MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr
Usta sanatçı Okay Temiz'i Galata'daki atölyesinde ziyaret ettim. Müzik dolu, büyüleyici bir mekândı burası. Neyden yapıldığını bilmediğim sayısız enstrüman vardı. Ve tabii karşımda Türk caz müziğinin dünyaca ünlü ismi, Temiz... Sebebi ziyaretimiz bundan yıllar önce kayıtları yapılan plaklarının yeniden piyasaya sürülmesi idi ama biz Temiz'i bulmuşken her şeye baştan başladık. İki saatlik sohbetimizde neler konuştuk neler; Müziğe nasıl başladı, İskandinavya'daki çalışmaları, Türkiye'ye dönüşü, sayısız albümler, konserler... Ve bugün 85 yaşında olmasına rağmen hala çalışmaya, üretmeye devam eden ritim ustasında hikâye çoktu. Okay Temiz'i kendisinden dinlemek ise bir ayrıcalıktı. Sözü ona bırakacağım ama öncesinde müjdeli bir haber vermek istiyorum. Okay Temiz'in bu kıymetli atölyesi bir müze olacak. "Okay Temiz Müzik Müzesi"nin hazırlıklarının sürdüğünü belirten Temiz, "Kendi ürettiğim çok değerli akustik ve elektronik müzik aletlerim ile dünyanın çeşitli ülkelerinden getirdiğim enstürmanlarımın yer aldığı bu atölye geleceğe taşınacak. Burası bir müzik arşivi ve çocuklara armağınım. Nesillerin buradan feyz almasını dilerim." dedi.
MÜZİĞE ANNE KARNINDA BAŞLADIM
En baştan başlayalım. Müzik ne zaman hayatına girdi?
Anne karnında... Annem Musiki Muallim Mektebi mezunuydu, ut çalardı. Bana hamileykende hep çalarmış. Hatırlıyorum 5-6 yaşlarındayken bizim evde her akşam fasıl olurdu. Bende anneme koltuk kenarında ritim tutardım. Ortaokuldan sonra annemin yönlendirmesi ile Ankara Devlet Konservatuvarı'na kayıt oldum. Büyüleyici bir yerdi. Oraya girmeye hak kazandım. Ama bana istediğim enstrümanı vermediler. Trompet istiyordum, flüt çalacaksın dediler. Onu istemeyince o zaman davul çalacaksın, seni ritim bölümüne alacağız dediler. Aslında onu da istemedim ama sonra inat ettim çok çalıştım. Adnan Saygun hocamızdı, dikteye girmiştik. Geldi benim sınav kâğıdımı aldı. "Sen çık" dedi. Beni orkestra şefliği bölümüne alacaklardı. Ama ritime çok emek vermiştim. Orada çalışmalarıma devam ettim. Sonra ikinci diktede Hikmet Şimşek çalıyordu, yılsonu... Ama o kadar hızlı çalıyordu ki onları notaya almak çok zordu. Daha birinci sınıftık... Biz yapamadık ama Çetin Işıközlü ve Erol Erdinç abimizin sınıf arkadaşımızdı onlar son sınıfa geçti. Zaten ben daha sonra konservartuvardan attıldım.
Neden?
Konservatuvarda okurken başka bir yerde çalışamazdın ve klasik dışında bir şey çalamazdın. Biz arkadaşlarla kuliste dans müziği çalıyorduk. Çok katı kurallar vardı o zamanlar. Sadece klasik müzik çalacaksın! Bu bana göre doğru bir sistem değildi.
YEDEK SUBAYLIKTAN DAVULUMU ÇALMAK İÇİN FERAGAT ETTİM
Konservatuvardan atıldıktan sonra ne yaptınız?
O dönem sanat okulları vardı, 1957-1959 yıllarında Tophane Sanat Enstitüsü'nde öğrenim gördüm. Tabii müziği bırakmadım. 1959-1967 yılları arasında dans müziği orkestralarında çeşitli programlar yaptım. İşin mutfağında yetiştim ve lüks mekânlarda, düğünlerde çaldık. Hatta çaldığım lokallerden birine Adnan Menderes, Fatih Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan gelirdi. Adnan Menderes masasında otururken dönüp dönüp bize bakardı. Birçok yerde çaldım. Ana enstrümanım davul yani bateri idi. Hatta sanat okulunda davulumu kendim yaptım, kaçak... Enstrüman yapmaya o yıllarda başladım. Okul bitince yedek subay hakkını kazandım. Askerlik dönemi de gelmişti. Ama benim aklım müzikte tabii. Ankara'da yaşıyoruz, aile asker olduğu için eşler birbiri ile çay saati yapardı. Bir gün Cemal Paşa da geldi bizim eve. Babam askerliğimin geldiğini ve yedek subaylığı hak ettiğimi söyledi. Bana sordular. "Ben davul çalmak istiyorum" dedim. Ama yedek subaylar davul çalamaz. Ordu evinde müzisyenler vardı. Cemal Paşa, "Sen er olarak askere yazıl, ben seni ordu evine aldırırım" dedi. Babam istemedi, görülmüş şey değil yedek subaylıktan vazgeçip er olarak gitmek... Ben müzik için bu hakkımdan feragat ettim. Er olarak yazıldım. Acemi birlikten sonra Cemal Paşa sözünü tuttu beni aldırdı, Orduevi'ne. Orada orkestramı kurdum. Her türlü müzik çalardık. Orduevinde işim bitince gece 12'de çıkar Yaşar Güvenir vardı, piyanist ve besteci, onun yanına gider sabaha kadar müzik yapardık. Benim hayatım hep müzikle geçti. Orduevindeyken de karar vermiştim, yoluma müzikle devam edecektim.
CAZI PLAKLARDAN ÖĞRENDİM
Caz ile ne zaman yollarınız kesişti? Neden caz?
Caz ile tanışmam konservatuvarda oldu. Ahmet Muvaffak Falay vardı rahmetli. O da konservatuvarda piyano, trompet çalardı. Başka sanatçılarda vardı. Tabii caz denmezdi o zaman, dans müziği denilirdi. Dans müziği, çok kültürlüydü. Yine plaklar satın alırdık. O dönem plak bulmak zordu. Amerikalı askerlerin alışveriş yaptığı özel yerler vardı. Oradan rica minnetle caz plakları aldırır, dinlerdik. Onlardan da çok şey öğrendik. Sonra radyo programları vardı. Onları dinlerdik. Cazdaki kalite ve özgürlük beni bu alana yönlendirdi. Aslına bakarsanız caz folklordan gelen bir kültürdür. Klasik müzikte bana göre öyle. Melodisini halktan alırlar. Cazın kökeni Afrika'dır.
Yurt dışına çıkmaya ne zaman karar verdiniz? Asıl kariyerinizi orada inşa ediyorsunuz.
Yıllarca burada dans müziği çaldım, sıkılmıştım. Birçok Fransız, İspanyol ve farklı ülkelerden müzisyenlerle çaldım. Davulda bir yenilik getirmiştim. Ve etrafımdaki müzisyenler bunun farkındaydı. Çok sesli bir müzik yapıyordum. Bir de burada caz yapardık ama herkesin bildiği caz müziklerini, dans müzikleri arasına sıkıştırırdık. Sadece caz çalınca istemezlerdi. Kulüplerde "lay lay lom", eğlence müziği istenirdi. Caz daha ciddi idi. Çaldığımız mekânlarda patronlar bakardı gece saat 2 olmuş kimse para harcamıyor, bize caz çalın derdi. Caza başladığımızda kimse kalmazdı. Müşteri kovma müziğiydi. Ben bu işi daha ciddi yapmak istedim ve 1967'de önce Frankfurt Almanya'ya gittim. Orada Türk orkestrası vardı. Daha sonra onlar Danimarka'ya gidiyoruz dediler. Bende katıldım, davulcuyum grupta. Orada 2 ay çaldıktan sonra İsveç'e gittik. Orada yolum Türk trompetçi ve benim konservatuvardan tanıdığım Muvaffak Falay ile kesişti. Sevda grubunu kurduk. Birde Salih Baysal vardı. Onu da ben getirmiştim yurt dışına. Bodrumda keman çalıyordu. Birlikte İsveç'in en iyi müzisyenleriyle tanıştık. Sonra müzik hayatımın en önemli dönüm noktalarından Don Cherry hayatıma girdi. Festivallere katıldık, plaklar yaptık... Öyle klasik müzik kadar caza para harcanmazdı. Ama hiçbir zaman klasik müzik yapayım demedim. Caz daha özgürdü. Cherry'den müziği harmanlamayı öğrendim. Yolu bana o açtı ama bende müzik bilgimle bunu ilerlettim. 1974 yılında kurduğumuz İsveç-Türk caz grubu Oriental Wind'i, Batı kökenli enstrümanların yanı sıra Türk enstrümanlarını bir araya getirerek ilginç bir sentez yarattık. İsveç'e Bing Bang davulcusu olmaya gittim ama bir baktım oyun havası, zeybek çalıyorum. Bu müzikleri caz ile birleştirdim. Türküleri, Afrika müziğiyle birleştirdim. Benim müziğimde her şey vardı. 1979 yılında neyzen Aka Gündüz ile Zikir albümü yaptık ve neyi caza kattık. Burada sayısız müzisyen ile albümler çıkardık, dünya müzik listelerinde en üst sıralarda yer aldık. Avrupa, Amerika, Hindistan'da sayısız konserler verdik.
BİR KÜLTÜR BİRLİKTELİĞİ OLUŞTURDUM
İsveç sizi benimsemiş...
Bizi orada çok seviyorlardı. 30 yıla yakın kaldım İskandinavya ülkelerinde. İsveç'ten sonra 5 buçuk yıl Finlandiya'da kaldım. İsveç kültürlere açık bir ülke idi. İsveç'te yaşadığım yedi yıl boyunca İsveç Kültür Dairesi Sanat adına en üst düzeyde kültüre katkı adıyla yaptığım sanatsal çalışmalarıma ve müzik grubuma destekte bulundular. Cazda kültür birlikteliğini ilk yapan sanatçı benim. Mesela Karadeniz havasını Afrika piyanosu ile çalardık. Brezilya'dan getirdiğim enstrümanla Fidayda çalardım. Don Cerry yol gösterdi ama bu yolu da biz yoğurduk. Ritmi bilmezsen, yaratıcı olmazsan bunları yapamazdın. Bunlarda bende vardı. Ben hep yeniliğe açık oldum. Kendime müzik aletleri yaptım. Afrika ve Güney Amerika bana bu konuda ilham oldu. Keçi tırnaklarından Afrika'da müzik aletleri yapmışları. Tabiattaki her şeyin sesi var. Görmek, duymak lazım.
YUNANA KARŞI YAPILAN BESTEYİ YUNAN ÇALDI
Türkiye'ye kesin dönüş ne zaman oldu?
Türkiye'ye konser için sürekli geliyordum. Burada yaptığım müziği sevdiler. Bir de ben 90'ların başında firmalarla workshoplar yapmaya başladım. Türkiye'ye bunu ilk getirenlerden biriyim. 1998 yılında da Türkiye'ye kesin dönüş yaptım.
Burada bir dönem Mehteran'ın başına geçmişsiniz. Bu da ilginç geldi bana. Nasıl gelişti bu olay?
Türkiye'ye dönmek istiyordum ama burada bir garantim yoktu. Ecevit Başbakandı o dönem. Biz de iyi dosttuk. Türkiye'den ayrılacağımı söyleyince beni Ankara'ya çağırdı. Ve Kültür Bakanlığı'nın desteği ile Mehter Takımı'nın başına getirildim. Burada 5 buçuk yıl çalıştım. Ben gelince buradaki vizyonu değiştirdim. Mehter bir savaş organizasyonu iken barış organizasyonuna dönüştü. Nasıl mı? İçine Rus, Yunan, Bulgar, İsveçli, Senegalli, Danimarkalı müzisyenler getirdim. Yunan'a karşı yazılmış bir marşı Yunanlı kendi çaldı... Mehter diye albüm yaptım. Mehter takımı ile birçok ülkeyi gezdik. Türkiye'deki konserlerimize muhafazakâr kesim çok gelirdi. İstanbul'daki bir konserime o dönemin İBB Başkanı Recep Tayyip Erdoğan geldi. Müziği çok beğenmişti. Makamına davet etti. Ertesi gün gittik yanına tebrik etti.
BENİM YAŞAM BİÇİMİM BU
Sizin İzmir Senfoni Orkestrası ile kaydettiğiniz Kuzeyden Güneye Esintiler albümünüz de çok kıymetli...
Klasik orkestralardaki o katılık artık gitmişti. Ben konservatuvardan kovuldum ama yıllar sonra bu orkestralar benim müziği çaldı. Kuzeyden Güneye Esintiler albümünü İzmir, İstanbul, Samsun, Antalya, Alanya, Adana senfoni orkestraları çaldı. Ben ne yaptıysam kendim için yaptım. Başkası için yaptım demek bana doğru gelmiyor. Zaten müziğimin ulaşması gereken her zerrede varlık bulduğuna inanıyorum.
Siz sanata hayatınızı adamaya devam eden çok değerli bir sanatçısınız...
Çok teşekkür ederim. Ürettiğim çalışmalarım ben var oldukça devam etmemesi mümkün değil... Bu benim yaşam biçimim, var olmak zaten bir sanattır. Ve İsveçlilerle yeni bir müzik projesi için çalışmalarım devam ediyor. Ben müzikle yaşayan, sürekli yenilik peşinde olan biriyim.
EFSANE PLAKLAR YENİDEN BASILDI
Plakları konuşalım... Bundan 40,50 yıl öncesine ait müzikler yeniden plak olarak basıldı...
Üç tane plak çıkardık. New York Times'a göre dünyanın en önemli cazcılarından olan Don Cherry ile 1971 yılında Fransa'nın Ulusal kanalındaki konserimiz canlı plak oldu. Live in Paris adıyla, dünyanın en önemli caz festivali olan Montreux Caz Festival'inde 1982 yılında verdiğiniz konser ile 1980 yılında İsveç'te kaydettiğim solo albümüm "Drummer Of Two World's" 2 Dünya Davulcusu plak olarak basıldı. Asya ve Avrupa'nın davulcusu yani... Haluk Damar ve Erinç Güzel'in çok büyük emekleri var. Japonca, Fransızca, İngilizce ve Türkçe olarak 4 farklı dilde ve farklı kapak tasarımları ile üretildi. Japonca özellikle basıldı, onlar benim müziği çok sever. Montreux'deki konserimizin kaydını bizden habersiz basıp Japonya'da dağıtmış. Tabii o zaman plak çıksın diye bütün haklarımızı veriyorduk böyle detaylarla uğraşmıyorduk. Şimdi bu arkadaşlar telifleri geri aldılar. Live At Montreux Jazz Festival –1982 plağının kapaklarındaki fotoğraf ünlü fotoğraf sanatçımız Ara Güler'e ait. Caz Plak, Paris ve Ara Güler Müzesi arasındaki iş birliği sonucunda yeniden kullandık. Tabii bunların yeniden piyasada olması güzel... Ama öyle ah gençliğim modunda değilim. O kadar oryantalist bir insan değilim.
ÇOCUKLARIN RİTİM BİLMESİ ÇOK ÖNEMLİ
Çocuklarla uzun süre ritim atölyeleri yaptınız... Bir caz müzisyeni neden çocuklarla atölye yapar?
İsveç'te beni desteklemelerinin en önemli nedenlerden biri de çocuklarla yaptığım ritim projeleriydi. Hiçbir caz müzisyeni anaokuluna gidip çocuklarla atölye yapmaz ama ben yaptım. Türkiye'de yıllarca yaptım bunu. Çocukların ritim bilmesi çok önemli. Öncelikle bireyin gelişimi için faydalı. Çocuklardaki ritim duygusunun açığa çıkması birçok fayda sağlar. Özgüveninin gelişmesi, sosyalleşmesi, kendi yeteneklerini keşfetmesi, paylaşmayı öğrenmesi gibi birçok faydası var. Buradaki atölyemde ve salonlarda çocuklar için çok şey yaptım ancak sosyal yaşamın şuanda içinde bulunduğu yapı sebebiyle maalesef eskisi kadar yapamıyorum.
MÜZİĞİ BAŞKASI İÇİN DEĞİL KENDİ İÇİN YAPMALISIN
Sizi bulmuşken son olarak bugünün müziğini de konuşmak isterim...
Bugünün müziği lay lay lom... Pop müziğiyle ilgilenmiyorum. İçlerinde iyi olanlar var elbette. Ama aynı sözler, melodiler... Dinledikleriniz arabeskin pop hali. Hepsi kadına yazılmış aşk şarkıları. Mutlu müzik değil aslında. Moralsiz müzik bunlar. Aşkı unutarak pop müzik yapabilirler mi? Ben konser veriyordum. Hepsinde bir tema vardı. Ritmin Günü başlılığıyla; Kadına şiddet, küresel ısınmaya, çocuk hakları temaları gibi program hazırlar, konserler verirdik. Şimdi böyle şeyler yapan yok. Bizimkiler ancak "Beni sizler yarattınız, sizin sayenizde varım" naraları atıyor. Böyle bir şey yok... İnsan müziği önce kendisi için yapmalı. Siz kaliteli bir şey üretirseniz bu zaten topluma mal olur. Ben o kadar yurt dışında konserler verdim, müziğimizi oraya taşıdım. Ama bunu Türk müziğini temsil ediyorum bunu yayma amacım vardı gibi bir düşünce ile yapmadım. Ben kendim öyle istediğim için yaptım. Kendime bir yol çizdim. Bugünün pop müziği, "Kitleler bunu sever" diye üretilen tarzlar maalesef... Bunun müziğimize zarar verdiği kanısındayım. Ve diyeceğim odur ki önce kendimizi dinleyeceğiz, kalbimize bakacağız ona göre hareket edeceğiz. Ve çok çalışacağız. Dikkatimi çekiyor caz çalan gerçek sanatçılar mecburiyetten dolayı popçuların arkasında çalıyor. Gerçek üretim, gerçek sanat adına tüm genç kardeşlerime çağrımdır, kaliteye önem veren müzikle olup geleceğimize sanatsal müzikler üretmelerini salık veriyorum.