“Sözle değil gözle öğretirdi”

Ahmet Özhan, vuslatının birinci yılında Ömer Tuğrul İnançer'i Ahmet Tezcan'a anlattı. Özhan, “Tuğrul Efendi her zaman bana öğretmen oldu ama öğretme gayreti içerisinde olmadı. O yaşadı, ben gözledim ve öğrendim öğrenebildiğim kadar. Ama şunu şöyle yap dediği bir veya bir buçuk keredir 55 yılda. Demezdi, yapardı, sözle değil, gözle öğretirdi.” dedi.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Bir yıl önce ebedi aleme irtihal eden Ömer Tuğrul İnançer için Karagümrük'teki dergâhta Ahmet Özhan tarafından vuslat ve tevhid gecesi düzenlendi. Son Cerrahi Postnişîni araştırmacı, hukukçu, yazar Ömer Tuğrul İnançer'in vefatının 1. yıl dönümü için düzenlenen Tevhid Gecesi'ne yurt içinden ve dışından postnişinler, hafızlar, ilim adamları ve sevenleri icabet etti. Ahmet Özhan bu vuslat gecesinde İnançer'den ayrı geçen bir yılını gazeteci-yazar Ahmet Tezcan'a anlattı. Superhaber.com sitesinde yayınlanan yazıda Özhan, İnançer'in yokluğunu şu cümlelerle özetledi: "Bir yerde gözden nihân oluşu dahi beni eğitti. Tuğrul Efendi her zaman bana bir öğretmen oldu ama öğretme gayreti içerisinde olmadı. O yaşadı, ben gözledim ve öğrendim öğrenebildiğim kadar. Ama şunu şöyle yap dediği bir veya birbuçuk keredir 55 yılda. Demezdi, yapardı, sözle değil, gözle öğretirdi. O, hep bugüne hazırlamış beni, bunu şimdi fark ediyorum. Hele son beş sene tam bir staj dönemiymiş. Tuğrul Efendim'e bir şey söylüyorlar, Ahmet tamamlar diyor. Yaşarken de yokluğuyla eğitti beni. Onun için hiç acemilik çekmedim. Şimdi şüphesiz biliyorum ki; benim Tuğrul abim, arkadaşım, dostum, sırdaşım, pirdaşım, rehberim, sevgilim hep vardı, hep benimleydi ve hâlâ var, hâlâ benimle."

TASAVVUF, KAZANÇ KAPISI HALİNE GELDİ

Tezcan'ın tasavvuf kültürüne ilişkin sorularını da cevaplayan Ahmet Özhan, bugün

tasavvuf yaşantısı, ritüelleri, uygulamaları konusunda olağanüstü büyük yanılsamalar olduğuna dikkat çekti. "Tasavvuf tamamıyla benlikten soyunmak iken benliğin kazanç kapısı haline geldi. Ünvanlar, avantajlar, ticaretle meşgul olan tasavvuf kolları, holdingler. Bırak holdingi tüccarlar yapsın senin nene gerek? Sen son zamanlarda yapılıp da en alt katının ticarethane olarak ayrılıp üstünün ibadethane olmadığı hangi cami gördün? Yahu ibadethanenin yanında ticarethanenin ne işi var? Halka zaten sen Cumaları ihtiyaç var dediğin zaman fukara cebinin astarını söküyor da koyuyor kutunun içine. Sen altında inşaat malzemesi satıp da neyi ihya edeceksin? Caminin sadece elektrik, doğalgaz, su parası var. Bugüne kadar Türkiye'de hangi cami devlet yapmıştır? Bütün camileri halk yapar. Onun için dini müessese ile ticari müesseseyi yan yana koymanın hem şık olmadığını hem de çok gerekli olmadığını düşünüyorum."

Eskiden tekke denilen Alevi Cemevleri için Kültür Bakanlığı bünyesinde yeni bir koordinatörlük oluşturulduğunu hatırlatan Tezcan'ın "Yeniden bir yasal zemin oluşsa, tekke ve zaviyelerle ilgili 1925'teki kanun kalksa ne olur, nasıl olur?" sorusunda da hayli düşündürücü cevaplar verdi.

SARIKLA, CÜBBEYLE BİTMİYOR İŞ!

Özhan, "Şu anda kalkması, kalkmamasından daha büyük deformasyona yol açar. Çünkü hazır değil, irşada eleman yok. Mürşit demek tamamıyla arınmış, tamamıyla ışık olmuş, karşısındakileri aydınlatabilecek gücü kazanmış insan demektir. Herkes kendini mürşit görürse ne olacak bu işin sonu? Mihengi ne? Kim denetleyecek, ne olacak, ne bitecek? Kerameti kendinden menkul bir sürü insan var ortalıkta zaten. Sarıkla, hırkayla, cübbeyle, fesle bitmiyor ki iş ama onlarla dolaşan bir sürü insan var. Onların eline mi düşecek tasavvuf? O kanunla bina kapılarına kilit vuruldu evet tasavvuf kültürü kayıp vermeden güldür güldür yaşıyor. Deforme ama o kültürün incelikleri hepimizin günlük hayatında, davranış kalıplarımızda, sözlerimizde, türkülerimizde, şarkılarımızda, bütün hissiyatımızda devam ediyor. Bir toplantıda, tekkelerin kapatılması açılması meselesi konuşuluyordu yıllar önce, rahmetli Tuğrul Efendim kürsüden Bülent Arınç'a yönelerek 'Aman Beyefendi sakın ha! Sakın ha!' demişti. Biz Bülent Beyle tam karşısında oturuyorduk. Tuğrul Efendim'n işaret parmağını kaldırıp bir kaç defa üst üste 'Sakın ha!' dediğine şahidim. Tuğrul Efendim kadar tarikatleri seven, koruyan, kapatılmasına yüzde binbeşyüz karşı olan bir insan 'Sakın ha!' diyorsa oturup düşünmek lazım." diye konuştu. Ahmet Özhan, tasavvuf kültürü konusunda ehliyet mefhumuna da dikkat çekti. Özhan, "Ehliyet kalmamış, kimle yapacaksın bu işi? Şimdi bazıları korkuyor, tırsıyor, bazısı şöyle bazısı böyle ama kör topal da olsa yürüyor ama kanun çıkıp da kapıların legal olarak üstüne bilmem ne tekkesi diye yazılmaya başlanırsa işin rengi çok başka olur, başka yerlere gider. Bu meselede ehil bir kadro oluşmadan, şu haline katlanacağız. Bir ebeveyn düşün, çocuklarını çok seviyorlar ve çok özlüyorlar ama gurbette olması onların yanında olmasından çok daha hayırlı, emniyet bakımından, kültür bakımından, maişet bakımından, 'Ne yapalım bir hasretine katlanırız, yeter ki o daha iyi yetişsin, daha iyi yaşasın' diyorlar. İşte bunun gibi bir şey bu söylediğim. Her meselede olduğu gibi tasavvufta da önce ehliyet! Bu olmadan olmaz!" sözleriyle böyle bir zeminde tekkelerin açılmasının faydadan çok zarar getirebileceğini kaydetti.