Türkçe'nin sırlı dünyasında tevhidi bir roman

Masalın, şiirin, nutk-ı şerifin yani Türkçe ledün dilinin kaleme gelmesinin roman türü için de mümkün olduğunu belirten gazeteci-yazar Leyla İpekçi, Yüzünü Herkesten Saklar Gibi adlı romanında Türkçe'nin içinde sırlı rüya dilini kullanarak yazar Nida Türker'in tevhid arayışına ortak ediyor okurunu.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Üç yıl olmuş; Yol Arkadaşına Yunusça Mektuplar'ını bir araya getirdiği Yâr Yüreğim Yar kitabı için buluşmuştuk Leyla İpekçi ile. Gönlündeki kalemine, dilindeki hayatına yansıyan nadir yazarlardan biri. Sadece roman değil senaryolar, tiyatro oyunları da kaleme alıyor. Sahih gönüllerden süzülen kadim sözlerden ilham alıp bugüne tercüme ediyor hakikat sırrını. Yüzünü Herkesten Saklar Gibi adlı yeni romanında Türkçe'nin içinde sırlı rüya dilini kullanarak yazar Nida Türker'in tevhid arayışına ortak ediyor okurunu.

BİR İÇ YOLCULUĞUN MANZUMESİ

Kalemini, kelamını ve kelimelerini bu yola vakfetmiş adeta. Röportaj bahane, öylesine lezzetli bir sohbete dalıyoruz ki sanki romanın kahramanı Nida da oturuyor aramıza ve o yönetiyor konuşmanın akışını. 10 yıldır yaptığı okumaların dünyayı, insanı, hayatı ve hakikati anlama, görme ve okuma konusunda kendisini nasıl zenginleştirdiğini ve bu anlamda Türkçe'nin nasıl metafizik bir dil olduğunu anlatıyor, birbirinden etkileyici örneklerle.

"Romanlarımda ledün dilini hiç bilmeden Hak erenlerin katmanlı üslubunu ümmice bir şevkle, azimle ve dertle kullanmışım. Erenlerin mecaz ve işaretlerle kullandıkları bu dolaylı dil; bir şey derken on şey kast etme mahareti. Bu katmanlı yapıyı dürüp bükerek gündelik dilin içinde kullanıyorlar. Herkes kendi algı seviyesine göre anlıyor. İşte ben de bu dili çözmemişken romandaki olay örgüleri, karakterler ve imgelerimi her seferinde sadece bir insanı ve onun da 'iç dünya'sını anlatmak için kullandığım mecazlarla oluşturmuşum. Daha sonra içinde yaşamaya başladıkça, elbette kabım kadar, bir üslup tutturdum. Biçimsel bir yakınlıktan bahsediyorum, yoksa bir iddiam yok. Bu anlamda romanlarımda hiçbir imge veya mecaz tesadüfi değildir. Bir iç dünyanın inşasını oluşturmak için birer hizmetli, birer görevlidir onlar." derken kaleme aldığı metinler, edebî bir eser olmaktan ziyade bir iç yolculuğun manzumesi hâline geliyor.

TÜRKÇE'NİN METAFİZİĞİ HAYRAN BIRAKIYOR

Romanda Nida Türker'in yaşadığı zannedilen bellek kaybı yakınlarını hayli endişelendirse de esasen o insanlığın külli belleğine dalarak zamana ve mekâna dair sınırları kaldırmaktadır. Varlığın tek vücut olduğu bir âlemde tüm kahramanları kendi iç dünyasındaki birer suretin izdüşümü olarak algılamaya başlar. Hepsine tevhidî bir nazarla bakma gayretinin getirdiği hâl üzere yaşamaktadır. Yüzünü Herkesten Saklar Gibi bu anlamda Nida'nın bilinç akışında bölük pörçük gibi duran hikâyemizi tamamlıyor. Boğaz, Bayrak, köprü, Anadolu Hisarı gibi güçlü metaforlar ve iç içe geçen sırlı olaylar zinciri ile bu toprakların anlatı geleneğinden istifade ederek geçmişle ve bugün ile de hesaplaşıyor Leyla İpekçi. Romandaki olay akışını ve kullandığı dili ise şöyle tarif ediyor:

"Zaman içinde yeni bir zaman açılıyor. Bu bizim söz söyleme sanatımızın bir formu. Masal geleneğimizin mesel ve mecazları boşa değil. Bir varmış bir yokmuş! Hepsi katmanlı anlamlarıyla Türkçe'nin içinde genişleyen ledün dilinden kinaye. Türkçe'nin zaferi bu. Türkçe'nin içine saklanmış derin bir anlam dünyası var. Sadece insana emanet olan varlık bilgisinin hakikatini rumuz ve remiz haline getirip kendi içinde bu kadar derinleşmiş kaç dil vardır! Sayısı iki binden fazla eren ve bıraktıkları binlerce eser var. Her birinin sözüyle Türkçe miraç etmiş, kelimeler kanatlanmış. Bir toplumun nefsi hangi seviyedeyse konuştuğu dil de o seviyededir. Türkçe'nin gerçekten yükseklerden inen bir nefesi, metafiziği var. Kök ve ek ile oluşan kelimeler aynı anda onlarca anlam içerir."

İNSANLIĞA AİT KÜLLİ BELLEK VARLIĞI ÖTEKİSİZ ALGILAR

Türklüğü sadece ırk meselesi olarak görenlerin yol açtığı yakın tarihteki yıkımlara da işaret ediyor Leyla İpekçi. 'Bin parmaklı el'in tuzaklarını da 'görün artık' diye haykırıyor. Romanda Türk bayrağının poyrazda Fatih Köprüsü'ndeki halatından kopması bir hafızanın kopması gibi. "Türklüğü veya herhangi bir etnisiteyi sadece ırk olarak anladığında muhatabına üstünlük kurarsın, zalim olursun. Irk olarak kim kime üstün öyle bir şey olamaz." diyor İpekçi. Dönüp dolaşıp sözü tevhide, ötekisizliğe getiriyor: Nida'nın şimdiye dek yazdığı romanlardaki tüm kahramanları birbirinin devamı olarak gördüğünü ve birinin bıraktığı yerden diğeriyle muhatap olmaya devam ettiğini anlatıyor zira insanlığa ait külli bellek, varlığı ötekisiz algılar:

"Emir adlı kahramanı, 15 Temmuz Köprüsü'nde şehit olur. Nida, Vilademir adlı bir savaş kaçkınıyla karşılaştığında -ki diğerine oranla tam aksi bir karakterdir- onu Emir olarak algılayıp kaldığı yerden devam edebiliyor. Terapisti Engin beyi eski bir romanındaki psikoloğu Fuat Hoca olarak görüyor. Bunlar zan değil, bize gerçeğin kesintisiz devam edişine dair bir söz söylüyor Nida! Bize bir algı âlemi açıyor terapi koltuğundan. Anda değil, O'nda kalmaktan bahsediyor. Neden? Çünkü solucanından manolyasına, Hisar'ın taşlarından çalı süpürgesine, masalcı Güler nineden Amerikalı Türkolog Mary Miles'a, köpeklerin reisi meczuptan taş işçisi Selçuk'a her karakteri kendi iç dünyasının yansıması. Nasıl ayrım yapsın?"

TOPRAĞA DEĞİL ASLIMIZA DÖNECEĞİZ

İpekçi'ye göre öteki denilen muhatap, üstünlük kurma ve işgal etme kabiliyeti yüksek bir uygarlığın hümanizmle sınırlı, 'ben'ci' anlayışından doğuyor. Elbet iç dünyamızda her gerçek zıddıyla mevcut ama bunun ötesine açılmamız, ikilikten birliğe varmamız gerek.

Yazdığı eserlerdeki metaforik üslupla neyi murad ettiğini ise şöyle özetliyor:

"Romanda olduğu gibi hayatta da tevhid kültürü, insanın dönüşe dönüşe vardığı merhalede tüm varlığın kemalini kendinde cem etmesini simgeler. Varlığın birliğini ispat edince öteki kalmaz. Öteki, bizim Hakka itaat etmeyen nefsimiz, kin, öfke, kibir, üstünlük, haset gibi bizi vahdet şuurundan perdeleyen huylarımızdır. Resulullah sünneti; nefsimizi terbiye etmek Müslüman etmek değil mi? O da Rabbimizi bilme anlamına gelir.

Osman Kemali Hazretleri diyor ki 'Herkesin şeytanı kendi vehminden doğar, yani zanlarından. Biz ise nefsimizi terbiye ederek özümüzdeki bizi 'bir' kılan hakikate, yani aslımıza dönmeye geldik. Toprağa dönecek olan vücudumuz, eyvallah ama aslımıza nasıl döneceğiz? Hakkın konuşan dilini, gören gözünü, işiten kulağını temsil ettiğimizi nasıl idrak edeceğiz?' Yunus Emre, Risaletü'n Nushiyye'sinde tevhid yolcusuna nefsini dönüştürme yöntemlerini anlatır. Ondan sonra gel bana bu dilden kop, bu anlamlarla uğraşma, bunları çözdükçe kaleme dökme diyeceksin. Yapabildiğimin en iyisini yapmak için uğraşıyorum."

ROMANI BİZE HAS KILMAK MÜMKÜN

Leyla İpekçi'ye "Romana Batılı diye bakıp öteliyoruz. Nasıl bir dil kurarsak roman buraya ait olur?" diye soruyorum. Sinema da batıdan çıktı diyor, "Allah'ın doğusu batısı yoktur ki, alıp içimizden geçirdiğimiz, içinde yaşadığımız şeyi yerli ederiz."

Masalın, şiirin, nutk-ı şerifin yani bu Türkçe ledün dilinin ilham üzere -benliksiz makamlardan kaleme inmesini romanda çok önemsediğini belirtiyor. İpekçi'ye göre hangi anadilde konuşursak konuşalım, hepimizin iç dünyasında daimi olarak konuşan ve sözsüz anlaştığımız bir evrensel dil var. Rüya dili, mana dili. Romanlarının katmanlı yapısını tabiri caizse "bize has" olan bu rüya dilinden kurduğunu, "Bir ben var benden içeri" düsturuyla tüm kahramanları bir yüzde toplayarak imgesel bir zaman ve mekân kurmanın bize has özelliklerini geliştirdiğini anlatıyor. Tevhid mimarisinde tıpkı tek avluya açılan pek çok oda misali, romanda müstakil gibi duran çoklu bölümlerin bütünü hedeflemek için meydana getirilmesini tevhid mimarisine benzetiyor. Romanlarında da bu simgesel biçimleri kullandığını belirtiyor. "Türkçe'nin içinde sırlı bu rüya dilini roman formatında hem görmek hem konuşmak hem de işitmek mümkün" diyor.

Peki yüzünü herkesten saklayan kim? Biz onu neden göremiyoruz ve nasıl görebiliriz? "Romanda yüzünü saklayan Nida Türker de olabilir. Onun sırrındaki üçüncü tekil şahıs da olabilir: O! O'nun yüzü bir olana dek... Nereye dönersek, yolculuk devam ediyor." diyen İpekçi'nin kahramanı Nida Türker romanda bu yüzün duvağını kaldırma gayretinde. "Aslında bize perde olan kendi nefsimiz, yoksa Niyazi Mısri'nin dediği gibi: "Haktan başka bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiş." Nesne yani yüz bu kadar aleni iken onu göremeyişimiz bize hep duvaklı durmasından. Duvağı kaldırmak, kelimesiz bir marifet diliyle mümkün, çünkü 'Bilen söylemez, söyleyen bilmez' der bilenler. Bilsem yazamazdım. Nida'nın dediği gibi; Harflerin içinde bir Hazret var. Nereye dönersek dönelim..."

Fotoğraf: Yunus Zobu