Tutunacak dalı olan travmayı aşıyor

Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası gönüllü olarak Kahramanmaraş'taki çadırkentlerde psikoterapi hizmeti veren Klinik psikolog Tuğba Koç Aydın, ''Fiziki olarak değilse bile manevi anlamda insanların sığınabilecekleri bir ev olduğunda yani aile bağlarını devam ettirebileceği en az bir kişi, tutunacak bir dalı varsa yaşadıklarının üstesinden gelmesi kolaylaşıyor.'' diyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Kahramanmaraş ve 11 ilde yaşanan depremler fiziki yıkımlar kadar büyük psikolojik sarsıntılara da yol açtı. Bir anda onbinlerce kişi hayatını kaybetti. Anneler, babalar, evlatlar geride kaldı. Aynı aileden onlarca kişi toprağa verildi. Binlerce kişi uzuv kaybı yaşadı. Afetin ilk günlerinde tüm Türkiye önce enkaz altında kalanları kurtarmaya, kış günü evsiz kalanların sığınabileceği sıcak ve güvenli alanlar oluşturmaya, birincil ihtiyaçlarını karşılamaya çabaladı. Hafızalardan silinmeyecek büyük yıkımın üzerinden haftalar geçince sıra psiko sosyal desteğe geldi. Başta Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı olmak üzere devletin pek çok kurumu ve sivil toplum kuruluşları depremzedelerin yaralarını sarmak için uzun soluklu bir seferberliğe başladı. Gönüllüler aylarca bölgede bir kişiye daha destek olabilmek için çırpındı. O gönüllerden biri de Uluslararası Doktorlar Derneği ile bölgeye giden ve altı ay boyunca psikoterapi hizmeti veren Klinik psikolog Tuğba Koç Aydın. Uzunca zamandır travma ve afet alanında çalışan Aydın, daha önce Suriye'de savaştan etkilenen mültecilere destek projelerinde yer almış. İzmir ve Elazığ depremlerinde de sahada görev alan Aydın, depremin ikinci haftasında gittiği Kahramanmaraş'ta 6 ay hiç dönmeden kalmış. Üç arkadaş gittikleri çadırkentte ilk günlerde temel ihtiyaçları tespit edip gerekli mercilere aktarmışlar: "Psikoterapi için o dönem çok erkendi. Biz de saha ziyareti yaptık. Odun da taşıdık, tüp de taşıdık. Çok fazla engelli birey vardı, herkese yetişebilmek çok zordu. Rahatsız etmemek adına da herkes tıklayıp girmediği için engelli ve yatan hastalardan haberdar olunamıyordu, onları belirledik."

Temel ihtiyaçlar giderildikten sonra grup çalışmalarına başladıklarını söyleyen Aydın, "İnsanların hiç tanımadıkları birine bir şey anlatmaları çok zordu. Grup dinamiği daha iyi geliyordu. Afeti yaşadığımızda vücudumuz ne gibi tepkiler verir? Kalp çarpıntısı, nefes darlığı, nefes alamama, titreme, kabus görme, olay tekrarlanacakmış gibi hissetme gibi durum ve duyguları anlama, anlamlandırma ve karşı tarafa aktarma ile ilgili psiko eğitimler düzenledik. Bunu yaparken de yavaş yavaş gelmeye başlamıştı danışanlar." diye anlatıyor depremzedelerle iletişim süreçlerinin nasıl ilerlediğini.

ÖNCE TANIŞIKLIK SONRA TERAPİ

Hangi yaş grubu daha aktif katılıyordu terapilere diye soruyorum. Oyunlarla gidildiği için çocukları ve kadınları dahil etmenin çok zor olmadığını ancak erkeklerin terapiye katılması için epey çaba harcadıklarını anlatıyor Aydın: "Çünkü sorumlulukları var, ailenin ihtiyaçlarını giderecekler, yemek almaları gerekiyor. O noktada erkeklere ulaşmak zordu. Kimi zaman yemek sırasında beklerken kimi zaman da kendi aralarında toplanıp çay içtikleri ortamlara giderek ikna ettik. Bazen işlerinde yardımcı olurken ne yaşadıklarını, neye ihtiyaçları olduğunu öğrenebildik."

Adım adım ilerlemiş çalışmalar: "Uzuv kaybı yaşayan bireylerde anne babalar çocuklarına nasıl aktaracağını bilmiyordu bu durumu. Bununla ilgili de psiko eğitimler verdik. Başka stkların, resmi kurumların çadırlarını gezdik, oraya gelen depremzedelerle konuşup biz kimiz, neler yapıyoruz, bizi nerede bulabilirler diye bilgi verdik. Yaklaşık bir ay sonra başladık grup terapilerine. Altışar kişilik gruplarla yaptık bunu. Gruba aldığımız kişilerin takibini yaptık."

MÜLTECİLER TRAVMA ÜSTÜNE TRAVMA YAŞADI

Afet bölgesindeki psikososyal çalışmalarda sürekliliğin büyük önem taşıdığının altını çizen Aydın, "Diğer stk'larda ve belediyelerde psikologlar iki aylığına gelip gidiyorlardı. Yerine başkaları geliyordu. Hem veri kaybı oluyor hem de danışanı takip zorlaşıyordu. İnsanlar sürekli yeni birilerine aynı şeyleri anlatmak istemiyordu. Biz Ramazan'da da oradaydık onlarla sahur, iftar yaptık. Bizi tanıdıkları için güven duyuyorlardı. En büyük avantajımız terapi süreçleri kesintiye uğramadı, bitirebildik. Şu an onlarla online olarak da devam ediyorum." diyor.

Deprem bölgelerinde en dezavantajlı gruplardan biri de mültecilerdi. Sahada onlarla da çalışma imkânı bulmuş Tuğba Koç Aydın. Tıpkı Türkiyeli depremzedeler gibi Suriyeli depremzedelerin güvenini kazanmak için de önce gündelik hayatın içinde tanışıklık kurmuşlar. Selam verip çocuklarıyla oynadıklarını, çadırlarını ziyaret edip kendilerini anlattıklarını söylüyor ve devam ediyor; "Zaten savaş travmaları var. Türkiye'ye geldiklerinde zor buldukları derme çatma evleri de yıkılmış, çocuklar okula gidecek mi bilmiyorlar ve başka gidecekleri yer yok. Çoğu tek ebeveynli aileler, babaları yok. Depremle ikinci bir yıkım yaşıyorlar. Onları da rahat ettikleri gruplarla ya da bazılarını bireysel olarak terapiye aldık."

AMACIMIZ HAYATA TUTUNMALARINI SAĞLAMAK

Savaşı, göçü, travmayı ve depremi konuşurken sadece olayın olduğu güne bakmamak gerektiğine de dikkat çekiyor Aydın: "Kişinin önceki hayatı nasıldı, o sürece nasıl geldi, göç esnasında ve göçten sonra neler yaşadı, depremden sonra neler oldu bunları ele almak gerekiyor. Ancak ondan sonra biz bu çocukların neye tutunarak hayatta kalabileceğini buluyoruz. Bütün bunları yaparken amacımız 'Sen deprem, savaş gördün çok zor şeyler yaşadın' deyip teselli etmek değil. Kişinin yaşadıklarının üstesinden gelerek harekete geçmesini, yeniden sosyal hayata entegre olmasını sağlamak. Deprem bölgesinde şunu da gördük ebeveynleri ya da onlardan biri yanında olan çocukların, aile ilişkilerinde sağlıklı bağlanma olan bireylerin iyileşmeleri daha hızlı gerçekleşiyor. Fiziki olarak değilse bile manevi anlamda insanların sığınabilecekleri bir ev olduğunda; ailelerinde çok fazla kayıp olsa da aile bağlarını devam ettirebileceği en az bir kişi, tutunacak bir dalı varsa yaşadıklarının üstesinden gelmesi kolaylaşıyor. Depremzedeler eğer geçmiş travmatik öyküleri varsa daha zor hayata tutunuyorlar, burada sosyal destek ciddi manada önemli."

İNTİHAR RİSKİ İÇİN ÖNLEM ALINMALI

Travmanın bir gerçeği olarak intihar risklerinin de bir süre sonra artacağını belirten Aydın, "Yapılan araştırmalar da şunu gösteriyor afet süreçlerinde erkeklerin kadınlara oranla daha yüksek intihar riskleri bulunuyor. Burada engelli olma, işsizlik, evi geçindirme sorumluluğu ve zorunluluğu önemli etkenler.

Sadece aileye bakım vermekle yükümlü olan babalardan bahsetmiyorum. O sorumluluğu alan yetişkin ya da yetişkin olmak zorunda kalan çocuklarda da intihar riskinin yüksek olduğunu gözlemledik. Evet travmayı iyi bilmemiz, tanımamız gerekiyor. Ama intiharı da iyi bilmemiz lâzım. İntihar belirtileri neler, kişi ne yaparsa, nasıl davranırsa intihardan bahsetmiş olur ya da intihar riski artmıştır, nasıl ipuçları verir iyi bilmek gerekiyor. Bu konuda çok fazla yardım isteyen var ama nasıl yardım edileceğini, nereyi arayacaklarını bilmiyorlar. Toplum olarak biz de bilmiyoruz. Belki bu noktada bir telefon hattı açılabilir. Deprem bölgesine özel değil genel anlamda bir intihar hattına ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu, birçok ülkede var. Böylelikle belki önüne geçebilir olası vakaların diye düşünüyorum." uyarısında bulunuyor.

YAYGIN TRAVMA DESTEK MERKEZLERİ OLMALI

Bölgede psiko destek anlamında yeni üretilecek projelerde nelere dikkat edilmeli?

Uzman konusunda çok fazla eksiğimiz var. Bölgeye gelecek uzmanlar da süpervizör desteği sağlanarak uzun süreli çalışabilmeli. Travma konusunda iyi bir eğitimden geçirilip seçilerek sahaya gönderilmeli. Adıyaman, Malatya ve afeti yaşayan tüm bölgelere ulaşılabilir noktalara Travma Destek Merkezleri kurulmalı. Bu merkezlerde hem sahada çalışacak uzmanlara ve personele eğitimler verilebilir hem de kişiler ücretsiz olarak destek alabilir.