lokmandag@gmail.com
Tabiat ana oldukça cömert davranmış…
Yeşiller, sarılar, turuncular, allar, maviler… Tam bir renk cümbüşü Sinop.
Hele bir de toprağa yağmurun can suyu dokundu mu, bazen lavanta, bazen taze nane ama çoğunlukla dağ kekiği kokuları doluyor içime…
Yüreğimin derinliklerinde “Olsa olsa bu kokular Sinope’nin parfümleridir” diyorum.
Hani Zeus’un büyük aşkının… Sinop ismini bu güzelden alıyor… Zeus aşıktır Nehirler tanrıçasının güzel kızı Sinope’ye… ve Onu aşkına karşılık vermesi için ne isterse yapağını söyler. Sinope de; “bekaretime konuma” der. Ve Rivayet öyledir ki o gün bu gündür Sinop’un doğallığı hiç bozulmaz. “Ta ki insan eli değene kadar.”
Uzun zamandır gitmemiştim Sinop’a. Hep zamana yetişeceğim diye ıskaladığım o güzel şehir…
Lokman Bizim Şehirde ekibiyle İstanbul’dan havalanıp, küçük henüz inşaat halindeki havalimanına indik. Kameramanlarım Taha ve Mithat dürtüyor sürekli, Sinop’ta hiç trafik ışığı yokmuş. Bu gerçek mi?” diye.
Kalacağımız otele gidene kadar ışıkları görmeyince merakları biraz gitmiş oldu. Gerçi artık yeni hastanenin kavşağında varmış ama o büyüyü bozmamak için özellikle gitmiyoruz.
Eşyalarımızı otele yerleştirdikten sonra Sinop’u artık çekim zamanı. Ama bir yağmur, bir yağmur yağdı ben böyle sağanak görmedim. Sanki gök yarıldı. Yağmurdan saklanmak için kendimizi tarihi Sinop Kalesi’ne attık. Sinop’un en önemli yapılarından…
Kalenin tarih kokan merdivenlerinden çıkarken sırılsıklam olduk. Kalenin burçlarında kafeterya var. Sıcak bir kahve iyi gelir hissiyle saklandık tarihe meydan okuyan duvarlara. Sinop Kalesi M.Ö. 7 yy’de kenti korumak amacıyla yapılmış. Denizin kıyısında. Sıcak kahvelerimizi yudumlarken yağmur aniden durdu. Bulutlar yavaş yavaş uzaklaşırken,
Hobitler Evi Paşa Tabyaları
Güneş yüzünü güzelce gösterdi. Artık gezebiliriz Türkiye’nin en kuzeyini ama önce tarihi Paşa Tabyalarına uğruyoruz. Sinop savunmasında oldukça etkili bir yerdi zamanında. Ama beni ne tarihi ne de savaşlar ilgilendiriyor. İlk görüşte vuruluyorsunuz bu minik tabyalara. Uzaktan Orta çağdaki Hobitlerin köylerini andırıyor. Şirin küçük pencere ve kapıları ile üzerindeki çimenleriyle Yüzüklerin Efendisi Filmi serisini anımsatıyor. Sonra burası güzel bir müze olsa diye konuşuyoruz arkadaşlarla aramızda. 19. yy’de Osmanlı Rus savaşları esnasında yapılmış. Büyük bir bölümü iyi korunmuş. Orada toplar, bal mumundan askerler ve cephanelikler bir yenilense mükemmel bir açık hava müzesi olur. Sinoplu’nun piknik yaptığı güzel bir bahçesi var aynı zamanda. Gezilmesi gereken önemli yerlerden…
Tabiatın Armağanı Erfelek Şelaleleri
Eğer yazları Sinop’taysanız harika bir parkurdur Erfelek Şelaleleri. İnsanı kendine doğru çeken gizemli bir büyüsü var. İrili- ufaklı 28 şelaleden oluşuyor. Sabah erkenden kalkıp muazzam şelaleye doğru yola çıktık. Önce bir kahvaltı molası Öztürk Restoran’a geldik. Bizi dünyalar iyisi Emre Öztürk karşıladı. Dededen toruna 1955’ten beri bu aşkla insanların karınlarını doyuruyorlar.
Ne yememiz gerektiğini tek tek söylüyor. Biz kahvaltılıkları beklerken masaya tas kebabı ve ciğer de geliyor. “Bizim özel yemeklerimiz. Bir tadına bak” diye sesleniyor içerden. Önce sabah kahvaltısında tas kebap olur mu?” diye homurdanırken, ilk lokma ile sanki pamuk var ağzımda sonra bir kaşık bir kaşık daha. Enfes bir lezzet… Kahvaltı deseniz, kestane balından, kuş sütüne ne ararsan var. Güzel bir şömine ateşi eşliğinde kahvaltımızı yaptıktan sonra doğru şelaleye…
Ve o fevkalade manzara çıkıyor karşımıza henüz birinci şelaledeyiz. Yanında görkemli ahşap bir değirmen…
Ama sonbahar tam bir aşk mevsimi sararıp, kızaran yapraklar, ıslanmış kaldırımlara düşünce can alıcı kareler çıkıyor ortaya. Sanırım dokuzuncu şelalede pes ettik. Yerler çok kaygan olduğu için etap zorlaşmaya başladı. Yağmur yine
Türkiye’nin Kaptan Köşkündeyiz. Hep coğrafya derslerinde öğrenmişsinizdir Türkiye’nin en kuzey noktası İnceburun… İşte tam o noktadayız. İçimizde anlamsız bir sevinç sanki bir adım sonrası sonsuzluk. Güzel bir deniz feneri var. Bir de derme çatma bir kafe ama sezon kapandığı için kapalı. Sonra bir teyzeyi görüyorum yanında ineği… Konuşmak için yanaşıyorum. Düşünebiliyor musunuz Türkiye’nin en kuzey noktasında yaşayan bir çift? “Aman oğlum gelin misafirim olun çay kahve yapayım size. Ama ne olur röportaj yapmayalım. Geçen konuştum aradılar eşim memur işini bozmayayım” diyor. Ellerinden öperek ayrılıyoruz en kuzeyden. Kim bilir belki bir daha ne zaman geleceğiz.
Yazık oluyor siluete
Hep fotoğrafta görüyorduk o silueti Sinop deyince akıllara orası gelir. Şahin tepesine çıktık soğuk havada… Ama gördüğüm manzara üzdü beni. Koca koca binalar yapılmış siluetin önüne bence artık yapılmamalı yoksa yok olup gidecek çocukluğumdaki Sinop…
Yüzemeyen Gemilerden Yüzen Gemiye
Aslında Sinop cezaevinin bir armağanıdır maket gemiler. Mahkumlara meslek edindirme kurslarında gelişmiş ve Sinop’un değeri haline gelmiş maket gemiler. Doğan Ülgen ile karşılaşıyoruz. Yüzemeyen gemileri dünyanın her yerine ulaştırıyor.
Oradan kazandığıyla da güzel bir tekne almış. Şimdi onunla mavi serinliğe yelken açıyor. İnsanın hayalleri olmalı. Belki de karpuz kabuğundan gemi yapmak böyle bir duygudur kim bilir? Ne demişti ünlü filozof Diogenes yani Diyojen: ’ki kendisi Sinoplu olarak bilinir’ “Gölge etme başka ihsan istemem” işte bu şehirde tam da bu duygular içindeyim.
Ne yemeli?
- Sinop Mantısı (Sinop Örnek Mantı)