Siz hâlâ kara kediden korkuyor musunuz?

Emine Bıyık
emine.biyik@aksam.com.tr

Tahtaya vurmak, merdiven altından geçmemek ya da kara kedilerin uğursuz olduğuna inanmak… Kimine göre batıl inanç, kimine göre belayı uzak tutmanın yolu… Yüzyıllar öncesine dayanan bu inanışların tarihçelerini sizler için derledik.

Üçgenin içinden geçmek...

Duvara dayanan bir merdiven, duvarla arasında bir üçgen oluşturur. Bu, birçok kültürde tanrıların kutsal üçgeni olarak bilinir. Örneğin piramitlerin kenarlarının üçgen olması da bu inanca dayanır. Bir üçgenin içinden geçmek de bir kutsal yere meydan okumak anlamına gelebilir. Eski Mısırlılar için merdivenin kendisi iyi şansın sembolüydü. Merdiven olmasaydı, Güneş Tanrısı Osiris’i karanlıkların ruhundaki hapis hayatından kurtarmak mümkün olamayacaktı. Asırlar sonra Hıristiyanlık bu inancı da Hz. İsa’nın ölüm şekline adapte etti. Çarmıha dayalı merdiven kötülüğün, hıyanetin ve ölümün sembolü oldu. İnsanlar, merdivenin altından geçmekle bütün bu kötü geleceklerle karşılaşabileceklerine inandırıldılar. 17. yüzyılda İngiltere ve Fransa’da suçlular darağacına götürülmeden önce bir merdivenin altından geçiriliyorlardı. 
Korkmayın, sadece kedi
Milattan önce 3000’li yıllarda, eski Mısırlılar zamanında kediler kutsal bir canlı olarak görülüyor, hatta siyah dişi kediler tanrıça olarak kabul ediliyormuş. O yıllarda kedileri, hastalık ve ölümden korumak için kanunlar bile çıkarılmış. Daha sonra kedilere, özellikle siyah kedilere duyulan nefret, Hıristiyanlığın kendinden önceki kültürleri ve onların sembol kabul ettiği şeyleri yok etme güdüsüyle Ortaçağ’da, İngiltere’de başlamış. Daha çok yalnız yaşayan fakir ve yaşlı kadınlar kedi beslermiş. O dönemler büyücü ve cadı inancının tüm Avrupa’da histeriye dönüştüğü yıllarmış ve siyah kedi besleyen bu kadınların kara büyü yaptıklarına ve siyah kedilerin geceleri şeytana dönüştüklerine dair korku dolu halk hikâyeleri üretilmeye başlamış. Cadı konusu bir paranoyaya dönüşünce birçok zavallı kadın kedisiyle birlikte yakılmış. 
EYVAH! AYNA KIRILDI 
Günümüz modern dünyasında hâlâ devem eden batıl inançlardan biri de ayna kırılması… Göllerde veya su birikintilerinde, kendi aksini gören ilkel insan şaşırmış, bunun kendisinin ruhu olduğunu sanmış, suyu bulandırıp görüntüsünün kaybolmasına neden olanları da düşman bilmiş. İlk aynalar; Mısırlılar zamanında, pirinç, bronz, gümüş ve altından yapılmıştı ve kırılmaları mümkün değilmiş. Bu devirde de bu parlak yüzeylerden yansıyan görüntünün o insanın ruhunun bir yansıması olduğuna inanılıyormuş. Birinci yüzyılda Romalılar bu uğursuzluğun süresini 7 yıla çıkarmışlar. Romalılar hayatın her yedi senede bir kendini yenilediğine inanıyorlarmış. Camın kırılması sonucu ruh ve dolayısıyla insanın sağlığı tahrip olduğundan vücudun kendini yenileyerek sağlığına kavuşması için yedi yıl geçmesi gerekiyormuş. Bu inançla beraber geliştirilen bazı önlemler de olmuş. Mesela aynanın kırılan parçaları toplanıp Güney’e doğru akan bir 
ırmakta yıkanırsa veya toprağa gömülürse kötü şans yok edilirmiş.