstanbul’un sembolü olan Kız Kulesi, Boğaz girişindeki kayalık üzerine kurulmuş küçük, şirin bir kule. Tarih içinde gözetleme kulesi, deniz feneri olarak kullanılan kule günümüzde turizme tahsis edilmiştir. İstanbul’un tarihiyle yaşıt olan Kız Kulesi’nin üzerinde yer aldığı kayalıktan ilk kez M.Ö. 410’da söz edilir. Bu tarihte Atinalı komutan Alkibiades, Boğaz’a girip çıkan gemileri denetlemek ve vergi almak amacıyla bu küçük ada üzerine bir kule inşa ettirir ve kule Boğaz’ın giriş ve çıkışlarını kontrol eden bir gümrük istasyonu halini alır. Roma, Bizans ve Osmanlı döneminde de Boğazların güvenliği için önemli rol üstlenen Kız Kulesi ile ilgili çok sayıda efsane anlatılır.

Galata Kulesi: Bizanslıların Cenevizliler aleyhine hareketlerine karşılık, Cenevizliler tarafından yapılmıştır. Bölgeyi her türlü saldırıdan korumak için de bu kuleyi yaptırmışlardı. Kulede büyük sahanlığa kadar duvar içinde dönerek çıkan bir taş merdiven vardır. Son yıllarda 1967'de restore edilmiş, içine asansör konmuş, diğer katlarına da lokanta yapılmıştır. Kule Tarihi Yarımada’yı gören manzarası ile İstanbul’un en güzel seyir noktalarından biridir.

Rumeli Hisarı: İstanbul Boğazı'nın Rumeli yakasındadır. Bizans'a kuzeyden yardım gelmesini önlemek amacıyla Fatih Sultan Mehmet tarafından 1452 yılında yaptırılmıştır. Üç büyük kule yapımını üstlenen Çandarlı Kara Halil, Saruca ve Zaganos Paşaların adlarıyla anılır.

Topkapı Sarayı: 15-19. yüzyıllar arasında Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezinde bulunan Topkapı Sarayı, labirentleriyle, Boğaz, Haliç ve Marmara Denizi'nin sularının karıştığı noktada, bir kara parçası üzerinde yer alır. Sarayın yapımına 1466'dan sonra başlanmış ve 1478'de tamamlanmıştır. Bu saray diğer Avrupa Sarayları gibi tek bir binada olmayıp çeşitli köşk ve dairelerden oluşmuştur. Osmanlı medeniyetine ilişkin en zengin detayları barındıran Saray, bugün müze olarak hizmet vermektedir.

Dolmabahçe Sarayı: 19. yüzyılda Sultan I. Abdülmecit tarafından yaptırılan Dolmabahçe Sarayı'nın cephesi Boğaz'ın Avrupa kıyısında 600 m boyunca uzanmaktadır. Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üsluplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit'in mimarı Karabet Balyanın eseridir. Osmanlı Sultanlarının her devirde birçok sarayı bulunurdu. Ancak esas saray Topkapı, Dolmabahçe Saraylarının tamamlanmasından sonra terk edilmiştir.

Süleymaniye Cami ve Külliyesi: Mimar Sinan'ın kalfalık eserim dediği Süleymaniye Cami ve külliyesi, İslam mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Külliye, şehircilik açısından başlayarak, teknik, dayanıklılık, estetik ve bezeme gibi her sanat türünde üstün bir başarı sergilemektedir. Altı medrese, tabhane, imaret, kervansaray, bimarhane, hamam, mektep, oda ve dükkanlar ve Kanuni ile Hürrem Sultan'ın türbelerinden oluşan Süleymaniye külliyesi sosyal ve kültürel bağlantıları ile Fatih külliyesinden sonraki en büyük komplekstir.

Ayasofya: Yenilikçi mimarisi, zengin tarihi, dini önemi ve olağanüstü özelliğiyle yüzyıllardır zamana direnen Ayasofya; İstanbul'daki en büyük Doğu Roma kilisesi. Aynı yerde üç kez inşa edilen, dünyanın en eski ve hızlı tamamlanmış katedrali. Havada asılı gibi duran baş döndürücü kubbesi, yekpare mermer sütunları ve eşsiz mozaikleriyle mimarlık tarihinin başyapıtlarından. İstanbul’un fethi ile haline getirilen yapı Cumhuriyet döneminde müze olarak hizmet vermeye başladı.

Kapalıçarşı: İnşaatına Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında başladığı Kapalıçarşı, Kanuni Sultan Süleyman döneminde daha geniş bir alana ahşap olarak inşa ettirilmiş. 110 bin 868 m2’lik bir alana yayılan Kapalıçarşı, 45 bin m2 kapalı alana, 65 sokak üzerinde 3600 dükkân ve 14 hana sahip. İmparatorluğun ürün kimliğinin ve ekonomisinin canlı kalmasını sağlayan dev bir mekanizma olarak tanımlanıp, düzenlenen ve inşa edilen Kapalı Çarşı dünyanın en görkemli bedesteni olma özelliğine sahip.

Boğaziçi: Yüzyıllar boyunca değişik devletlerin hâkimiyetine giren İstanbul'da 15. yüzyılın ilk yarısından sonra Türk etkisi kendini göstermeye başladı. Türklerle, yerli Rum, Ermeni, Musevî ve Levanten grupların kültürlerinin kaynaşması, bu grupların yoğun olarak yaşadığı Boğaziçi'nde daha belirgin biçimde görülmeye başlandı. Kültür, sanat ve edebiyat çevrelerinde Boğaziçi medeniyeti olarak adlandırılan bu kültür birikimi, resimden yazına, modadan sinemaya, yemek kültüründen müziğe pek çok alanda; yazılı ve görsel basında etkili oldu. İstanbul'a coğrafi bakımdan başka örneği bulunmayan bir özelliğe sahip olan İstanbul Boğazı geçmişten bugüne şehri askerî, siyasi ve ekonomik bir cazibe merkezi haline getiriyor.  İstanbul'un ve Türkiye'nin simgesi hâline gelen Boğaziçi şehrin ve ülkenin tanıtım filmlerinde en sık ekrana yansıyan görüntülerden biri.

Erguvan: İstanbul ve Boğaziçi’ni taçlandıran en güzel ağaçlardan biridir. Orhan Okay, “Eski İstanbullular, özellikle Boğaziçi sakinleri cemrelere, nevruzlara dikkat etseler de asıl baharın geldiğine erguvanların çiçek açmasıyla kâni olurlardı. Dev gibi çamların, çınarların, kestanelerin arasında kaybolmuşken nisan sonlarına doğru birdenbire çıldıran çiçekleriyle baharın saltanatını onlar tek başına yürütür.” der “Boğaziçi Hâlâ Güzel” başlıklı bir yazısında.

Nisan ayıyla birlikte sadece Boğaziçi değil İstanbul’un pek çok semti erguvanların gönül okşayan rengine boyanır.

Lale: Kültürel ve tasavvufi anlamlarıyla mimariden, şiire pek çok sanat dalındaki yansımasıyla İstanbul’un taşına, toprağına kazınmış bir sembol. Şarkılar, şiirler, tezhip ve minyatürlerde İstanbul varsa lale de var mutlaka.

İstanbul’la özdeşleşen bir çiçektir Lale. Birçok tarihi binada lale figürüne rastlamak mümkündür. Camileri süsleyen çinilerde, cam eserler, hat ve tezhip süslemelerinde lale figürünün oldukça fazla olduğu görülür. Tarihte ‘çiçek medeniyeti’ olarak anılan Osmanlı’dan İstanbul’a kalan bir mirastır lale...

“XVI. yüzyıl İstanbul’unun ortamı lâle için bir dönüm noktası” dır diyen Gül İrepoğlu, Lâle-i Rûmî (Osmanlı lâlesi) denilen İstanbul lalesinin ortaya çıkışının da bu zamanlara denk geldiğini söyler. İrepoğlu, Sultan IV. Mehmed’in bir Çiçek Encümen-i Dânişi, yani Çiçek Akademisi kurduğu, Lale Devri’nde lâle çeşidi sayısının 2 bini bulduğunu da hatırlatır Lalenin Öyküsü başlıklı yazısında. Zaman geçer, devir değişir, eski görkemli günlerindeki gibi olmasa da İstanbul ve lalenin dostluğu devam etti. 1980’li yılların sonuna kadar sadece Emirgân’da düzenlenen Lale Bayramı 2005 yılından itibaren tüm şehre yayılarak son yıllarda da uluslar arası özellik kazandı.

EKREM İMAMOĞLU NE DEMİŞTİ:

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, İstanbul'da artık lale ekmeyeceklerini, israf olduğu gerekçesiyle duvarlardaki saksılardaki çiçek bakım işlerini kaldıracağını açıkladı. Şişli Belediye Başkanı Muammer Keskin'i ziyaretinde konuşan İmamoğlu'nnun açıklamaları şu şekilde:

Prof. Dr. Cenk Yaltırak katıldığı bir TV programında şu ifadeleri kullanıyor: İstanbul'a bir yıl lale ekmezseniz, bütün yer bilimleri projelerini finanse edebilirsiniz... Bu konuyla ilgili bir açıklamanız olacak mı?

Tümüyle israfı ortadan kaldıran, bu ve buna benzer çalışmalarımız var. Sadece lale değil. Saksılarda çiçeğin bakımı 10-15 milyon lira. 'İstemiyorum ben bunu' dedim. 'İstanbul halkının da isteyeceğini düşünmüyorum' dedim. Duvarlardaki çiçeklerin bakımı şu kadar, bu kadar. Harcanan paraya yazık günah.

Ben 2-2,5 milyona bir kreş kazandırıyorum. Yıllar boyu hizmet edecek. Her sene sadece çiçeklere harcanan parayla her sene beş altı tane kreş kazandırırım. Beyefendinin söylediği gibi. O bakımdan israf kalemlerini yok edecek bir çalışma yapıyoruz arkadaşlarımla. İnşallah o yönde de kararlar alacağız. Evet simgesel bir bitkidir lale İstanbul için. Onun simgesini koruyacak ve insanlara anlatacak bir şekilde faaliyetler elbette yaparız. Onu yok saymayız, sayamayız. Tarihsel bir geçmişi var. Ama kalkıp on milyonlar liralıkta iş yapmayız. Yazık günah. Bu şehrin bu milletin parasına yazık.” şeklinde konuştu.