Sosyolojide yas ve normalleşme: Toplumsal yasımız bireysel yasa göre daha kısa sürdü

Sosyolog Doç. Dr. Adem Başpınar: ''Kahramanmaraş ve Hatay depremleri sonrası gördüğümüz üzere toplumsal yas ile bireysel yas arasındaki en belirgin farklar süreleri ve yoğunluklarıdır. Depremin neticesinde yaşanan toplumsal yas daha kısa sürdü. Bu da beklenen bir durumdu. Bireysel yas ise daha uzun sürebilir. Toplumsal yas genellikle daha hafif ve paylaşılan bir duygudur. Bireysel yas ise daha derin ve kişiseldir.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Yas ve normalleşme, yaşadığımız ve bizi kötü yönde etkileyen her toplumsal ve bireysel olayda gündemimize giren iki kavram. Şubat ayı başında Kahramanmaraş ve Hatay merkezli üç büyük deprem ve yüzlerce şiddetli artçı sarsıntı nedeniyle de şu an üzerine konuşmaya devam ediyoruz bu kavramların. Yas ve normalleşme nedir, yaşanılan kötü olayların ardından yas ve normalleşme nasıl olmalıdır, ikisi birbirinden bağımsız şeyler midir, toplumsal normalleşme ile bireysel normalleşme birbirinden farklı mıdır, yas tutmanın ölçütü nedir sorulardan bazıları. Hâl böyleyken deprem sonrası yas ve normalleşme konusundaki iki bölümlük söyleşi dizimizin ilkini Sosyolog Doç. Dr. Adem Başpınar ile gerçekleştirdik. Önce kendisini daha yakından tanıyalım: "Kırklareli Üniversitesi Sosyoloji Bölümünde doçent doktor olarak çalışmaktayım. Temel çalışma alanlarım; askerî sosyoloji, sağlık sosyolojisi ve sosyal psikoloji. Son iki yıldır da afet sosyolojisi alanında, TÜBİTAK ve HORIZON projeleri kapsamında topluluk direnci ve deprem sosyolojisi konularında çalışıyorum."

EŞİNE ENDER RASTLANIR BİR ULUSAL BİRLİKTELİK SERGİLEDİK

Bir sosyolog olarak depremlerin ardından toplumsal reflekslerimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı sosyologlar; depremlerin insanların dayanışma, yardımlaşma ve afete yönelik toplumsal bilinç geliştirmelerine olanak sağladığını dile getirirken bazıları ise depremlerin insanları travma, korku ve güvensizlik duygularıyla yüzleştirdiğini; bunun da toplumsal ilişkileri zayıflattığını ileri sürüyor. Bu tabloda Türkiye'de son günlerde yaşanan depremlerin toplumsal dayanışma ve yardımlaşma duygularını oldukça güçlendirdiğini gözlemledik. Depremden etkilenen toplum kesimlerinin afetin etkilerinden uzaklaşmaları için gereken psikososyal desteklerden tutun da maddi olanakların topyekûn seferber edilmesine kadar belki de dünyada eşine ender rastlanacak ulusal ve uluslararası bir birliktelik ortaya koyduk.

TOPLUMSAL YAS İLE BİREYSEL YAS FARKLI ŞEYLERDİR

Toplumsal yas ile bireysel yas ayrı şeyler midir?

Evet, toplumsal yas ve bireysel yas birbirinden farklı şeylerdir ve aralarında bazı farklar bulunmaktadır. Toplumsal yas, bir topluluğun ortak bir kayba karşı verdiği tepkidir. Örneğin, bir depremde hayatını kaybedenler için toplumun duyduğu üzüntü ve acı toplumsal yastır. Bu, bir topluluk veya toplum içinde bir bütün olarak meydana gelen kolektif yas ve yas tutma sürecini ifade eder. Toplumca paylaşılan ritüelleri, gelenekleri ve yas ifadelerini içerir ve genellikle dinî ve kültürel inançlardan etkilenir. Toplumsal yas, yas tutanlar için bir destek ve dayanışma duygusu sağlama olanağı yanında toplum için bir iyileşme duygusu yaratmaya yardımcı olabilir. Bireysel yas, sevilen birinin kaybıyla kişisel düzeyde yüzleşme ve yas tutma sürecidir; üzüntü, öfke, suçluluk ve inkâr gibi bir dizi duyguyu deneyimlemeyi ve kayıpla başa çıkmanın ve vefat eden kişi olmadan hayata uyum sağlamanın yollarını bulmayı içerir. Her bireyin yas deneyimi kendine özgü ve kişiseldir ve merhumla olan ilişkilerinden, bireysel inançlarından ve değerlerinden ve de kişisel başa çıkma mekanizmalarından etkilenebilir. Toplumsal yas ise daha geniş kültürel ve toplumsal normlar tarafından şekillendirilir ve kişisel koşullarına bağlı olarak bireyler üzerinde farklı etkiler gösterebilir. Son yaşadığımız deprem vesilesiyle de gördüğümüz üzere toplumsal yas ile bireysel yas arasındaki farklardan öne çıkanlar süreleri ve yoğunluklarıdır. Depremin neticesinde yaşanan toplumsal yas daha kısa sürdü. Bu da beklenen bir durumdu. Bireysel yas ise daha uzun sürebilir. Toplumsal yas genellikle daha hafif ve paylaşılan bir duygudur. Bireysel yas ise daha derin ve kişisel bir duygudur.

BİREYSEL NORMALLEŞME KİŞİNİN TERCİHLERİNE GÖREDİR

Toplumsal normalleşme ile bireysel normalleşme birbirinden ayrı ve bağımsız şeyler midir, neden?

Toplumsal normalleşme, bir toplumun veya grubun kabul ettiği davranışların ve tutumların zamanla doğal ve sorgulanmaz hâle gelmesi süreci iken bireysel normalleşme, kişinin kendi değerlerine ve tercihlerine göre yaşamını düzenlemesi sürecidir. Deprem gibi olağanüstü olayların ardından görülen toplumsal normalleşme ve bireysel normalleşme birbiriyle bağlantılı, aynı anda cereyan eden ve birbirinden tamamen bağımsız olmayan süreçlerdir. Örneğin, bir salgın veya afet gibi durumlarda toplumun güvenlik, sağlık ve refah gibi konularda yeni normlar geliştirmesi yaşanabilir. Bu normlar, bireylerin davranışlarını ve tutumlarını değiştirmesini zorlayabilir. Bu nedenle, toplumsal normalleşme ile bireysel normalleşme arasında bir etkileşim söz konusudur. Toplumsal normalleşme, etkilenen topluma bir bütün olarak normallik hissinin geri kazandırılması sürecini içerir. Bu, elektrik ve su gibi temel hizmetlerin yeniden sağlanmasını, zarar görmüş altyapının yeniden inşa edilmesini ve olaydan etkilenenlere destek sağlanmasını içerebilir. Toplumsal normalleşme bir istikrar ve öngörülebilirlik duygusu sağlayabilir; bu da kaygıyı azaltmaya ve etkilenen topluma bir düzen duygusu kazandırmaya yardımcı olabilir. Öte yandan bireysel normalleşme, kişisel düzeyde normallik duygusuna geri dönme sürecini içerir. Bu, fiziksel yaralanmalar veya psikolojik travma gibi olayın fiziksel ve duygusal etkileriyle başa çıkmayı ve olaydan sonra hayata uyum sağlamanın yollarını bulmayı kapsar. Bireysel normalleşme, aileden, arkadaşlardan veya ruh sağlığı uzmanlarından destek almayı; kişisel güvenlik ve kontrol duygusunu yeniden inşa etmenin yollarını bulmayı içerir.

NORMALLEŞMENİN SAĞLIKLI OLMASI ADALETE BAĞLI

Yine bu bağlamda yaşanan olağanüstü olaylarda toplumdaki normalleşme eski normal demek midir, sağlıklı olarak rutine dönüş nasıl olmalıdır?

Elbette, yeni normalleşme eski normal ile her zaman uyumlu olmayabilir. Bazı durumlarda, bireyler yeni oluşan toplumsal normlara karşı çıkabilir veya onlara uymakta zorlanabilir. Örneğin, bir birey kendi kültürüne veya inancına aykırı bulduğu yeni bir normu reddedebilir veya uygulamakta güçlük çekebilir. Bu nedenle, toplumsal normalleşme ile bireysel normalleşme ve de eski normal ile yeni normal arasında bir çatışma da söz konusu olabilir. Olağanüstü olaylar, toplumun ve bireylerin yaşadığı duygu, düşünce ve davranışlarda değişikliklere neden olabilir. Bu değişiklikleri kabullenmek, anlamlandırmak ve uyum sağlamak için toplumun yeni normlar geliştirmesi gerekebilir. Bu normlar, eski normlardan farklı olabilir veya onları değiştirebilir. Normalleşmenin sağlıklı olarak yaşanabilmesinin pek çok muhtelif cevabı olabilir ancak genel olarak, normalleşmenin toplumun ve bireylerin ihtiyaçlarını ve beklentilerini karşılayan, adaletli ve sürdürülebilir bir şekilde olması sanırım en öne çıkan cevap olacaktır. Örneğin deprem sonrasında "mekân" ile "aidiyet" arasındaki eski normal tutumlarda değişiklikler gözlemleyeceğimizi söylemek mümkün görünüyor.

TOPLUM OLARAK ŞU AN KABULLENME AŞAMASINDAYIZ

Sizce biz şu an yaşanan depremlerin ardından sosyolojik açıdan bakıldığında hangi aşamadayız ve bundan sonraki aşama ne olacak?

Sosyolojide, istenmeyen toplumsal olaylardan sonra yas ve normalleşme süreçlerini tanımlamak ve adlandırmak için farklı yaklaşımlar kullanılmaktadır. Ancak yaygın kullanılan yaklaşımda yas sürecinin beş aşamadan oluştuğu kabul edilir: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Normalleşme süreci ise bireylerin veya toplumun yaşadığı değişikliğe uyum sağlamak noktasında anlam verme, katılım gösterme, eyleme geçme ve değerlendirme yapma gibi dört temel evreyi kapsar. Depremlerden sonra toplumsal olarak hangi aşamada olduğumuzu söylemek ve kestirmek zor, zira bireyler ve gruplar farklı şekillerde yas ve normalleşme süreçleri yaşar. Ancak depremlerin üzerinden geçen süreyi göz önünde bulundurursak inkâr, öfke hatta pazarlık ve depresyon aşamaları geride bıraktığımızı söylemek mümkün. Sonraki aşama olan kabullenmede (bütünleşmede) olabiliriz. Bu aşamada, depremlerin getirdiği değişiklikleri anlamlandırmaya ve yeni normlara uyum sağlamaya çalışıyoruz.

"VATANDAŞ BİLİMİ" AFET SÜREÇLERİNE DÂHİL EDİLMELİ

Deprem olgusu bugüne kadar, en azından medyada hâlâ böyle, hep alt yapı, fiziki çevre ve jeolojik çerçeve bağlamında ele alındı. Sosyal bilimlerin özellikle de sosyolojinin deprem veya çoklu afetlere yönelik sunacağı çok önemli işlevleri vardır. Türkiye'nin bölgesel olarak çoklu afetler bağlamında "topluluk direnci" bakımından ne düzeyde olduğu; topluluk direncinin göstergeleri bakımından bölgesel güçlü ve zayıf yönlerinin neler olduğu; kültürel unsurların afet öncesi, esnası ve sonrasında nasıl rol oynadığına dair afet sosyolojisi alnında kapsamlı çalışmalara ihtiyaç bulunuyor. Yine afetlere öncesi, esnası ve sonrasındaki bütün süreçlerin tanımlanması noktasında kamu, özel, STK ve vatandaşların birlikte süreç yönetimine dâhil oldukları iş birliklerine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Bu çerçevede vatandaş bilimi (citizen science) denilen olgunun Türkiye'de sosyal bilimciler tarafından tartışılıp afet süreçlerine dâhil edilmesi gerekmektedir.