Yaşadığım hayatı biriktiriyorum

AYSUN YILDIZ GÜNGÖR
aysun.yildiz@aksam.com.tr

Türkiye’nin önemli moda tasarımcılarından Tuvana Büyükçınar, A Midsummer Night’s Dream koleksiyonunu modaseverlerle buluşturdu. Büyükçınar’la bir araya geldik. Yeni koleksiyonunu, modayı ve aile gibi olduğu ünlüleri konuştuk.  

Biraz kendinizden bahsetseniz nasıl biridir Tuvana Büyükçınar?

Ben kendimi hayal dünyasıyla realite arasında kurduğu köprüde yürüyen bir kız olarak tanımlıyorum. Bu köprü çok uzun, dolayısıyla bu yürüyüşü aheste aheste değil uzun bir maratonda koşarcasına yapıyorum, başlangıç noktamdan beri böyle geldi, böyle de gidecek. Benim en büyük motivasyon kaynaklarım. Bu yükü birlikte omuzladığımız eşim Selim, ailelerimiz ve giderek büyüyen ekibimizle bir insanların hayallerini gerçeğe dönüştürmek için mücadele halindeyiz. Bugün dünyaya da ihraç edebildiğim bir Tuvana çizgisi var ve çok katmanlı Türk kültürüyle evrensel trendleri hayalgücümle harmanlayıp hep yapılmamışı yapmaya çalışmak benim için en büyük keyif. 

Yoğun bir hayatınız var? 

Hem A46 Organizasyon, hem Tuvanam ve Tutti markalarım, A46 butiklerim, sevgili Alara Koçibey ve Emine Kütük’le ortak girişimimiz olan Three Moms markamızın rutinleri ve sirkülasyonu, vaktimin ne kadar çoğunu işime adadığımı anlatmaya yeter sanıyorum. Bu  zaman kısıtlamalarına bağlı olarak oğlumla vakit geçirmek benim için normalde olabileceğinden çok daha değerli. Oğlum Selim Aslan’la yaz aylarında bahçede ya da havuzda oyun oynamak, müthiş. 

Yeni koleksiyonunuzu anlatır mısınız, neler göreceğiz yeni sezonda?

“A Midsummer Night’s Dream” koleksiyonumun çok güçlü bir abiye koleksiyonu. Aslında isminden de müsemma, hem bol yıldızlı yaz gecelerinde, gökyüzündeki ışıltıların, yeryüzündeki Tuvanam kadınlarındaki yansımasını hissettiren bir koleksiyon oldu.

Ne tarz kumaşlar, renkler kullandınız?

Yazın ruhuna uygun, somon, fildişi gibi yumuşak tonların hâkim olduğu, romantik ama bir o kadar cesur bir koleksiyon hazırladık. Koleksiyonda 3 boyutlu dokular, püskül ve işlemeler, saten ve transparan dantellerle hareketlenmiş parçalar ön planda. Her parça hikâyeyi adeta baştan anlatarak aynı hikâye içerisinde farklı yolculuklara çıkarıyor. 

Kaç tasarımınız var koleksiyonda?

Elbiseler, bluz-etek kombinlerin ağırlıkta olduğu yaklaşık 50 parçalık bir koleksiyon oldu.   

Peki, koleksiyonunuz neyi anlatıyor?

Cesur, ne istediğini bilen, kendini sevip kendine değer veren kadınları. 

Tasarımlarınızı yaratırken nelerden ilham alıyorsunuz?

Trendlerden etkilenmektense yaşadığım hayatı biriktirmeyi çok seviyorum koleksiyonlarımda. Bugüne kadar zaten kendine has bir çizgisi olan, kendi ayaklarının üzerinde duran, kuvvetli ve maskülen, minimal ama yine de kapıdan girdiği anda fark yaratan bir kadını işledim. Tuvanam kadınlarıyla kendi ilham perilerimi yarattım diyebilirim. 

AİLE GİBİ OLDUK

Ünlülerin tercihi olmanızın nedeni ne sizce? 

Sanatçılara hazırladığım koleksiyonlar, çok daha uçuk, iddiayı çok daha kaygısızca barındırabilecek, dolayısıyla benim hayal gücümü en az törpülediğim, en çok keyif aldığım çalışmalarım diyebilirim. Bizim bugüne kadar artık aile gibi olduğumuz Candan Erçetin, Ebru Akel, Çağla Şikel, Sinem Kobal, Gülben Ergen, Bengü, Nur Fettahoğlu, Selma Ergeç, Pelin Karahan, Naz Elmas, Gonca Vuslateri ve son dönemde çalışmaktan büyük keyif aldığım Tuba Büyüküstün, Aslı Enver gibi isimlerle karşılıklı sinerji kurduk. Ayrıca tasarımlarımda kendilerine has stillerini göz önünde 

bulundurmamdan kaynaklandığını düşünüyorum.Son defileniz büyük ilgi gördü. Çağla Şikel de yine podyumdaydı...
Sevgili Çağla (Şikel), hamilelik dönemi haricinde tüm defilelerimde beni her zaman onurlandırdı. Onun podyum duruşu ve aurası bambaşka, yeri doldurulamaz birisinin hep o yere sahip çıkması, baş mankenim olarak beni yalnız bırakmaması, benim için çok büyük bir şans ve mutluluk. Keza Didem Soydan’la da, modellik kariyerinin başından beri çok büyük bir sinerjimiz var. Hiç unutmam, benim İstanbul 

Didem Soydan'la yolunuz nasıl kesişti?

Moda Haftası kapsamında yer aldığım ilk defilemde giydiği abajur elbiseyle başladı bu birlikteliğimiz. Sadece podyumda da değil, Kırım Kilisesi’nde gerçekleştirdiğimiz çekimimiz gibi özel prodüksiyonlarda da sürdü. Onlar hem gerçek hem 

masalsı. Çağla ve Didem de benim zamansız Tuvanam kadınlarım. Onlarla her defasında el ele tutuşup son selama 
çıkmak, yüreğimden kanat çırpan güvercinlerin havalanması kadar heyecan verici. 

O TARZI BENİMSEDİM

Tarzınızı ve koleksiyonlarınızı birkaç kelimeyle nasıl özetlersiniz?

Hem bu topraklarda gelmiş geçmiş tüm medeniyetlerin günümüze kadar uzanan kültürel mirasları, motifleri, dokuları hem de modern çağdaki yeni akımlar ve kullanımımıza sunduğu devamlı çeşitlendirebildiğimiz materyaller yaratıcılığımı besleyen çeşitli faktörler. Hep eklektik bir tarz benimsedim.

Gardırobunuzda olmazsa olmazlarınız nelerdir? 

Kendi koleksiyonlarını da giyen ve kendisiyle bağdaştıran tasarımcılardanım. İçimde hem o elegant Tuvanam kadını, hem cıvıl cıvıl Tutti kızı var hatta. Ama elbetteki diğer tasarımcı ve markalara ait parçalar da var gardrobumda. Örneğin Lacroix işlemeli ceketim benim için çok özel bir vintage parça, ayrıca Lacroix çok inandığım ve sevdiğim bir marka olduğu için tasarımcısına hayran olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Bunun dışında beraber çalışma fırsatı bulduğum Manish Arora’nın etekleri, kadın hayatında vazgeçilmez olan ve ölümsüz kesimlere imza atan Furstenberg’in elbiseleri, kaşmir kazaklarım, blazer ceketlerim, sezonuna bakmaksızın giydiğim birçok jean’imi sayabilirim. Sanırım uç noktalar, yani en basic’lerim ve Manish Arora vazgeçilmez benim için. Bir de ne kadar eskiseler de, hatta üzerleri pamuklansa da Acne ve Zadig& Voltaire’in t-shirtlerini ve Adriano Goldschmied jeanlerimi eklemeliyim. 

İstanbul Modasının gittiği yol ne durumda sizce?

Türkiye’de moda da dâhil pek çok sektör, yurtdışındakilerden çok sonra, çok daha kısıtlı bütçelerle temelleri atılmış ve gelişmiş oldukları için, modanın da tecrübe ve teknik konulardaki dezavantajlarının üstesinden, kendimize özgü vizyonumuz ve verimliliğimizle geldiğimiz bir sektör olduğunu düşünüyorum. Açıkçası sadece İstanbul’da değil, tüm Türkiye’de farklı bir moda algısı oluştu, daha doğrusu oturdu. Artık moda sadece belli bir zümreye ait değil, herkesin tüketebilir hale geldiği bir araç, bunda moda haftalarının da, yabancı basın ve satın almacıların da İstanbul ağırlıklı olmak üzere Türkiye’ye gösterdiği ilginin payı da çok büyük. Ancak tabii en önemli unsur, bu ilginin odağı olan çok yetenekli, vizyonlu ve hem üretim, hem satış noktası oluşturabilmek gibi zor şartlarla mücadele eden tasarımcı 
meslektaşlarımın varlığı.