EMİNE DOLMACI / cumartesiv@aksam.com.tr
Türk demokrasi tarihinde post-modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat'ın üzerinden 24 yıl geçti. Yasaklar ve hukuksuz uygulamalar; kadın, erkek, yaşlı, çocuk demeden yüz binlerce insanın canını yaktı, pek çok insanın gençliğine mâl oldu. Türkiye demokrasi tarihi için kara bir leke olan bu dönem, 28 Şubat'tan tam üç yıl sonra hayata gözlerini açan Kerem Tekinalp ve arkadaşları tarafından beyaz perdeye aktarıldı. Tanık adlı belgesel filmi, 26 Şubat'ta düzenlenen bir galayla tanıtılacak.
Çokça şikâyet ederiz, gençlerin yakın tarih konusundaki duyarsızlığından. Bu ülkede bir dönem yaşanan baskı ve yasaklardan habersiz oluşlarından. Ancak genellemeler yanlıştır. Bütün gençler bu kadar da dertsiz değil. Anne, babalarının, kendilerinden bir iki kuşak büyük abla, ağabeylerinin yaşadığı karanlık günlerin unutturulmaması için çabalayanlar da var.
13 YAŞINDA BAŞLAYAN SORGULAMA
Onlardan biri de Kerim Tekinalp ve çevresinde onun gibi inanmış bir grup genç. 28 Şubat'ta o talihsiz MGK kararlarının açıklandığı günden tam üç yıl sonra, 9 Şubat 2000 tarihinde dünyaya gelen Kerem, Üsküdar Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölümü ikinci sınıf öğrencisi. On üç yaşında ilk kez "28 Şubat nedir, o günlerde ne yaşanmış?" diyerek araştırmaya başlayan Kerem, başörtü yasaklarının sembol isimlerinden Nuray Canan Bezirgân'ın hikâyesi ile karşılaşmış. Gencecik bir kadının ikiz bebeklerinden birini eylemler sırasında kaybetmesi, ikincisinin hayatî riski varken mahkemeye çıkarılması Kerem'i çok etkilemiş.
28 ŞUBAT 28 TANIK'TAN İLHAM ALDI
Daha sonraki yıllarda da yakın tarihe merakı devam eden Kerem Tekinalp, yazar Demet Tezcan'la tanıştıktan sonra onun Bin Yıla Azmetmiş Zulüm/28 Şubat 28 Tanık isimli kitabını okumuş. Orada okuduklarından çok etkilenmiş ve "Bu hikâyeler tarihin tozlu sayfalarında yok olmamalı" diyerek belgesel film yapmaya karar vermiş. Kerem, o günleri şöyle anlatıyor: 28 Şubat'ta bir mücadele, bir özveri söz konusu. Beni, bu dönemin mağduriyet üzerinden verilmesi çok üzdü. Kimse, "Ben mağdur değil mağrurum" demiyordu, "Ben bir mücadele verdim, bunun sonuçlarına da katlandım" demiyordu. Mevcut içerikler beni sıkıyordu. 28 Şubat'ın asıl kahramanlarını merak ediyordum. O kişileri tanıdıkça bu işi yapmaya karar verdim. Hayatta bir şeyler sadece Allah rızası için yapılabiliyormuş, bir şeylerden Allah rızası için vazgeçilebiliyormuş bunu gördüm.
GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI DESTEĞİYLE
Geçen yıl Mayıs ayında film için hazırlıklara başladığını söyleyen Kerem Tekinalp'ın 29 Mayıs İstanbul'un fethi etkinliklerinde Gençlik ve Spor Bakanı Muharrem Kasapoğlu ile karşılaşması filmin çekimi için vesile olmuş. Programdan ayrılırken, "Gençler bizden bir isteğiniz var mı?" diye soran Bakan Kasapoğlu, "Bizim bir projemiz var size anlatmak istiyoruz" diyen gençleri Ankara'ya davet etmiş. Ankara'da gerçekleşen buluşmada onları dinleyen Kasapoğlu, projeye onay vererek maddi ve manevi destekte bulunacağını belirtmiş. Henüz 20'li yaşlarındaki gençlere inanıp destek olan sadece Bakan Kasapoğlu değil. Sancaktepe, Ümraniye, Tuzla, Zeytinburnu ve Bağcılar Belediyeleri, Cihannüma Derneği, Birlik Vakfı, TÜGVA, Kaanlar Gıda da bu süreçte gençlere destek vermiş.
İSTANBUL HUKUK'TA ÇEKİLDİ
Bir saatlik belgesel olarak tamamlanan Tanık Filmi'nin çekimleri İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yapıldı. Üç gün boyunca çekim yaptıklarını belirten Kerem Tekinalp, "Orada çalışırken okuduğum, dinlediğim hikâyeleri canlı canlı görünce çok kötü oldum. Gençlerin okulun kapısı önünde başlarını açıp içeri girdiği sahnede hepimizin gözleri doldu. Hepimiz ağladık" diyor. Film, 28 Şubat'ın tanıkları olan, o dönemi birebir yaşayan altı ismin hikâyesine dayanıyor. Bu isimleri seçerken medyada görünürlüğü olmayan kişilerin hikâyelerinden yola çıktıklarını belirten Kerem, "İkna etmemiz çok zor oldu. İnsanlar unutmak istemişler. 'Yirmi dört yıl geçti, ben 28 Şubat sabahına uyanmak istemiyorum' diyorlar. En az yirmi kişi reddetti görüşmeyi. Herkes hikâyesini yaşayıp bir kenara koymuştu" ifadelerini kullanıyor.
ZKSM'DE GALASI YAPILACAK
Yapımcılığını ve senaristliğini Kerem Tekinalp'in üstlendiği Tanık belgeselinin yönetmenliğini Bünyamin Bayansal yapıyor. Yardımcı Yönetmen Ercan Eyigün, görüntü yönetmeni ise Emre Pekçakır. Kerem Tekinalp'in yapımcı ve senarist olarak görev aldığı filme, bir grup gençle birlikte Yunus Emre Bekmez ve Beytullah Çiçen de destek veriyor. Gençlerin gözünden bir dönemin gençliğini ve yaşananları anlatan belgesel filmin galası, 26 Şubat Cuma günü Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi'nde (ZKSM) yapılacak. Programa Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu da katılarak gençlere hitap edecek.
AHMET MERCAN/ŞAİR-AKTİVİST
ŞİİRİM RADYO KAPATTIRDI
Türkiye'de bir darbe geleneği var. Darbenin nasıl gelip, nasıl gideceğini insanlar bilir ama post modern darbede kimse sokağa inmedi. Halk birbirine kırdırılmaya, düşman edilmeye çalışıldı. Düşünsenize hiçbir darbede esnaf 'irticacı esnaf' ve 'irticacı olmayan esnaf' diye iki ayrılmadı, fişlenmedi. Öğretmenler, öğretim görevlileri, memurlar, esnaf herkes fişlendi bu dönemde. Ve öyle mesnetsiz yasaklar başlatıldı ki; mesela benim 28 Şubat'tan çok önce yazılmış bir şiirim, Kurtuluşun Ölümü isimli eser yüzünden Marmara FM radyosu bir ay kapatıldı. Ömer Karaoğlu bestelemişti ve o günden beri bandrollü kasetlerde satılıyordu. Bunun hukukla bir izahı yapılabilir mi? Savcı kaseti istedi, inceledi ve bir suç unsuru bulmadı. Çünkü 28 Şubat'la alakası olmadığı gibi hiçbir suç unsuru da taşımıyordu.
ELİF UZUNPINAR/AVUKAT
POLİSLER GELİRSE NAMAZA DUR
En büyük sıkıntıyı tek ders sınavında yaşadım. Sabahın karanlığında kantinin penceresinden okula girdim. Dediler ki, "Yangın merdivenlerinden mescide çık. Ayak sesi duyduğun anda hemen namaza dur." Çünkü mescitte bile başörtüsü yasak. Saat 6.00 gibi mescide girdim, sınav 15.30'daydı. Duyduğum her ayak sesinde 'Allah-u Ekber' deyip kalkıyorum. Yine bir ayak sesi duydum, kalktım namaza durdum. Biri "Elif abla, benim" dedi. Baktım, alt sınıflardan Burcu. "Ablamı aç, susuz mu bırakacağım, sana kantinden çay ve tost aldım. Ben yukarıyı organize edeceğim seni bu sınava sokup çıkartacağız" dedi. Beni koridor arkalarından koştura koştura ikinci katın lavabosuna, oradan da sınıfa götürdüler. Gittim bir kolonun arkasına oturdum, on üç, on dört dakikada bitirdim. Koşarak lavaboya geçtim. Okuldan çıkışımı sağlamak üzere yine bir organizasyon yapıldı. Doktor Fatih abiyle Semiha abla, akademik personel kartları olduğu için bir arabayla geldiler. Çıktım binadan, iki polisle göz göze geldim. Koşup arabaya bindim, yere oturup üzerime bir şey örttüm. Dışarı çıktık ama o anlar benim hayatımdan hiç çıkmadı.
YILDIZ KONAL/PEDAGOG-AİLE DANIŞMANI
MAĞDUR DEĞİL MAĞRURDUM
Ben o dönem ailemden çok büyük destek görmüştüm ama başörtüsü sorunlarından sonra büyük bir hastalık atlattım ben. Bunun sebebi asla okulumu bıraktığım için veya ailemden bir şey gördüğüm için değil çünkü ailemin bana gösterdiği destek, benim ne öz saygımı ne özgüvenimi bozmadı. Bir de mağduriyet edebiyatım yoktu benim. Bir şeye inanıyorsam, inancımın gereğini yapıyorsam bu bana bir mağduriyet değil mağruriyet yaşatırdı. Çok mağdurdum açıkçası, çünkü başörtülüyüm. Başörtü benim hayatımda nedir? Bir ayeti yerine getirmenin çok büyük bir onurunu taşıyordum. Hep kararlı biriydim, hep idealisttim. Aslında inancımın gereğini yapıyordum, o nedenle de böyle duygusal atraksiyonlarım hiç olmadı. Hiç bunun için ağlamadım, ajite etmedim. Bu yaşıma kadar asla başörtümün mağduriyeti hiçbir platformda yer almadı.
ESRA EGE GÜRLER/EĞİTİMCİ
Penseli kız sen misin?
19 Mayıs Üniversitesi'nde okuyordum. Okula giderken bir durak ötede minibüsten iniyor, sahili dolaşıp tekrar geriye yürüyerek kampüsün arkasında bulduğumuz bakımsız kalmış kırık dökük tel örgülerin üstünden atlayıp giriyorduk. Bir sabah okula girmek için gittiğimizde yıllardır bakım görmeyen tellerin tamir edildiğini gördük. O gün giremedik fakat yurda gidince tamirat yapılan malzemeler geldi aklıma ve oradaki penseyi çantama attım. O telleri penseyle açabileceğimizi düşündüm. O günden sonra her gün artık pense çantamdaydı. Okula girmenin garantisi olmuştu. Yolda, okulda, dolmuşla tanıştığımız bazı arkadaşlar, "O pense ile gezen kız sen misin?" diyorlardı. Bizim yurttaki arkadaşlar anlatmış sınıflarında. Her gün tellerin tamir edilip kapatılan yerinden açıp giriyorduk. Sonra da açtığımız yerleri geri kapatıyor, bulduğumuz gibi bırakıyorduk.