Ünlü modacı Gül Ağış iş birliği yaptığı Defacto markasıyla beklentileri fazlasıyla karşıladı. Nişantaşı’ndaki showroom’unda ziyaret ettiğimiz Ağış, “Bu iş birliği beni ulaşılabilir kıldı. Bu da beni çok mutlu etti. Her kesimden insanın dolabında benim tasarımlarımın bulunması çok heyecan verici” diyor.
Defacto’yla olan iş birliğiniz nasıl gerçekleşti?
Defacto bana ulaştı ve projeden bahsetti. Çok heyecanlandım çünkü sevdiğim bir iş. Daha önce Mango gibi birçok markaya koleksiyonlar hazırlamıştım. O yüzden bu konuda tecrübem vardı. Defacto’nun 300’e yakın mağazası mevcut, Anadolu’dan tutunda Bükreş’e kadar ulaşılabilirliği var. Dolayısıyla ulaşılabilir olmak beni çok mutlu etti ve keyif aldım bundan. Her kesimden insanın dolabında benim tasarımlarımın bulunması çok heyecan verici.
Kendi koleksiyonunuzdan nasıl ayrı tuttunuz ve nasıl bir koleksiyon hazırladınız?
Kendi koleksiyonlarımdan çok da ayrı tutmadım aslında. Benim ilk çıkış noktam Marakeş’ti hatta orada çekim yapacaktık ancak ülkenin karışık durumları vs. bir türlü yapamadık. Marakeş’in o dokusu, desenleri, çizgileri ve püskülleriyle biraz daha etnik tasarımlar oldu. Ben zaten çok etnik ruhu olan biriyim. Her sene gittiğim ülkelerden ilham alarak yapıyorum tasarımlarımı. Tarihten çok besleniyorum. Dolayısıyla o dokular, enteresan çizgiler koleksiyonu her zaman bir tık ileri taşıyıp zenginleştiriyor diye düşünüyorum. Marakeş temasında da böyle oldu.
BÜYÜSÜ BOZULMADI
Fiyatları neye göre belirlediniz?
Bazı parçaları, fiyatları yüzden elemek zorunda kaldık. O durumlar çok üzücü çünkü bir kreasyon yaratıyorsun, benimsiyorsun ama fiyatı tutturmak zor oluyor. Büyük bir firma olduğu için çok güçlü bir ekibi var ve kendi başıma karar veremedim. Dolayısıyla biraz daha kapsül bir koleksiyon oldu. Ufaldı biraz ama ufalmasına rağmen o büyüsü bozulmadı. Defacto’nun bilinmeyen tarafını farklı kitlelere ulaştırdık. Ben nasıl farklı kitlelere ulaşmak istiyorsam, onlarda aynı şekilde… Böylece birbirimizin kitlelerini değiştirmiş olduk. Tasarımı yapıp kenara çekilmediniz, her şeyiyle ilgilendiniz yani.
Tabii tabii bütün detaylarıyla, Defacto ekibiyle her gün beraberdik. Ufak bir iş gibi görünüyor, baktığınızda üç-beş parça bir şey gibi duruyor ama herkes çok emek harcadı. Bir de tabii adet sayısı çok yüksek. Bir parçadan on beş-yirmi adet değil binlerce yapılıyor. Bu nedenle girmeyen parçalar için çok da ısrarcı olamadım, kendi firmaları ve müşterilerini iyi tanıyorlar. Sonuç itibariyle çok keyifli ve mutlu olduğumuz bir işbirliği oldu. Başka markalarla da bir araya gelmeyi düşünüyor musunuz?
Kendi markamla çok yoğun çalışıyorum dolayısıyla şu an bilemiyorum ama tekrar böyle bir iş birliği içine girersem o çok daha kolay olur. Çünkü farklı bir tecrübe oldu benim için.
YÜKSELEN BİR MARKAYIZ
Lug Von Siga markanız
Almanya, Paris, İtalya gibi pek çok ülkelerin büyük mağazalarında satılıyor. Mağazalaşmayı düşünüyor musunuz?
Çok fazla ülkede yükselen bir markayız, evet. Mağazalaşmayı düşünmüyorum. Çünkü mağazacılığın çok zor bir uğraş olduğunu biliyorum. Zaten mağazalaşırsam o zaman mağazacı olurum ve tasarımcılıktan çıkarım. Tasarımcı markası olarak devam etmek istiyorum ve tasarımlarım department store’larda (büyük mağaza) satılmaya devam edecek. Erkekler için bir koleksiyon tasarlamayı düşünüyor musunuz?
Kendi markamı ilk kurduğumdan beri söylüyorlar bunu bana ama ben ısrarla, “Hayır, önce kadın tarafını oturtalım ondan sonra” diyorum. Her şeyin bir sırası var. Aksesuarı yaparken bile belli bir yol almış olmak gerekiyor. Kendi markanız Lug Von Siga için tasarladığınız Frida İstanbul koleksiyonunu anlatır mısınız?
Meksika’ya gitmiştim orada Frida’nın müzesini gezdim ve inanılmaz etkiledi beni. Müzeyi dolaşırken Frida’nın acısı içime işledi. O an dedim ki koleksiyonumun teması bu olmalı. İstanbul’u da yaşayan ve çok seven bir tasarımcı olarak, “Frida İstanbul’da seyahat etseydi nasıl bir şey ortaya çıkardı, nelerden etkilenirdi?” diye düşündüm. Hem onun
kültürüyle hem benim kültürümü birleştirdim ve ortaya koleksiyonum çıktı. Çok da beğenildi…