Yeni başlayanlar için işgal tarihi: Gidecek Yer Yok

Haber mecralarında belki birkaç gün dehşet içinde izleyip sonra sıradanlaşan ölümler, katliamlar, sürgünler, oradan oraya savruluşlar, faili belli soykırımların istatistiğe dönüşen kurbanlara yaşatılanlar sinema söz konusu olunca delip geçiyor yüreğinizi. İstanbul Film Festivali'nde izlediğim Yabancı Meselesi ve Gidecek Yer Yok tam da böyle delip geçen filmlerdendi.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Film Festivallerinde seyir tercihimi bir süredir göç, mültecilik ve daha özelde Filistin konusuna ilişkin yapımlardan yana kullanıyorum. Bu yıl 43.sü düzenlenen Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde de yine aynı temalarda birkaç film izledim. Gerçekliği bu kadar yakıcı iken insanlığın bu en ağır sınavlarına dair hikâyelere bir de sinema perdesinde talip olmak ne kadar anlamlı sorusu da dönüp durdu kafamda özellikle Yabancı Meselesi filminin jeneriği akarken. Boğazımda bir yumru ile salondan çıkarken sinemanın haber bültenlerinden bu en temel farkına bir kez daha iman ettim. Haber mecralarında belki birkaç gün dehşet içinde izleyip sonra sıradanlaşan ölümler, katliamlar, sürgünler, oradan oraya savruluşlar, faili belli soykırımların istatistiğe dönüşen kurbanlara yaşatılanlar sinema sözkonusu olunca delip geçiyor yüreğinizi.

Festivalin Genç Ustalar bölümünde seyirci ile buluşan Ürdün yapımı Yabancı Meselesi yönetmen Brandt Andersen'in güçlü anlatım dili ile mülteciliği tek bir karakter üzerinden anlatmak yerine dört farklı ülkedeki beş farklı ailenin penceresinden hikâye ediyor. 2024 Berlin Uluslararası Af Örgütü Film Ödülü'nü alan yapım adını Shakespeare'in yüzyıllar önce yazdığı oyunda Sir Thomas More'un mülteciler hakkındaki tiradından alıyor.

Halep'te bombardıman sesleri arasında hayat kurtarmaya çalışan çocuk cerrahı Amira'nın yaşadıkları ile açılıyor. Önce modern bir hastanede mesaiye başlayan genç kadın, bir anda kendini ailesini kaybettiği saldırı anında buluyor. Yaşadığı şehirde savaş ortamında kurtardığı hayatlar sebebiyle halk kahramanına dönüşen Amira, bir bombardımanda kızı dışında bütün sevdiklerini kaybedince ülkeyi terk etmek zorunda kalıyor. Kaçak yollarla sınırı geçen genç kadın Türkiye'de İzmir'deki bir mülteci kampında siyahi bir insan kaçakçısının kurduğu tezgâh ile Avrupa'ya geçmeye çalışıyor. Hikâye çok tanıdık ama trajedi herkesin hayatına çok farklı yansıyor.

HERKES MAZLUMU BU HİKÂYENİN...

Amira'yı Suriye sınırından dışarı çıkaran rejim askeri, vicdanını susturamadığı için üniformasını çıkarıp sivil olarak Amira ve kızı ile yola devam ediyor. Rejimin Suriye'de nasıl bir terör estirdiğini, masum insanları nasıl katlettiğini o askerin gözünden izlerken, yolculuğun Türkiye ayağında umut tacirliği yapan insan kaçakçısının tek derdinin de hasta evladına daha iyi bir hayat sunmak olduğunu anlıyoruz. Ama bunun için bir tekne dolusu insanı paralarını alarak sulara gömüleceklerini bile bile açık denize gönderebiliyor. Filmin en ironik yanı ise yıllardır kendi karasularına yaklaşan göçmen teknelerini ateş açarak durduran ya da Türk karasularına iten Yunan sahil güvenliği değilmiş gibi bir Yunan sahil güvenlik kaptanının mülteci bir çocuğu kurtarmak için canını ortaya koyduğu sahne idi. Yönetmenin tercihidir deyip geçemeyeceğim bu yaklaşım filmin finalindeki cümlelerle çok başka bir yere evriliyor. Zira kaptan kaçakların olduğu bottan düşen çocuğu baygın bir şekilde teknesine getirdiğinde uzunca bir süre onu hayata döndürmek için çabalıyor. Ancak bir süre sonra çocuğun öldüğü anlaşılıyor ve çocuğun babası Yunanlı kaptanı teselli ederek "Bu, senin suçun değil" diyor. Avrupa'nın yürüttüğü mülteci ve göçmen politikaları ortadayken gerçeği bu kadar farklı cephelerden anlatmaya soyunan filmin Yunanlı kaptan temsili ile kast ettiği Avrupa'ya ve Batı'ya 'Bu senin suçun değil' cümlesini kurması doğrusu çok acıklı geldi bana. Kaldı ki filmin finalinde Amira'yı açılış sekansında bıraktığımız yerde buluyoruz. Avrupa'da bir hastanede temizlikçi olarak...

BİR SORUMLULUK OLARAK FİLM ÇEKMEK

Festival'in Genç Ustalar bölümünde sıcak gündemle örtüşen bir diğer film Filistin Norveç ortak yapımı Gidecek Yer Yok idi. Basel Adra, Hamdan Ballal, Yuval Abraham, Rachel Szor

2024 Berlin Belgesel Ödülü, Panorama İzleyici Ödülü alan belgesel yeni başlayanlar ve 'ama onlar da topraklarını sattılar' ezberi ile zulme kulaklarını tıkayanlar için bir aile hikâyesi üzerinden İsrail işgalinin yakın tarihini özetliyor.

"Ben film çekmeye sonumuz gelirken başladım" diyen Filistinli aktivist Basel Adra, aslında babasından devraldığı ve ülkesine, toprağına karşı bir sorumluluk olarak gördüğü işgali kayda alma işini devam ettiriyor. Atalarının Batı Şeria'daki memleketi Masafer Yatta'nın İsrail askeri işgal güçleri tarafından yok edilişini beş yıl boyunca filme alan Adra'nın en büyük destekçisi ise İsrailli gazeteci Yuval Abraham. Festival kitapçığında filmin hikâyesi şu cümleler ile özetleniyor: "Gazze'nin yıkımının sürdüğü şu günlerde önemi ve özelliğiyle daha da öne çıkan Gidecek Yer Yok, Masafer Yatta'lıların on yıllardır süren hukuk mücadelesini, zalimane adaletsizlikleri, baskıları, yıkımı ve toplu sürgünü belgeliyor. Berlin Film Festivali'nde gösterilen tek Filistin filmi olan Gidecek Yer Yok, Filistinli avukat, gazeteci, aktivist ve sinemacı Basel Adra ile Kudüs'te yaşayan İsrailli sinemacı ve araştırmacı gazeteci Yuval Abraham'ın da yer aldığı bir Filistin-İsrail kolektifi tarafından gerçekleştirildi."

2018 yılındaki Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin sponsorları arasında ARTISRAEL adlı kurum aracılığıyla İsrail Dışişleri Bakanlığı'nın da bulunması tepkiyle karşılanmış, bazı yönetmen ve oyuncular Festival'i boykot etmişti. Gelinen noktada işgali konu alan böylesi bir filmi İsrail'in adını anmadan da olsa bu tür ifadelerle gündemine almak dünya için küçük ama İKSV için büyük bir adım.

Filme dönersek... İsrail'in Filistin halkını köylerinden başlayarak nasıl bir mülksüzleştirme politikasıyla okul bahçesi ve oyun parklarını bile yok edecek bir gözü dönmüşlükle göçe zorladığı, hukukun nasıl ayaklar altına alındığı, yerleşimcilerin el konulan toprakları nasıl bir pervasızlıkla sahiplendiği aşama aşama anlatılıyor belgeselde. Filmin en çarpıcı cümlelerinden biri köyün işgalini dünyaya duyurmak için Filistin arkadaşına destek veren Yahudi gazeteci Yuval'ın çabaları sonuçsuz kalınca gösterdiği çaresizlik karşısında

Basel Adra'nın 'Direnmek zaman alır' cümlesi. Arkadaşı Yuval'a gülerek bakan Adra, 10 günde bir şeylerin değişmesini beklemenin safdillik olacağını söylüyor. Öyle ya bizler de iki ay boykot yapıp İsrail ekonomisini sarsacağımızı düşünüyoruz. Adra haklı 'Direnmek zaman alır.'