'Yaşlıların değişimiyle yüzleştik'

“Korona salgınına kadar toplum olarak “yaşlı ergenliği” ile karşılaşmaya hazır değildik.” diyor yazar Fatma Karabıyık Barbarosoğlu. Yaşlıların hiç şikâyetsiz, kederle torunlarının yolunu gözleyen adeta yiyip-içmeyen, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, ihmal edilebilirlikleri içinde gizli nüfus olarak algılandığına işaret eden Barbarosoğlu, toplumu +65 yaş üzerine düşünmeye çağırıyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Uzun zamandır aile, toplum, yaşlılar üzerinden yaşanan değişim ve dönüşümler hakkında okumalar yapan, köşe yazıları, romanları ile bizi bu hakikati görmeye çağıran yazar ve sosyolog Fatma Barbarosoğlu ile yaşlılara bakışımızı konuştuk.

Korona salgını, toplumu sizin yıllardır üzerinde düşünmeye çağırdığınız ‘yaşlılık’ konusu ile karşı karşıya bıraktı. Salgının yayılmaması için yaşlılara evde kalmaları çağrısı yapılan bu dönemi siz nasıl okuyorsunuz?

Yaşlılarımız bizim için kıymetli. Biz kültür olarak anne-baba duası almayı önemseriz. Ayeti kerime net: “Anne-babanıza öf bile demeyiniz.” Aynı görüşte, aynı dini inançta olmasa bile mümin anne babasından sorumlu. Bu konuda ilk örneğimiz Hz. Ebubekir’in kızı Hz.Esma’dır malum. Annesi iman etmediği için babasından boşanmış ve Mekke’de kalmıştı. Hz.Esma annesi ile görüşüp görüşmeyeceği konusunda bir ikileme düşer ve ayeti kerime bu ikileme düşenler için net bir yol çizer. Anne ve babalarımız her zaman sorumlu olduğumuz kişilerdir. Bütün dinler anne-baba, yaşlı saygısını merkeze alır. Salgının geometrik bir artış göstermemesi ve solunum cihazı için doktorları hayat seçer duruma düşürmemek için yaşlıları gözetmek çok önemli.

Dinler yaşlıları ve fakirleri gözetiyor. Peki seküler kültür için aynı şeyi söylemek mümkün mü?

Seküler kültür bireyin kendisini merkeze almasını dayattığı ve tüketim toplumunda yaşlılar “yetersiz tüketiciler” olarak görüldüğü için ekonomik açıdan yetersiz olan yaşlılar, toplum dışı kalmaya mahkûm ediliyor. Dijital kültür bu mahkûmiyeti iyice pekiştiriyor. Popüler kültürün 80’lik delikanlıları yeteri kadar tüketme kapasitesine sahip bireylerdir ve onlar üzerine bina edilmiş “ikinci bahar” turizmi vardı. Bu bakımdan evde kalma günlerinde

yaşlılar için belediyelerin hizmet vermesini çok önemli buluyorum ama toplu taşıma yasağı ile ilgili daha zarif ve daha ikna edici çözümler bulunmalı diye düşünüyorum.

Yaşlıların kural tanımazlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Yasak çıkarılmak zorunda kaldı çünkü bazı yaşlılar durumun vahametini anlayamadı…

Korona salgınına kadar toplum olarak “yaşlı ergenliği” ile karşılaşmaya, yaşlı ergenliğini kabullenmeye hazır değildik. İnsanlar etraflarındaki yaşlıların değişime dair düşünmek, onların sıkıntılarını görmek yerine kafalarındaki ideal yaşlı kimliği üzerinden, gitmesek de görmesek de o ihtiyar bizim ihtiyarımızdır söyleminde demir atmıştı. Nur topu dedeler, nineler olarak hiç şikâyetsiz, kederle torunlarının yolunu gözleyen adeta yiyip-içmeyen, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, ihmal edilebilirlikleri içinde gizli nüfus idi yaşlılar.

Özellikle Ramazan Bayramı’nın “şeker bayramı” imajı ile ambalajlanıp bu imaj şekerleme reklamlarının vazgeçilmezi olunca o “en güzel reklamı öznesi” olarak kabullenmeye hazır olduğumuz resimlerdi yaşlılar. Ama ne yazık ki uzun bir süredir hayatı gözlemek yerine ne kadar ekran o kadar hayat klişesinde kilitli kaldığımız için kendisinin görüntü kaydını alan kişiye bıçak çeken Tokatlı Amca’nın davranışını çözümlemek yerine ayıplıyoruz. ‘Bu nasıl yaşlı’ diyoruz. Bıçak çeken yaşlı öfkesini konuşalım evet ama ondan daha önce herkesin seyyar kamera olarak şehirde dolaşıp yaşlı insan görüntüsü avlamasını konuşalım.

Yeni romanınız ‘Hakikat İncinmesin’de kahramanınızı ‘medya babaannesi’ olarak kurgulamanız nesillerin değişimine dikkat çekmek için miydi?

Yaşlıların ne yaşadığını, nasıl yaşadığını bilmiyoruz. Bilmek de istemiyoruz. Sosyal medya ile hayatı alt üst olmuş bir kuşak ile karşı karşıyayız. Hakikat İncinmesin’in Naciye Paşa’sı ve torunu Bilge üzerinden yeni bir yaşlı kuşağı ile karşı karşıya olunduğunu, hayatın ve dolayısıyla ölümün anlamının, idrak edilişinin nasıl değiştiğine dikkat çekmek istedim. Nitekim romanda Naciye Paşa’nın “Annem 67 yaşında yaşlı idi ben 76 yaşında ve gencim. Ölmeyi öğrenemedim.” ifadesi tam da bunu anlatıyor. Hakikat İncinmesin ilginç bir zamana doğdu. Yayın tarihi Şubat 2020. Kitabı öğretmenlere ve hemşirelere ithaf ettim. Korona günlerinde okuyucular en çok “ölmeyi öğrenmek” bahsinde kilitli kaldı. Kitap henüz yayınlandığı halde “Üç defa okudum. Her defasında başka bir yerde yaramın kanadığını gördüm” diyenler oldu. Naciye Paşa karakteri ile ilgili olarak “tıpkı benim babaannem diyenler olduğu gibi İstanbul’un yaşlıları böyle mi bizim buralarda onlar yok” diyenler de oldu. Oysa ben yaşlı kuşağın değişimine dair ilk gözlemlerimi on yıl önce küçük bir Anadolu şehrinde yapmıştım.

Yaşlılara evde kalma çağrısı yapılırken neden onların ev dışında sosyalleştiği ve nefes alma ihtiyacı duyduğu sorulmuyor. Bu, evde büyüklerimizle sağlıklı iletişim kurmadığımızdan olabilir mi?

Mesele sadece iletişim meselesi değil. Öyle olsaydı yapılacaklar ve yapılmayacaklar listesini hazırlamak, takibini yapmak kolay olurdu. Yaşlıları kendi içinde gruplandırarak konuşmamız gerekiyor. Yaşlı kadın yalnızlığı ile yaşlı erkek yalnızlığı birbirinden çok farklı. Yalnız yaşayan yaşlı kadınlar kendi yağları ile kavrulabiliyor kendi kendini meşgul ediyor, bir kısmı torun bakıyor. Eşi hayatta olan yaşlı kadınların ise evinin işi hiç bitmiyor. Yaşlı erkekler meşguliyet sıkıntısı çekiyor. Tipik “Türk erkeği” ailesi ile iletişim kuran biri değil zaten. Aile bireyleri onunla iletişim kurmak yerine ekonomik olarak desteğini alıp psikolojik olarak “He he baba” söylemi ile idare ediyor. “Tipik Türk erkeği” yaşı kaç olursa olsun “akran sosyalleşmesi”ni aşamıyor. Kendisi ile baş başa kalamıyor. Cami cemaati ya da kahvehane, lokal arkadaşlığı. Evde kalma günleri dolayısıyla kahvehaneler kapatılınca pek çok yaşlı soluğu mahalle berberinde almış. Bazı berber dükkânı sahipleri “Kendim ve müşteri için tedbir alıyordum ama kahvehaneler kapanınca mahallenin yaşlıları gelip oturmaya başladı çareyi dükkanı kapatmakta buldum” dedi.

Bütün analizlerimizi şehirli emekliler üzerinden yapıyoruz. Ama eline aylık gelir geçmeyen 70 yaşında günü birlik yaşamaya çalışan yaşlılar var. Selpak satıyor, kuşlar için yem satıyor, simitçi ya da seyyar satıcı. Hatırlayın sosyal medyada yaşlı kadınlara 65 yaş emekliliği bahşedildiği için yaşlı erkekler evlenecek kimse bulamıyor diyen söylemler dolaşıyor düzenli olarak. Yaşlı bir kadın, çaresizlikten ahir ömründe sokakta kalmamak için ikinci defa evlenecek. Ne vahşi bir yaklaşım. Eskiden böyle şeyler oluyordu. 40 yaşlarında dul kalan kadınlar istikbal endişesi ile 80 yaşındaki yatalak adam ile nikahlanmak zorunda kalıyordu. Dolayısıyla sorun sadece iletişim meselesi değil ekonomik ve mimari bir mesele.

Mimari derken…

Yıllar önce bir istişare toplantısında o zamanki İBB Başkanı mimar Kadir Topbaş beyefendiye “Türkiye’nin yaşlı nüfusu artık şehirlerde yaşıyor” diyerek yeni model aile apartmanları yapılmasına belediyelerin öncülük etmesi gerektiğini söyledim. TOKİ binalarında 3+1 daire ile 1+1 daireler yan yana olmalı. Yaşlıların kafası gürültü götürmüyor. 3+1 dairede yaşayan evlatlar yan dairede yaşayan ebeveynlerinin hem hizmetini görür hem de onların ihtiyacı olan sakin bir ortam hazırlanmış olur. Yaşlı erkekler gündelik hayatın ev hareketliğine tahammül edemiyor. Onun için günün önemli bir kısmını kahvehanede, cami avlularında, parklarda geçiriyorlar.

Sosyal medyada korona salgınından dolayı evde kalması istenen yaşlılara dair incitici ve hoyratça bir dil kullanılıyor, rencide edici videolar çekilerek konu mizah malzemesine dönüşüyor. Bu acımasızlığın önünü almak için ne yapılmalı?

Yaşlılara hakaret eden kaç video var? Üç ya da beş. Bunları hep beraber dilimize dolayıp tepki gösterdiğimiz zaman üç beş olan rakam bir hafta içinde 15’e çıkar. Çünkü sosyal medya insanların içindeki etkileşim/ilgi manyaklığını azdırmış durumda. Bir kaç kendini bilmezin yaptığı eylemi bu kadar nazara vererek onları “değerli” durumuna getiriyoruz. Günümüzde ne kadar paylaşım o kadar değer demek. O paylaşımlarda videoyu çeken kişiyi ayıplamanızın bir anlamı yok. Üstelik o videoya konu olan yaşlıların ve ailelerinin daha çok üzülmesine vesile olunuyor. Güzel davranışları konuşmayı başarmak zorundayız. Ama Türkiye olarak şöyle bir sıkıntımız var: İyi olan hiçbir şey etrafında bütünleşemiyoruz.

2003 yılında Fransa’da yaz çok sıcak geçmiş ve yaklaşık 15 bin yaşlı evlerinde ölü bulunmuştu. Bunu şimdi 2020 yılında hatırlatma sebebim şu: Ölen yaşlıların çocuklarına ve torunlarına haber verildiğinde şöyle bir cevap ile karşılaşılmıştı: Morgda bekletilsin ya da belediye tarafından cenazeleri kaldırılsın. Yani evlatlar tatillerini yarıda kesmeyi düşünmemişti. Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş, yaşlıların indirimli seyahat hakkının bir süreliğine askıya alındığını duyururken “bunu torunlarınız talep etti” diye çok şık bir ifade kullandı. Yaşlılarımızı ve fakirlerimizi sevmeye, korumaya itina göstermeye devam ettiğimiz müddetçe yarınlarımız olabilir. Toplumlar en zayıf halkalarını koruyarak güçlenir.