Uyuyan kalpler uyandı

Akademisyen, gazeteci-yazar Ümit Gülbüz Ceylan, İsrail'e karşı oluşan küresel direnişi Akşam Cumartesi'ye değerlendirdi: ''Zalimin zulmü uyuyanları uyandırmak için bir araç oldu. Uyuyan bütün kalpler uykudan uyandılar artık. Hiç ummadığımız yerlerde insanlar ayakta. Farklı ülkelerin Meclislerinde, BM'de insanlar yüksek sesle tepkisini ortaya koyuyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık. Kapitalizmle yoğrulan, herkesi çileden çıkaran enformasyon içerisinde bizi boğan o çağın artık sonundayız. Bunu görenler kazanacak ama göremeyenler yine kendini karanlıkta bulacak.''

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Gazeteci-yazar ve akademisyen Ümit Gülbüz Ceylan kalbi sökülmüş bu çağda insanların kalbini uyandırmak mümkün mü? sorusuna cevap aradığı yazılarını kitaplaştırdı. Kalbî İletişim adlı kitabında aile bireyleriyle kurduğumuz ilişkilerden, toplumsal ilişkilerimize ve dünyada olup bitenlere bakışımıza kadar yaklaşım biçimlerimizin bizi ne kadar hakikate yaklaştırdığını sorgulayan Ceylan, bugün bütün dünyada meydanlara taşan uyanışın kaynağının da kalbi iletişim olduğunu söylüyor.

Kitabın tanıtım yazısında "İletişimin sırrı, uyuyan kalpleri uyandırmak için hiç bıkmadan usanmadan iyi, doğru ve güzel olanı anlatmaktır. Bugün büyük bir zulüm ile karşı karşıyayız. Kalpler hiç bu kadar acımamıştı. Ancak zulüm varsa ve bu arşa çıktıysa iyilerin sesini çıkarmamasındandır. O halde iyiliği ortaya çıkarmak için bugün susan vicdanlı kalpleri de uyandırıyoruz. Nasıl mı? Kalbî İletişim kurarak zalimlere yeter artık diyerek. Çünkü kalpler iyiliğe muhtaçtır. İyilik de neşet edeceği kalbin peşindedir." cümleleriyle özetliyor muradını Ümit Gülbüz Ceylan. Peki nedir kalbî iletişim, diğer iletişim türlerinden farkı nedir gibi sorularımı da alıp hocayla buluşuyoruz.

İletişim meselesine iletişim araçları, gönderici, alıcı verici, kanallar gibi tanımlamalar ve enformasyon araçları üzerinden çok teknik baktığımızı hatırlatan Ceylan, çıkış noktasının "Tüm bunların ötesinde birbirimizle hakiki bir iletişim sağlıyor muyuz, kalpten kalbe giden bir akış var mı?" sorusu olduğunu söylüyor. "Çok yüzeysel iletişim kuruyoruz günümüzde. Kalbimizi ortaya koyarak bir iletişim kuruyor muyuz, kurmuyor muyuz? Herkes kendini burada bir yoklasın istedim." diyen Ceylan'la neden kalbi iletişime ihtiyaç duyduğumuzu, dünyanın dört bir yanında Gazze için sokaklara çıkan insanları harekete geçirenin ne olduğunu konuştuk.

İletişimin temel amacı nedir?

İletişimin ana kurallarını samimiyet, ikiyüzlü olmamak, açık ve net olmak, söylenilen sözün anlaşılabilir olması, mesajı tam ve tek verebilmek şeklinde sıralarız. Samimiyet o kavramın içerisinde var. Samimiyet kesinlikle olması gereken bir şey. Ancak biz ayrılarak, ayrışarak iletişim kuruyoruz. İletişimin gerçek amacı bir araya gelebilmemizdir. Biz eğer iletişimin fonksiyonu olan birleştirmeyi sağlayamıyorsak o zaman kalpten bir iletişim kurmuyoruz demektir.

Bu ayrışmaların nedeni kalbimizi unutmamız mı?

Dijital çağ maalesef kalbi ortadan kaldırdı ve biz bunu fark etmedik. Yavaş yavaş içine çekildik ki bu anaforun. Maalesef önümüze gelen her bilgiyi hakikat diye algılayıp onun üzerinden yol aldık. Ama onun gerçek olmadığını görüldü. Şu anda bir bunalım içerisinde toplum. Kalbine dönüşü nasıl yapacağını da bilmiyor. Hatlar karıştı. Veriler ayağına dolandı, bilgi zannettiği şeyler o enformasyonun içinde kaybolup gittiler. Burada birinin uyandırması gerekiyordu. Ben de bir iletişimci olarak 'kalplerinize dönün' diyorum. Hakikat orada, hep birlikte kalbimize dönüp bakalım. Verileri, enformasyonu bırakın hakikati, gerçeği arama yolunda tekrar bir yolculuğa çıkalım. Nasıl çıkacağız; belki Kudüs'ten yola çıkacağız. Zeytindağı'ndan, belki sevdiğimiz birine ait bir objeden yola çıkacağız, o obje ile ne hissetmişti oturup onu tefekkür edeceğiz. Ya da çocuğumuzun gözlerine gerçek manada bakıyor muyuz gün içerisinde? Bunu düşüneceğiz. Biriyle iletişim kurarken kullandığımız cümleler karşı tarafı acıtacak mı, acıtmayacak mı? Hakikatle bir bağımız var mı ve hakikati ürkütmekten korkuyor muyuz? Hakikati ortadan kaldırdığımız zaman kendimizi de ortadan kaldırıyoruz. Bunun farkında mıyız? Kendimizle yabancılaşıyoruz. Kendimizle yabancılaştığımız zaman da bizim dışımızdaki herkesi öteki ya da başkası diye yaftalıyoruz. Halbuki öteki olmak aslında bizim için çok kıymetli. Aynı olmaktan öteye gitmemiz lâzım. Aynılaşmak toplumu çok birbirine benzetiyor ve bu çok tehlikeli bir prototip. Hakikatin bir sürü rengi ve yüzü olduğunu biz başkalarına bakınca görüyoruz.

Gazze konusunda çok farklı ülkelerde, çok farklı kültürlerden belki de 'öteki' dediğimiz insanlar aynı anda sokağa çıkıp tepki gösteriyor...

Şu anda kalpler uyandı. Şerden hayır doğar denilir ya gerçekten birileri şeytanî bir şekilde ortaya çıktı ama ben yine bunu ilahi bir mesaj olarak görüyorum. Zalimin zulmü uyuyanları uyandırmak için bir araç oldu. Uyuyan bütün kalpler uykudan uyandılar artık. Hiç ummadığımız yerlerde insanlar ayakta. Farklı ülkelerin Meclislerinde, BM'de insanlar yüksek sesle tepkisini ortaya koyuyor. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık bu anlamda. Yeni bir çağın açılışı olarak görüyorum ben. Postmodern çağın sonuna geldik. Kapitalizmle yoğrulan, herkesi çileden çıkaran enformasyon içerisinde bizi boğan o çağın artık sonundayız. Bunu görenler kazanacak ama göremeyenler yine ister istemez kendini karanlıkta bulacak.

Halklar ve toplumlar, devletleri soykırımı desteklerken nasıl olup da bu kadar kitlesel bir itiraz geliştirebildi sizce?

Bu sisteme artık 'dur' diyor insanlar. 'Benim verdiğim vergiler nereye gidiyor? Nasıl bir sistem var ve ben bu sistemin neresindeyim' diye sorgulamaya başladılar. Ki bu çok değerli bir sorgulama. Çünkü ABD toplumu genelde televizyon ve dijital medya ile uyutulur. Bir tarafta fast food satan öbür tarafta diyet yapmayı gösteren bir sistemi var adamların. İlk defa toplumları yönetmeye çalıştıkları, hatta istedikleri gibi çekip çevirmeye başladıkları kendi ürettikleri algoritmalar tam tersine silah olarak bunlara döndü. Demek ki bir şeyi iyi niyetle hakikat için kullandığın zaman gerçekten faydalı oluyor. Aracı ne için kullandığınla alakalı. O yüzden niyet ve bilinçlenme çok önemli.

İnandığımız bütün kavramlar da bu süreçte yerle bir oldu...

Toplumların ezberleri var. Liberal ekonomiler, gelişmiş ülkeler insanlara zarar vermezler güya. Asıl zarar verenler onlardı, biz hep anlatmaya çalıştık. Peki bizi gelişmekte olan ülkeler kategorisine kim koyuyor? Bu istatistikleri kim, neye göre yapıyor? Mutluluk endeksi diye bir araştırma yapılıyor; Türkiye en mutsuz ülkeymiş. Neye göre? Kriterlerin ne? Çok para kazanmak kriter değil ki. Baktığın zaman Afrika'daki çocuklar, Endonezya'daki insanlar çok daha mutlu, yüzleri gülüyor.

Gazze'de her gün bombalar yağarken şükrediyor, gülerek ölüme gidiyorlar...

Bu hakikat insanları tam kalbinden vurdu. Özellikle batı toplumunu... Çünkü batı toplumu manen çok büyük bir çöküşteydi. Bu sene Avrupa'ya gittiğimde de gördüm onu. Kalpleri sökülmüş gibiydi yerinden. Çok üzülmüştüm. Kalplerini hatırladılar. Bu olaylarla birlikte nasıl oluyor da bir insan ülkesi için ölebiliyor ve bunun için mutlu olabiliyor bunu gördüler. Ölümü öldüren, ölümden korkmayan bir toplum şok etti insanları. İnsanların aradığı buydu. Biz aslında bunu arıyorduk hakikat buymuş deyip gerçek ölümsüzlüğü keşfetti insanlık. Umarım kalıcı olur.

DİJİTAL GÖRGÜSÜZLÜĞÜN SONU GELECEK

Farkındalık sahibi bir dijital medya kullanıcısı olmak için nasıl bir yol izlemeliyiz?

Filtreleriniz olsun. Bir kere hiçbir şeye inanmamakla başlayın. Karşınıza bir bilgi mi çıkıyor? 'Bu yanlıştır ben bunun doğrusunu araştırayım' diye yola çıkın. Önce aklınızı ve kalbinizi kullanın. Beyninizi çalıştırın. Karşınıza gelen her bilgiye inanmayın. Doğruyu bulmak için çaba sarf edin. Biz nefsimizi ne kadar kontrol edebilirsek daha çok kazanacağız. Eğitimle de ilgili bir şey bu. Önce anne babanın eğitilmiş olması gerekiyor. Filtrelerimizin olması gerekiyor beyinlerimizde. Ayrıca küçük yaşta çocuğun eline hemen tableti, telefonu vermemek, yemek yerken onunla muhatap olmak çok önemli. Bunlar anne babanın çocuğu otokontrollü yetiştirmesi ile de alakalı. Bu noktada çaba sarf etmiyoruz. Çabalarımızı değerli bulmuyoruz. Kendi çabamızla yetişen bir çocuğun bizimle kurduğu kalbî iletişimin değerini 30 sene sonra göreceğiz. Hemen sonuç bekliyoruz. Halbuki 30 sene sonra o kişi dönüp dolaşacak 'Annem iyi ki benimle konuşmuş, benimle sohbet etmiş, tableti önüme koymamış' diyecek. Kalbî iletişimi oradan devam ettirecek. Bu açıdan nefs kontrolü, filtreler gerekli. Dijital okuryazarlıkla birlikte daha çok bilinçlenmeye başladı toplum. Biz şu anda dijitalin sarhoşluk çağını yaşıyoruz. Yavaş yavaş ayılmaya başlıyoruz. Bundan 20 sene sonra yeni nesil bu kadar bağımlı olmayacak. Dijital görgüsüzlük var bizde. Bunun da bir sonu gelecek.

Duygularımız çok manipüle edilebiliyor...

Kalple aklı birlikte kullandığımız zaman dengeyi kuruyoruz. Ama sadece kalbi kullanmaya kalkarsak mecnun oluruz. Akıl, mantık, bilgi ve araştırma gerekli. Ama kalpsiz de olmuyor. Kalp onu yumuşatıp katılığı alıp götüren elimizdeki veri ve enformasyon ile hemhal olabilmemizi sağlayan bir şey. Sinirlenmeden işin üstüne gitmemizi sağlıyor. Öbür türlü kendimizi yıpratırız. Toplumlar o yüzden yıpranıyor. Gelen veriler, enformasyon akıl ve kalbi bir arada kullanmadan değerlendirildiğinde sürekli bir kutuplaşmaya yol açıyor. Kutuplaşmadan kurtulmanın tek yolu da kalple aklı bir arada kullanmanın yollarını bulabilmek.