“Yazarken ölüm korkumu yendim”

Karanlıkta Kanto kitabının yazarı Nis Tuğba Çelik, ilk kitabının heyecanını Akşam Cumartesi'yle paylaştı: ''Bu kitap en az on senelik bir düşünce sürecinin sonucu. Benimle yol alan bir sürü hikâye, bir yerde tanık olduğum, başımdan geçen ya da saf merakla içime aldığım konuların birbirinin içinde erimesi hikâyesi aslında. Ölüm hem felsefi hem de psikolojik düzeyde kendi hayatımda epey yer etmiş bir mesele. Yazarken ben de ölüm korkusunu yenmeye çalıştım, kısmen de başarılı oldum.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Yazar ve oyuncu Nis Tuğba Çelik, Karanlıkta Kanto adını verdiği öykü kitabını geçen aylarda okurla buluşturdu. Bu, Çelik'in ilk kitabı. Kapak görseli olarak Mehmet Güreli'nin bir resmine yer verilen kitapta beş tema etrafında kaleme alınan on beş öykü bulunuyor. İlk kitabı vesilesiyle Çelik ile bir araya geldik hem kitabına hem de hayata dair konuştuk. Sohbetimize geçmeden önce gelin onu kısaca daha yakından tanıyalım: "Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunuyum. Yaklaşık on senedir oyunculuk yapıyorum. Bağımsız filmlerde oynadım. Tiyatro ile başka bir bağım var. Yazarken oradan besleniyorum da denilebilir. Yazmaya ise gündelik hayatın akışının yetmediğini anladığımda ve kendime bir sığınak yaratıp, tanımlanan dünyanın dışına taşmak istediğimde karar verdim. Bugünlerde ise vaktim Stüdyo Oyuncuları'ndan mezun dört kafadar arkadaş ile birlikte Beckett'in beş kısa oyununu çalışarak ve sahnelemek arzusuyla geçiyor. Önümüzdeki sezon şahane bir Beckett uyarlaması geliyor diyebilirim."

YAZMAK BENİ BİLEMEDİĞİM BİR DÜNYAYA SALIYOR

Yazarlık, yazmak, öykücülük ve edebiyat sizin için ne demek?

Rebecca Solnit'in dediği gibi "Karanlıkta bilinmeyen için kapıyı aralık bırak." Yazı yazmak, masa başına oturmak, bazen klavye tuşları, bazen de bir kalem bir defter, beni karanlıkta bilemediğim dünyaya bir aralık/soluk/nefes olarak salıyor. Mesela bir an dalıp gittiğinizde, okuduklarınızın, size çarpan şeylerin ya da yaşadığınız şahsî acıların bir anda bir imgeyle yepyeni halde belirmesini seviyorum. Beni hikâyeye götüren şey bu oluyor, sonrası meçhul. Orada yaratılan şeyle birlikte ben de kendimle karşılaşıyorum. En çok bu karşılaşma halini seviyorum. Her şey hikâye olabilir gibi ama ona gitmeden önceki o yoğunluğu yaşadığım için kendimi epey şanslı buluyorum. Maalesef her şey çok hızlı bir fotoğrafta, bir temsilde hemen yitip gidiyor. Yazı buna izin vermiyor. Her şeyi ıncık cıncık ederek, yapı söküme uğratarak hayal işçiliği yapmak yazı yazmak.

OYUN OYNAYARAK DİRENİYORUM

Aynı zamanda oyunculuk da yapıyorsunuz. Sizce oyunculuk ile yazarlık disiplinleri birbirini besleyen alanlar mı?

İkisi de "oyun oynamak" üzerine kurulu. Oyun oynamayı çok seviyorum. Çizgisel olanı eğip bükmek... Ne oluyor da oyun oynamayı bırakıyoruz? Çocukken oyun oynayarak dünyayı, kelimeleri, dili öğreniyoruz. Sonra bir yerde bir vakit öğrenme merakı bitiyor ve oyun oynamak da önemsizleşiyor. Oyun oynamanın güzel bir diğer yanı da şimdiki zamana getirmesi. Kesinlikle burada ve kendi kurallarını bilen bir şeyin içine dahil oluyorsun. Bugün konsantrasyon ve dikkat süresi epey azalmış vaziyette toplumun genelinde. Oyun oynayarak bu hale direniyorum.

BU SONSUZ BİR YALNIZLIK

Yazdıklarını kitaplaştırmak isteyen bir yazara ne söylemek istersiniz?

Meraklanmalarını tavsiye ederim. Yazı yazmak başka hiçbir şeye benzemiyor; sonsuz bir yalnızlık. O yalnızlıktan keyif almalarını ve korkmamalarını tavsiye edebilirim. Her bir hikâye basıldıktan sonra kendi serüvenine başlıyor. O zaman bir kere daha çoğalıyorsun, bu çoğaltan bir his. Kitap yazmak, bir dosya hazırlamakla ilgili de şunu söyleyebilirim. Kitabı bitirdiğinizde de doğru yerlere, doğru yayınevine ulaşması için çabalamak gerekiyor. Reddedilebilir ilk denemede ama kesinlikle doğru karşılaşma diye bir şey var. Biliyorsunuz Paul Auster ilk kitabında yedi yayınevinden reddedilip yedincide kabul görüyor.

ÖLÜM, HAYATIMDA EPEY YER ETMİŞ DURUMDA

Biraz da Karanlık Kanto'dan bahsedelim. Kitabınız nasıl bir düşünce sürecinin ürünü?

En az on senelik bir düşünce sürecinin sonucu diyebilirim; benimle yol alan bir sürü hikâye, bir yerde tanık olduğum, başımdan geçen ya da saf merakla içime aldığım konuların buluşup birbirinin içinde erimesi hikâyesi aslında. Ölüm hem felsefi hem de psikolojik düzeyde kendi şahsi hayatımda epey yer etmiş bir mesele. Ölüm, kayıp ve yas konularının birikmesi etrafında buluştu bu kitap. Yazarken ben de ölüm korkusunu yenmeye çalıştım, kısmen de başarılı oldum. Dünyaya merakla baktığınızda bedende birikmeye başlıyor ve yazı; bu duygular/duyular yumağını bir harfe dönüştürdüğünde büyülü bir şey çıkıyor ortaya.

BU ÖYKÜ MEHMET GÜRELİ'YE İTHAFEN YAZILDI

Kitabın kapağında bir Mehmet Güreli resmi yer alıyor. Bu tercihinizin sebebi nedir?

Kitapta yer alan İtalyanca Çocukluk öyküsü Mehmet Güreli'ye ithafen yazıldı. Onunla derin ve özel bir bağımız var. Telefon konuşmalarımız meşhurdur, saatlerce Poe, Cortazar ve daha niceleri konuştuğumuz anlar var. Fakat bu entelektüel bir alışverişin de ötesinde birbirimizin merak ettiği şeyleri besliyor ve oradan çoğaltıyoruz, dünyaya da öyle karışıyoruz. Sanki sevdiğimiz yazarların, ressamların, yönetmenlerin ruhları tarafından sarılmış ve onlar ömür boyu hep arkadaşımız olacak gibi. Arkadaşlığımız bu anlamda bir sığınak diyebilirim. Mehmet Güreli, Karanlıkta Kanto öyküsünü okuyan ilk kişi, bitirir bitirmez ona yolladım ve yirmi dakika sonra beni aradığında bir şeyler söylemek istedi öyküyle ilgili ama ikimizin de boğazı düğüm düğüm olduğu için pek konuşamadık. Öyküyü çok beğendiğini anlamıştım ve kitap basılacağı zamanda aslında Karanlıkta Kanto için birçok resim yaptı ve arasından en sevdiğimizi seçtik ve Everest yayınları da bunu heyecanla kabul etti. En anlamlı kapak oldu benim için o yüzden.