Uyanış: Büyük Selçuklu'nun Yorgos'u Nik Xhelilaj: Oyuncunun başarısını ödül belirlemez...

‘Uyanış: Büyük Selçuklu' dizisindeki Bizanslı kumandan Yorgos rolüyle dikkat çeken Nik Xhelilaj ile kariyerini konuştuk. ‘The Albanian'daki performansıyla ‘en iyi oyuncu' ödüllerini kucaklayan Xhelilaj, “Bir oyuncunun aldığı ödüller başarısını belirler mi? sorumuza “Hayır. Özellikle son yıllarda, sektöründe durumu göz önüne alınarak bakılırsa, rolü almak, audition'da başarılı olmak en büyük ödül aslında” diye cevap verdi.

BİLGEN BÜLBÜL COŞKUN / bilgen.bulbul@aksam.coml.tr

TRT 1’de yayınlanan ‘Uyanış: Büyük Selçuklu’ ile izleyicinizin karşısına çıkıyorsunuz. Neler hissettiyor bu size, nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

İnanılmaz heyecanlı hissettiriyor. Özellikle mekânlar, kostümleri giydiğimde verdiği gurur, atın üstünde olduğum zaman ise bambaşka bir duygu yüklemesi yaşatıyor.

Sete büyük bir mutlulukla gidiyorum, bu güzel ekiple daha önce de beraber çalıştığımız için daha keyifle bulunuyorum tabii sette. Bizanslı olmak da hoş bence, geri dönüşler de çok iyi, çok mutlu ediyor. Geçenlerde gördüğüm bir yoruma da çok güldüm, hoşuma gitti; “Abi sen Bizans’ı bırak, bizim Selçuklular tarafına geç” Bu tarz yorumlar çok oluyor.

AKSİYON SAHNELERİNE ÇOK ÇALIŞTIK

Bizans kumandanı Yorgos’u canlandırıyorsunuz? Nasıl hazırlandınız rolünüze?

Bizans’ın, hatta Kuvel Kalesi’nin belkemiği diyebiliriz Yorgos için. En iyi ve de acımasız savaşçı. Tabii ki aksiyon sahneleri fazlasıyla olduğundan ve de ekibimiz, bizler en gerçekçi, güçlü şekilde bunu yansıtmak istediğimizden sette aksiyon ekibiyle beraber Yorgos’un Bizans stili savaşı üzerine çok çalıştık ve bu sürecin her bir anından büyük keyif de aldım. Ayrıca çekimlerden önce çalıştığımız gibi bölümler öncesinde de bu antrenmanlar devam ediyor.

TARİH HEP MERAK UYANDIRDI

Tarihle aranız nasıl? İlgi duyuyor muydunuz daha önce de?

Aslında ilk projem ‘The Sorrow of Madam Snajderova’ adlı tarihi bir film oldu. Arnavutluk’tan Prag’a uzanan bir hikâyeydi; 60’larda sinema okuyan genç bir çocuğu canlandırdım. O zamandan beri kendimi tarihi projelerde daha rahat buluyorum. Önceden insanlar günlük hayatı nasıl yaşamışlar, konuşma tarzları, kostümler, mekânlar açıkçası bende hep merak uyandırdı.

‘The Albanian’ filmindeki performansınızla 32. Moskova Uluslararası Film Festivali’nde, Priştine Uluslararası Film Festivali’nde ve 47. Altın Portakal Film Festivali’nde En İyi Oyuncu ödülünü aldınız. Size göre bir oyuncunun başarısını aldığı ödüller belirler mi?

Ödüllerden çok filmin kendisi ve yaşadığım sürecin beni çok etkilediğini söyleyebilirim. Sanki o filmle beraber bu mesleğe “merhaba” demiş gibiyim. Oyunculukla ilgili tüm süreci ilk kez o filmde öğrendiğimi çok net söyleyebilirim. Akabinde aldığımız ödüller doğal bir şekilde o işe verdiğimiz enerjinin geri dönüşü gibi oldu.

Ama bir oyuncunun aldığı ödüller başarısını belirler mi? Hayır. Öyle düşünmüyorum.

Özellikle son yıllarda, sektörün de durumu göz önüne alınarak bakılırsa, rolü almak, audition’da başarılı olmak, projeye girmek en büyük ödül aslında.

Popüler işlerin yanı sıra festival filmlerinde de rol aldınız. Bir oyuncu için festival filmleri sizce nasıl bir deneyim?

Benim ve kariyerim için çok önemli oldu. The Albanian filmiyle festivallerde yer aldık. Mesela Berlinale Film Festivali’nde cast direktörü Harika Uygur’la tanıştım. İstanbul’da dizi ve film sektörüne girmemde çok büyük etkisi oldu diyebilirim, iyi ki de öyle olmuş, Türkiye ikinci evim olduğu için gurur duyuyorum. Yani söylemek istediğim, kontak kurmak için çok faydalı oluyor. Örneğin; film festivallerinde kurduğum iş ilişkilerinden iki tane yabancı dil daha öğrendim.

TÜRKÇEMİ ELEŞTİRİYORUM

Kendinizi izlerken eleştirdiğiniz noktalarınız oluyor mu?

Muhakkak oluyor. Bu aralar Türkçemle ilgili takılıyorum. Allah’tan Yorgos Bizanslı da, çok kötü durmuyor. En azından öyle umut ediyorum.

Reytingler bir başarı kıstası olabilir mi?

Salt bir başarı kıstası olduğunu söyleyemem açıkçası. Pek çok dinamik var. Bir de bence reytinglerden çok dizi sektöründe acil değişmesi gereken bir konu var ki; o da bölüm süreleri. Şu an tabii pandemiyi de göz önünde bulundurduğumuzda olabildiğince dikkat ederek, çok fazla uzun saatlere ulaşmadan çalışıyoruz. Ancak süreler kısalsa daha sağlıklı olacağına inanıyorum. Fakat durum böyleyken bile gerçekten yaptığım işi çok seviyorum ve kariyerimde büyük bir keyifle de ilerlemeye devam ediyorum.

Arnavutluk’tan Türkiye’ye geldiniz. Nasıl başladı Türkiye’de oyunculuk serüveniniz?

Harika Uygur’la Berlinale’de tanıştıktan bir yıl sonra “Üç Yol” filminde oynamam için bana teklif geldi. O filmden sonra İstanbul’a döndüğümüzde menajerimle Tomris Giritlioğlu’nun yanına gittik. Görüşmemiz 10 dakika sürdü. “Sen Kadir’sin oğlum” dedikten bir saat sonra sözleşmeyi yolladı ve ‘Kayıp Şehir’ dizisine girdim. Bende çok ayrı bir yeri var.

Set dışında neler yapıyorsunuz?

Boş zamanımda gezmeyi severim. Çocukken de seviyordum, evden kaçma hissi hep olurdu. Hiç haber vermeden çok küçük yaşlarda amcamlara kaçardım. Yalnız kalma hissini hep seviyordum. Bu dönem biraz zor gibi görünüyor ama bu iş için Berlin’den İstanbul’a geldiğimden dolayı ayrıca mutluyum.