Türkiye'nin kaptan köşkü Sinop

Lokman DAĞ

lokmandag@gmail.com

Hem doğası hem havası ayrı güzel.

Mutlu insanların şehri.

Trafik yok, keşmekeşlik yok.

Yeşiller, sarılar, turuncular, maviler.

Hele bir de yağmurun can suyu değdi mi toprağa?

Lavantalar, dağ kekikleri mis gibi kır çiçeklerinin kokusu sarar her yeri… 

Daha öncede yazmıştım, “Bu koku olsa olsa güzeller güzeli Sinope’nin saçlarının kokusudur” diye. 

Ne zaman gelsem bu şehre, anlamsız bir huzur sarar içimi… Hayata yetişeceğim diye, çoğu zaman ıskaladığım bu cennetten köşeyi… 

Sinop’ta rehberimiz sevgili kardeşim Emre Öztürk, kendisi Erfelekli, o nedenle bizi önce kendi evine, yurduna götürdü. Annesi bize doğanın bahşettiği otlardan harika yemekler yaptı. Bir vejetaryen gibi hepsinin tanıda baktım, harikaydı. 

Doğanın Armağanı 

Eğer yazları Sinop’taysanız harika bir parkurdur Erfelek Şelaleleri… İnsanı kendine doğru çeken gizemli bir büyüsü var. İrili- ufaklı 28 şelaleden oluşuyor. Sabah erkenden kalkıp muazzam şelaleye doğru yola çıktık. Önce bir kahvaltı molası Öztürk Restoran’a geldik. Dededen toruna 1955’ten beri aşkla insanlara mutluluk servis ediyorlar. Kesinlikle kahvaltının mutlulukla bir ilgisi var. Enfes lezzetler. Kestane balından, kuş sütüne ne ararsan var. Güzel bir şömine ateşi eşliğinde kahvaltımızı yaptıktan sonra doğru şelaleye. 

Ve o fevkalade manzara çıkıyor karşımıza henüz birinci şelaledeyiz. Yanında görkemli ahşap bir değirmen. Kendinizi harikalar diyarında hissettiriyor. Yemyeşil bir yükseklikten akan şelalenin o ışıltılı taneleri etrafa elmas taneleri gibi saçılıyor. Şaşkınlık içinde hülyadan çıkıp şelalenin zorlu ve dik yollarından tırmanıyoruz. Bazen taş, bazen ahşap merdivenlerden yürürken, ara ara seyir teraslarında mola veriyoruz. Doğa adeta bize bir beste yapmış. Fotoğraf çekmek için birbirimizle yarışıyoruz. Emre bizi üç kez “Düşmeyin dikkatli olun” diye uyarsa da tam üç kez kendisi kayıp düştü. Kameramanlar Recep ve Ayberk neredeyse parmak üstünde yürüyorlar o kaydan ahşap merdivenlerde… Ama siz yine de altı kaymayan yürüyüş ayakkabılarını tercih edin benim gibi, kazasız belasız bir keşif oldu… 

Ama sonbaharda tam bir aşk mevsimi Sinop; sararıp, kızaran yapraklar, ıslanmış kaldırımlara düşünce can alıcı kareler çıkıyor ortaya. Sanırım dokuzuncu şelalede pes ettik. Yerler çok kaygan olduğu için etap zorlaşmaya başladı. Yağmur yine ince ince işliyor. Bu kez her yanı orman güllerinin kokuları sarıyor.Sinop’ta artık çekim zamanı. Ama öyle bir yağmur var ki; sanki gök yarıldı. Söylemek gerekirse, yağmur bir şehre ancak bu kadar yakışır. Şehir merkezindeki tarih kokan kalenin merdivenlerinden çıkarken sırılsıklam olduk. Kalenin burçlarında kafeterya var. Sıcak bir kahve iyi gelir hissiyle saklandık tarihe meydan okuyan duvarlara. Dilimde bir şarkı yine; Sabahattin Ali geliyor aklıma, kaleden gözüken Sinop Cezaevi’ne bakıyorum. Dışarıda sağanak, “Aldırma gönül aldırma” diyorum. Kahvemi yudumlarken…

Zeus Ve Sinope’nin Aşkı

Hani Zeus’un büyük aşkının. Sinop ismini bu güzelden alıyor. Zeus âşıktır Nehirler Tanrıçası ’nın güzel kızı Sinope’ ye… Ve Onu aşkına karşılık vermesi için ne isterse yapağını söyler. Sinope de; “Senin olmayacağım, bana dokunuma, ben hep böyle doğal kalacağım” der. Ve rivayet öyledir ki; o gün bu gündür Sinop’un doğallığı hiç bozulmaz. “Ta ki insan eli değene kadar...”

Hobitler Evi Paşa Tabyaları 

Güneş yüzünü güzelce gösterdi. Artık gezebiliriz Türkiye’nin en kuzeyini ama önce tarihi Paşa Tabyaları’na uğruyoruz. Sinop savunmasında oldukça etkili bir yerdi zamanında. Ama beni ne tarihi ne de savaşlar ilgilendiriyor. Uzaktan Orta Çağ’daki Hobitlerin köylerini andırıyor.  Şirin küçük pencere ve kapıları ile üzerindeki çimenleri ile Yüzüklerin Efendisi filmi serisini anımsatıyor. Sonra burası güzel bir müze olsa diye konuşuyoruz arkadaşlarla aramızda. 

19. yüzyılda Osmanlı-Rus savaşları esnasında yapılmış. Büyük bir bölümü iyi korunmuş. Orada toplar, bal mumundan askerler ve cephanelikler bir yenilense mükemmel bir açık hava müzesi olur. Sinoplu’nun piknik yaptığı güzel bir bahçesi var aynı zamanda. Gezilmesi gereken önemli yerlerden… 

Hep coğrafya derslerinde öğrenmişsinizdir Türkiye’nin en kuzey noktası İnceburun. İşte tam o noktadayız. İçimizde anlamsız bir sevinç sanki bir adım sonrası sonsuzluk. Güzel bir deniz feneri var. Bir de derme çatma bir kafe. Sonra bir teyzeyi görüyorum yanında ineğiyle. Konuşmak için yanaşıyorum. Düşünebiliyor musunuz Türkiye’nin en kuzey noktasında yaşayan bir çift? “Aman oğlum gelin misafirim olun çay kahve yapayım size. Ama ne olur röportaj yapmayalım. Geçen konuştum aradılar eşim memur işini bozmayayım” diyor. Ellerinden öperek ayrılıyoruz en kuzeyden. Kim bilir belki bir daha ne zaman geleceğiz. 

Yüzemeyen gemiler... 

Aslında Sinop Cezaevi’nin bir armağanıdır maket gemiler. Mahkumlara meslek edindirme kurslarında gelişmiş ve Sinop’un değeri haline gelmiş maket gemiler. Doğan Ülgen ile karşılaşıyoruz. Yüzemeyen gemileri dünyanın her yerine ulaştırıyor.  Oradan kazandığıyla da güzel bir tekne almış. Şimdi onunla mavi serinliğe yelken açıyor. İnsanın hayalleri olmalı. Belki de karpuz kabuğundan gemi yapmak böyle bir duygudur kim bilir?

Ne demişti ünlü filozof Diogenes yani Diyojen: “Gölge etme başka ihsan istemem” işte bu şehirde tam da bu duygular içindeyim. Yine kavuşacağız sonbahar aşkı…

Nerede Ne Yedim?

Sinop Mantısı (Teyze’nin Yeri). Katlama, nokul. Kuzu Çevirme (Erfelek Şelaleleri). Köy Kahvaltısı-Tas Kebap (Öztürk Restoran). Mevsiminde taze hamsi, palamut ve çarpan balıkları.