GÜLCAN TEZCAN - ZEYNEP TÜRKOĞLU
“Biz istemezsek siz bir şey olamazsınız” diyen elitistler komut vermeye alışkın oldukları yıllarda şöyle diyorlardı: “Şehirli, modern ol, tesettüründen, ibadetinden vazgeç, ya da bunlara bağlı kalacaksan, okumaktan, öğrenmekten, çalışmaktan, dünyadan vazgeç!” İşte bu iki uçlu dayatmaya itirazın cisimleşmiş hali olarak Şule Yüksel, “Bu tercihe mecbur değilsin” diyen kişidir, çağdaşı birkaç kadınla beraber. Tabii bir akışın önü kâh yasaklarla, kâh aşağılamalarla alınmaya çalışılır. Ne ki o nehir, çatlar, yırtınır, fakat nihayetinde yokuşu söker…
Tesettürlü, şehirli Müslüman kadının sadece temsilcisi değil, kendisidir. Vefatının birinci yılında tesiri neden bu kadar çok, bu kadar derin oldu diye sorduk 70’li yılların genç kızlarına. Bilhassa, “Samimi idi, inandığını, olduğunu, yaşadığını anlatıyordu.” dediler. Aradığımız ve muhtaç olduğumuz öz, belki de bu söyledikleri sırdır; samimiyet…
ONUNLA DOLU DOLU BİR GENÇLİK YAŞADIK!
70’li yıların başında henüz bir lise öğrencisi iken önce kitaplarını, elbette başta Huzur Sokağı’nı tanımış sanatçı ve eğitimci Hafize (Subaşı) Özkaya. Sonra adım adım konuşmalara, konferanslara katılmış. Bu arada İstanbul Üniversitesi’nde Arap-Fars Dili’nde öğrenciliğe başlayınca özellikle Milli Türk Talebe Birliği’ndeki toplantılar, söyleşiler ikinci okula dönüşmüş onun için. Söz onda...
“O yıllarda lisedeyim. Başörtüsü ile okula gidip geliyorum ve beni gören öğretmenlerim son derece kızıyorlar bu devirde bu olur mu, ailen gerici mi diye. Kendimizi kötü hissediyorduk. Ama Şule Hanım’ın toplantısında onu başörtülü görüp, onun bilgi ve donanımına şahit oldukça güç kazanıyorduk. Onunla dolu dolu bir gençlik yaşadık! Dini ve ahlakî donanımınızı geliştirdik.
Şehirli, dindar kadınların öncü ismi Yüksel Şenler’i vefatının birinci yılında tesiri neden bu kadar çok, bu kadar derin oldu diye sorduk 70’li yılların genç kızlarına.
İDEALİST KADINLAR DERNEĞİ
Üniversitede iken bir gün, bir arkadaş Şule Hanım’dan mektup getirdi. Bakırköy’de verdiği adreste hemen görüşmek istediğini yazmış, Hemen gittim. Bir dernek kuruyoruz, yer almanı istiyoruz dedi, “Bizim programlarımızın sunuculuğunu yaparsın Hafize’ciğim” dedi. Birkaç arkadaşımız vardı; Türkan Kumru, Cumhurbaşkanımızın eşi sayın Emine Erdoğan Hanım, Türk Dili mezunu Nahide diye bir arkadaşımız.Onlar çok daha aktif idiler.
Konferans günleri herkeste büyük bir heyecan vardır. Şule Yüksel’i kürsüye davet edecek olan Hafize Özkaya o manzaranın en yakın şahidi olur.
“İnanın o kadar büyük bir coşku ve aşk ile izleniyordu ki! Adeta bir açlık varmış insanlarda. Tepebaşı Gazinosu’nda Vahdet Günü adı altında bir program yapılmıştı. Sahnede öyle bir resim var ki; Bir sürü el bir araya gelip kenetlenmiş! Ama nasıl bir tezahürat! 5 bin kişinin dolduğu salonda “Mücahide Şule”, “Mücahide Fevziye” cümleleri hâlâ bugünkü gibi kulağımda çınlar.”
“ŞENLER’İN MESAJI HEM BİLMEK, HEM YAŞAMAKTI…”
Çok tatsız şeylerle karşılaşıyorduk. Hocaların bazıları canımızı sıkan cümleler söylüyorlardı. Acaba diyorum o gücü almasaydık canımızı sıkan bu cümlelerin altında kalır mıydık? Böyle azimli ve gayretli olabilir miydik, insanlara faydalı olma aşkımız bu kadar olabilir miydi? Annemizin babamızın öğretisi var. Ama mum dibini ne kadar aydınlatır? Şule Abla’nın mesajı İslamiyet’i öğrenerek, bilerek yaşamaktı. Biz insanları hep yermeye, tuhaf görmeye başladık? Aslında Allah’ın emirlerinin ahlakla tamamlandığını öğrenerek ahlaki değerlerimize daha fazla yön vermeliyiz. İbadetlerimiz olacak, fakat ahlaki değerlerimiz de olacak. İlim bilmek ile yol alınmıyor, ilim, irfan hepsi bir arada olduğu zaman anlam kazanıyor ve çevreye etkisi de daha farklı oluyor.
KIZKARDEŞLER...
AYŞE BÖHÜRLER
Şule Yüksel’i ölüm yıldönümünde rahmetle anarken, onun son ziyaretimizde Havva Sula ile bana söylediği “Kızkardeşlerim” hitabını bu yazıya başlık yapmak istedim. Onun için dava arkadaşlığı ‘kızkardeşlik’ demekti...
Şule Yüksel ismi doğduğum yıllarda artık efsane olmuştu. Kayseri doğumludur benim gibi. Küçük yaşlarımda annem ve arkadaşları için Kayseri atmosferinde bir idol olduğunu hatırlıyorum. Konferansları, gazetedeki yazıları takip edilen, ezber yapılan bir öncüydü. Daha önce yapılamayanı yapmış, hem modern hem de dindar olunabileceğini, örtünmenin de bir zarafet taşıyabileceğini göstermişti.
Modernliğin kutsadığı sosyal yaşamı, alkol kumar alışkanlıklarını tersyüz etmiş, bunun yerine hidayet kavramını zihinlere yerleştirerek İslamî değerlere göre bir hayat tahayyülünü gündeme taşımıştı. Namaz kılmanın ayıp, Kur’an öğretmenin gerilik sayıldığı, başını örten kadınların, bırakın kamu yaşamını, gündelik hayatta aşağılandığı bir toplumda İslamî yaşam tarzının saygınlığını ve değerlere sadık kalınarak da “modern” olunabileceğini gösterdi. Bunu yılların içinde eskimeyen ve popülerliğinden hiç bir şey kaybetmeyen romanıyla yaptı. Huzur Sokağı romanı bugün de okunuyor, filmi seyrediliyor ve mesajları kitlelerde karşılık buluyor. Roman bir hidayet hikâyesiydi ama bir vaaz kitabı değildi. Kalbinde Allah sevgisi olan her mahallenin insanına hitap etti, maddiyatı sorgulattı, maneviyatı öneri olarak sundu. Bu mesaj yılların içinde eskimedi.
Konferanslarında, film galalarında konuşmacı o ise yer kalmaz, her yer tıklım tıklım dolardı. Bir zarafeti ve büyüsü vardı, sahne insanıydı. Kürsüde çok iyiydi, hep güzel bir Türkçe ile konuşur ve asla dilini bozmaz, hakaret etmez, inceliğini hep korurdu. Hakkında hapis kararı verildiğinde ve mahkemesindeki savunmasında bile çok naifti. Bağırıp çağırarak davasını savunan birisi olmadı. Doğru bildiğini, hak olanı söyledi. Onca şöhrete, kitleleri peşinde sürükleyen bir kadın hareketinin lideri olmasına rağmen özel hayatı hep çileli oldu. Türkiye tarihinin içinde bir davanın sembol ismi oldu ancak evlilikleri hep hayal kırıklıklarıyla sonuçlandı.
Anadolu Müslümanına bir kadın olarak öncü oldu. Kadim bir kavga olan Doğu-Batı kavgasında ortada durdu. Peşinden sürüklediği kitle itibarıyla Cumhuriyet’in birçok öncü kadınından çok daha öncüdür, Anadolu kadını için yol gösterici olmuş, onlara bir çıkış yolu sunmuştur. 1960-1970’lerin özetidir. Daha önce hiç örneği olmayan başörtülü gazeteci-yazar rol modelidir aynı zamanda. Gazetecilik mesleğine 12 Eylül 1980 ortamı içinde pek çok farklı etkiyle karar versem de, çocukluğumda bir iz bıraktığı aşikardır. Ancak bizim kuşağımızın anlam arayışında, ideolojilerin dışında bir yol arayanlarda, “hidayet” hikâyelerinde katkısı büyüktür.
Sonraki yıllarda bir benzeri gelmedi. Lisan-ı münasiple fikrini savunmak, bunda sebat göstermek ve bedel ödemesine rağmen vazgeçmemek özellikleriyle Şule Yüksel, kadın hareketinde yeri doldurulamaz bir isimdir. Bir kesimin değil, Türkiye’nin insanıdır, Anadolu dindarı ona sahip çıkmıştır. O da onlara. Anadolu kadınını evden çıkmasında, eğitim ve meslek kararlarında umut vermiştir. Elbette bugünden baktığımızda mutabık olamadığımız fikirleri de oldu. Ama kendi döneminin kuşkusuz kitleler üzerinde en etkili isimlerindendi.
Hastalık döneminde bir doktor arkadaşımla ziyaretine gittiğimizde, ikimize de mesleğimizi yapabilmemizde ne büyük katkısı olduğunu konuşmuştuk. Zarafeti, meseleleri tafsilatlı ve kıvamında ortaya koyan güzel Türkçesiyle, tavrıyla bir İstanbul hanımefendisi olarak kalbimizde bir kez daha yer etmişti. Allah rahmet eylesin, ruhu şad olsun! Bir kişiydi ama milyonlarca insanı etkiledi, kimbilir kaç kadının hayatına ışık oldu.
LEYLA ŞAHİN USTA
AK PARTİ GENEL BAŞKAN YARDIMCISI
Şule Hanımı ilk kez annemden duymuştum. Genç bir kız iken Konya’ya konferansa gelmiş ve başörtüsünün nasıl düzgün takılması gerektiğini o konferansta Şule Yüksel’den dinlemiş annem. Ve o salondan başörtüsünü düzelterek çıkmış. Bu anlamda şehirli, başörtülü kadın modeli olarak sayısız kadına örneklik yapmış bir öncüdür kendisi.
Onun mücadelesi ve korkusuzluğu beni çok etkilemiştir. Mücadeleyi ve direnmeyi öğreten bir kişidir bana.
1960’lı yıllarda Ankara Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nde konferans vermiş ve hiç bir engeli tanımamış güçlü bir kadın Şule Yüksek Şenler. Müthiş bir hitabet ve ikna yeteneği olan biridir.
SIKMA BAŞ DEĞİL, ŞULE BAŞI!
ASLIHAN DÖNMEZER TÜRKOĞLU
Şule Yüksel Şenler’i tanımadan önce “Şule başı”nı tanımıştım 11-12 yaşlarında bir çocukken. Benim için sözü kıymetli ablalarım beğeniyle anlatırdı o baş örtme biçimini. Bilinçli Müslüman ailelerin tahsil yapan kızlarının baş bağlama şekliydi. Tabii bu bahsettiğim yıllarda sayısı az ve karşı çıkanların da olduğu bir kesimdi. Sonra 16-17 yaşında romanlarını okumaya başladığım bir yazar olarak biliyorum. O zaman anladım o örtünün isim sahibinin kendisi olduğunu. Sonra gazetelerde hapse girip çıkmalarını, örtülü olduğu için, genç kızları örtülü olmaya teşvik ettiği için bütün bunların başına geldiğini yavaş yavaş duymaya, öğrenmeye başladım. Derken o dönemde üniversite öğrencisi olan arkadaşım Hafize (Subaşı) Özkaya sayesinde konferanslarına ve daha az sayıda katılımcının olduğu toplantılarına gittim. Böylelikle şahsen tanıdım. Sarılıp kucaklaşmışlığım var. Bu benim için çok önemli bir şey.
Ailemdeki kadınlar örtülüydü, baskı yapılmazdı ama beklenti vardı. Doğrusu ben anlamlandırmakta zorlanıyordum tesettürü. Şule Yüksel Şenler’i ve etrafındaki üniversiteli genç kızları tanıdıkça kendiliğimden örtündüm.
Ben onun anlattıklarıyla, yazdıkları ile anladım Allah’ın emirlerinin Allah’a ait olduğunu. İnsanların dayatması ile ilgisi olmadığını. Bu ancak anlaşıldığında severek yapılabilir. Hiçbir şey baskıyla korkuyla yapılmaz, sürdürülemez. Allah’a karşı gelmenin O’nu üzmek, kızdırmak demek olduğunu anladım. İnsan hiç sevdiğini üzer mi? Allah’ını seversen emrini de seversin… Şule Yüksel’i tanımasaydım bu anlayış bende eksik olurdu.
BENİM İÇİN BİR ROL MODELDİ
BETÜL SOYSAL BOZDOĞAN
GAZETECİ-MODERATÖR
Türkiye’nin sosyolojik tarihinde yeni bir kimlik…
‘Kentli, eğitimli ve dindar bir kadın.’
Başörtülü, başörtüsünün mücadelesini veren, başörtüsünün anlam dünyasını tüm Anadolu’ya aktaran bir kadın.
Edebiyatçı kimliği ile çok genç yaşlarda rüşdünü ispat etmiş, ödüllü ve söz sahibi bir kadın.
Popüler bir niteleme olsa da ‘ilklerin kadını’ demek istiyorum Şenler için.
Türkiye’de 1977’de yazdığı Huzur Sokağı isimli kitabı ile edebiyat alanında farklı bir kategori oluşturdu. Şule Yüksel Şenler’in köşe yazılarındaki farklı söylemlerinin yanı sıra buna eşlik eden Anadolu Konferansları adeta Anadolu kadınının yeniden şahlanışının bir göstergesi idi.
Sivil, bağımsız ve toplum adına yeni bir haykırış…
‘Yeni bir söz.’
Günümüze geldiğimizde ‘sosyal yaşamda dindar kadınlar’ başlığını atabiliyorsak ve medyada muhafazakar görünümü ve söylemleriyle var olan bir nesilden bahsedebiliyorsak ona çok şey borçluyuz.
Bu ismi anarken, sadece yazı hayatı değil, hapishaneye kadar varan yargı süreçleri, bir yaşam tarzı savunuculuğu, özel hayatındaki mücadelesi, derin manevi dönüşümü de dahil o kadar çok başlık konu alınabilir ki…
Bir kadının hayatında aslında bir ülkenin dönüşümünü, kimlik arayışını, hak savunuculuğunu özetliyor gibiyiz. Onun şahsında, bir hayata sığdırılmış o kadar çok anı biriktirdik ki…
O, dar-ı bekaya gitti. Şule Yüksel Şenler gönüllere yerleşmiş ismiyle dualara muhatap olurken, geride bıraktığı söylem ve yazıları ise; toplumu kökleriyle buluşturan ve ileri taşıyacak olan ‘yeni anlayış’a hiç unutulmayacak bir katkı sundu.
Şule Yüksel Şenler’in kişiliğinde; inanç, arayış, derinlik, çalışkanlık, idealizm, gözü karalık ve hanımefendilik ilk akla gelenler arasında. Hepsini konuşabiliriz fakat ben özellikle ‘hanımefendi duruşu’na vurgu yapmak isterim. Zarafeti, kibarlığı, Türkçe’yi kullanım biçimindeki güzellik, beden dilindeki asalet örnek alınasıydı.
Bugüne dönersek, çalışma hayatında hakim olan erkek egemen sistem kapsamında, maskülen tavır ve biçimlerin dayatıldığı bir çağda, hanımefendi kalabilmek… Sanırım mümkün. İşte bunu en iyi Şule Yüksel Şenler’in vakar ve duruşunda gözlemliyoruz. Sisteme rağmen, modaya rağmen ‘biz’ ve kendimiz olarak kalabilmek. Evet mümkün! Şenler dün çok çetin ve zorlu bir mücadele verdi. Fakat bana kalırsa duruşuyla, bugünün sorunlarına reçete olabilecek bir yaşam tarzını bizlere örnek olarak geride bıraktı.
***
Kişisel tarihimde Şule Yüksel Şenler’in yeri ve önemi çok büyük.
Bizden önde, bize örnek bir kişiliğin hayatıma dair benzerlikleri olması, bu tevafuk benim için çok etkileyiciydi.
O, altı yaşında gelmişti İstanbul’a… Ben on yedi yaşımda.
Şule Annemiz, 14 yaşında yazı hayatına başlamıştı. Ben ise 15 yaşımda radyo programıyla medyaya “merhaba” demiştim.
Çocuk yaşımda Gaziantep’te verdiği konferanstan o kadar çok etkilenmiştim ki, zihnimde o kareler hala çok canlı.
Benim için bir rol model idi. Ve ulaşılmaz…
Fakat kader, düğün salonunda dinlediğim o ulaşılmaz şahsiyetin, evine konuk olma onurunu yaşattı bana.
2004’te başlayan televizyon sunuculuğu hikayemde onunla tanış olmak, onu programımda konuk etmek hedeflerimin arasındaydı. 2008’de Lila ve Mor isimli programımda kadın şahsiyetlerin hayatlarını ekrana taşıyordum ve işte tam da böyle bir konsept içinde programa anlam katacak en önemli kişilik benim için Şule Yüksel Şenler idi. Teklifimi kabul ettiğimde deyim yerindeyse havalara uçmuştum. Yayın öncesi ön hazırlık için evine gittiğimde ve ilk görüşmemizde göz yaşlarıma hakim olamadım. O duygunun tarifi mümkün değil. Ve bu görüşmede beni manevi annem gibi kucaklamış, öğütler vermiş ve mesleğe dair yol göstermişti. O dönem çok hasta olmasına rağmen kendisini bedeninin verdiği acılara teslim etmemiş olması ve bize önderlik etmeye devam etmiş olmasıysa özverili tarzının bir yansıması olarak bizlere hatıra kaldı.
Şule Annemizi vefat yıldönümünde rahmetle anıyor ve Fatıma Annemize komşu olmasını diliyorum.
“SEN YAZMALISIN”
DEMET TEZCAN
YAZAR
“Savaşlar, işgaller, sömürgenin tükettiği hayatlar… Hayalleri, umutları, emekleri, hakları gasp edilmiş, haksızlığa uğrayıp hakkını almak için sesini duyuracağı bir merci bulamamış mazlumlar, masumlar, mustazaflar… Çığlık çığlığa bir feryat ve emperyalist dünyanın konjonktüründe boğulan feryat karşısında büyük ve kahredici sessizlik yan yanadır bu bahiste. Duvara çarparcasına, çarpıp soğuk betonlardan geri döner feryatlar, ahlar. Söz biter, söz uçar ve tarihe kayıt düşecek olan yazı kalır.
‘Kim bir haksızlık görürse eliyle düzeltsin, ona da gücü yetmezse diliyle düzeltsin...’ buyuruyordu Peygamberimiz. Bir mümin sorumluluğuyla önemsedim haksızlığa karşı yazmayı, en az söylemek kadar. Yazma eylemimi bir kitabımda böyle ifade etmiştim, Şule Yüksel Şenler’in bana “Sen yazmalısın” telkininden yıllar sonra.
Bana “yazmalısın” diyerek yazın dünyasına elimden tutup çeken Şule Yüksel Şenler, haksızlık karşısında diliyle, kalemiyle haykırmıştı ve bu konuda benim gibi pek çok genci cesaretlendirmişti. Bilmem bir iltifat mıydı, bir gencin gönlünü mü okşamak istemişti el yazısıyla yazılmış bir sayfalık yazımı okumuş ve “sen yazmalısın” demişti. Ben yazdım o günden sonra… Nasip bu ya, aradan on beş yıl geçecek sen yazmalısın dediği genç artık bir köşe yazarı olacak, Şule Yüksel Şenler ise toplumdan elini eteğini çekip, kendini unutturacaktı. ‘Sizin hayatınız yazılmalı, Şule Yüksel unutulmamalı’ teklifi ‘yazmalısın’ dediği gençten gidecekti bu defa. Garip bir tecelli bir kez daha zuhur edecek “Bugüne kadar çok insan istedi hayatımı yazmayı ama hiç birini kabul etmedim, artık ahir ömrümdeyim ben de istiyorum yazılmasını.” diyecekti ve bu aciz onun kutlu davasını, duygu dünyasını adanmış ömrünü yazacaktı.
Köşesinin adı “Sen Hakkı Söyle” idi. O hiç kıskanç olmadı, çağdaşlarını da teşvik etti, taltif etti, kendinden sonra gelenleri de yazmaya ve hakkı söylemeye, eliyle, diliyle, kalemiyle mücadeleye, kötülükleri düzeltmeye teşvik etti. Tüm Türkiye’de binlerce insanın hayatına dokunuşlarda bulundu. Kimine yazmayı, kimine tesettürü, kimine namazı, davayı, ahlakı, erdemi, kimlik mücadelesini, duruşu öğretti, miras bıraktı. Onun hayatından yıllar içinde çok şey öğrendim ama hiç şüphesiz bana bıraktığı en büyük miras yazmak ve hitabet oldu.
İlk yazılarımın tashihini o yapardı yazılarımı el yazısıyla yazdığım yıllarda yanlış cümlelerimi tıpkı ondan öğrendiğim gibi karalardım hiç başka bir yol denemedim. Yazmalısın diye teşvik ederken, cümlelerime yön verirken eklediklerini de çıkardıklarını da hep uyguladım. Hayatını yazdıktan sonra okurken fark ettim ne çok kelimeyi ondan almıştım. Sanki bir ahenk sağlasın, bir bütünlük olsun, çağımızın yoz dilinden dökülenler onu incitmesin diye mümkün olduğunca onun dil dağarcığıyla yazmışım.
Kuşatıcı, kucaklayıcı, naiflik ve zarafetin müşahhas haliydi. Özel hayatında bir ipek kadar hassas, kristal kadar kırılgan, davası, mücadelesi söz konusu olduğunda ise bir çelik kadar sert ve güçlü. Hâlâ ondan öğrenecek çok şey var.
GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com