Siz gözlerinizle görüyorsunuz biz seslerle

SİBEL ATEŞ YENGİN

sibel.ates@aksam.com.tr


Bir sabah uyanıyorsunuz, gözlerinizin görmediğini ve o andan itibaren artık karanlıkla yaşamak zorunda olduğunuzu fark ediyorsunuz. İşe gitmek için toplu taşıma araçlarını kullanmanız ya da toplantıya gideceğiniz şirketin adresini bulmanız gerekiyor. Ne hissederdiniz? İşte biz de görmemenin ne demek olduğunu anlamak için Altı Nokta Körler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Günday’la yani namı-diğer Kör Hasan’la buluştuk ve birkaç saatliğine onun yaşadıklarını deneyimledik.

Altı Nokta Körler Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Hasan Günday’la yani namı-diğer Kör Hasan’la Mecidiyeköy Metrobüs Durağı’nda buluşmak üzere sözleştik. Metrobüsten indikten sonra Hasan Bey’in tarifi üzerine üstgeçide çıktım. Gözlerim Hasan Bey’i aradı ama kimseler yoktu ortada. Acaba yanlış yere mi geldim diye düşünmeye başladım. Gişedeki görevliye başka üstgeçit var mı diye sorarken “Sibel Hanım buradayım” diyen Hasan Bey’i gördüm karşımda. Gayri ihtiyari “Aa, nasıl tanıdınız beni?” diye sorunca bir anda ikimiz de kahkahalarla gülmeye başladık. “Sesinizden” dedi Hasan Bey. Oysa bir kez telefonda konuşmuştuk. Sesimden tanıyabilmiş olmasına çok şaşırmıştım... Hasan Bey’le Mecidiyeköy civarında kısa bir tur atmak için üstgeçidin merdivenlerinden inmeye başladık. Sanki gören ben değildim de Hasan Beydi. Onun talimatlarıyla merdivenlerden inerken bana basamakların kimi yerde darlaşıp kimi yerde genişlediğini anlatıyordu. O söyleyene kadar yürümeyi zorlaştıran bu durumun farkında bile değildim. Caddeden karşıya geçerken Hasan Bey’in koluna girdim. Kaldırıma çıkıp otobüs duraklarına doğru yürümeye başladık. Hasan Bey bastonuyla yolu kontrol ediyor ve gelen seslere göre sağımızda solumuzda neler olduğunu anlatıyordu. Duvar kenarına yaklaştığımızı sesin yankısından anladığını söylüyordu. Yürümeye devam ettikçe yolun bozuk olmasına kızmaya başladı Hasan Bey. “Bakın, gören bir insanın yürümesi bile zor. Bastığımız yerler engebeli. İnsanın ayağı burkulabilir.” Ne diyeyim hak vermemek mümkün değildi. Boydan boya park eden arabalar yüzünden kaldırıma çıkmakta zorlanınca biraz daha yürüyüp kaldırıma çıkmayı başardık. Ancak bu kez de sarı kabartma taşların tam ortasında bulunan ışık direği yolumuzu kesince yönümüzü değiştirip yürümeye devam ettik. Gerçekten şaka gibiydi. Hızla yürümüş olsak direğe çarpmamamız mümkün değildi. Hasan Bey yolların sadece onlar için değil, görenler için de ne kadar tehlikeli olabileceğini anlatmaya başladı. “Düşünün biz rahat yürüyemiyoruz siz aceleyle bir yere yetişmek için koşmaya kalksanız kafanızı çarparsınız. Yerdeki sarı kabartmalar sağlıklı bir şekilde yapılmış olsa daha hızlı yürüme şansımız olacak. Yola hâkim değilsem ve bu uyarılar yoksa ağır yürümek zorunda kalıyorum. Bir de karşımdan gelen kişi cep telefonuna bakarak geliyorsa hızlı yürüdüğümzaman kesinlikle çarpışıyorum.
Bu sarı çizgilerin her yerde olması lazım ama düzgün yapılanı tabii ki… Bu uygulamaları yaparken çoklu düşünmek gerekiyor. Bazı bölgelerin yer döşemesi kaliteli ama bazı yerlerinki aynı kalitede değil.”  
DİKKAT! AĞACA ÇARPACAKSIN
Sarı çizgileri takip ederek yürümeye devam ediyoruz. Hasan Bey beni birkaç adım sonra önümüze çıkacak ağaç için uyarıyor ve “Bu ağaçların bu yolun üzerinde olmaması lazım. Önümüze bir engelin çıkacağını işaret eden yuvarlak işaretin geride olması lazım ki ben de fark edeyim ve ona göre yolumu değiştireyim. Biraz hızlı yürüsem ağaca çarpabilirim. Mecidiyeköy’ün ortasındayız ve tekerlekli sandalyeli bir insanın bile bu yolu kullanarak gitme imkânı yok.” Hasan Bey yolların bu durumuna alışık ve her yeri adım adım biliyor. Ben de Hasan Bey’in neler yaşadığını biraz olsun anlayabilmek için bastonunu ödünç aldım ve gözlerimi kapadım. Bu kez Hasan Bey koluma girdi. Ona rehberlik etme sırası bendeydi artık. Baston yardımıyla yolu kontrol ederek yürümeye başladık. Bastonu bir süre kullanınca kolum acımaya başladı. Heyecandan sıkıya sıkıya sarılmış ve düşmekten korkuyordum neyseki Hasan Bey yanımdaydı...
GÖZLERİ AÇMAK YOK!
Hasan Bey kendisini minibüs duraklarına götürmemi isteyince bir an ne yapacağımı şaşırıp gözlerimi açtım ve “Gördüm, gördüm duraklar karşıdaymış” dedim. Hasan Bey gülmeye başlayıp “Oyun bozanlık yok, gözler kapalı olacaktı” deyince kapadım gözlerimi yeniden. “Hiç panik yapma sadece sesleri dinle” diyen Hasan Bey’in talimatına uydum. Haklıydı, muavinlerin sesine doğru yürümeye başlayınca minibüsleri bulmak kolay oldu. Hasan Bey’e metrobüsleri rahat kullanıp kullanamadığını sordum. “Siz kalabalık bir duraktan rahatlıkla binebiliyor musunuz?” diye sorunca gülmeye başladık. Çünkü Hasan Bey’le buluştuğumuzda metrobüse binerken itiş kakışın arasında düştüğümü anlatmıştım... Sıra caddeden karşıya geçmeye gelince iyice bastona sarıldım. Bir yanımda Hasan Bey olsa de tedirginlik hissi diz boyuydu. İçimden bu kadar yetmez mi diye düşünürken Hasan Bey yayalara yeşil ışık yandı diye beni uyarınca “Siz galiba görüyorsunuz” deyiverdim. “Sen gözlerinle görüyorsun, biz de seslerle. Bak, ‘şimdi karşıya geçebilirsiniz’ diyen sesi fark etmedin çünkü” dedi. Haklıydı, hem gözlerimi kapamış hem de kulaklarımı sağır etmiştim...

DOĞUŞTAN GÖRMEMEK

Neyse kazasız belasız karşıya geçmeyi becerebildim. Hasan Bey’in tarifi üzerine yolun solunda bulunan kafelerden birine girdik. Bastonu teslim ettim ve görevimi başarıyla tamamlamanın rahatlığıyla hemen içeceklerimizi ısmarladım. Garson önce benim çayımı sonra da Hasan Bey’in kahvesini getirince “Kahveniz geldi” dedim. Hasan Bey yine gülmeye başladı ve “Biliyorum, kokusundan anladım” dedi. O an aklımdan türlü çeşit sorular geçmeye başladı. Görmek mi zordu, görmemek mi? “Görmeden geçen bir hayat çok kötü değil miydi? Çocukken neden görmüyorum deyip görmenin ne olduğunu merak ediyor muydunuz?” diye soruverdim Hasan Bey’e. “Doğuştan görmenin ne olduğunu bilmediğiniz için merak da etmiyorsunuz. Sonradan gözünü kaybeden biri geçmişini aradığı için görmeyi merak eder. Sesinizin yüksekliği, yansıması, çıkardığınız nefes, kıyafetinizin hışırtısı, vücut kokuları sizin hakkınızda bilgi veriyor bana. Yani bizim için körlük yok sesler var. Seslerle bir şeyleri tanımlıyorsunuz, seslerle, kokularla algılıyorsunuz, dünyanız ses oluyor. Hep seslere göre yöneliyorsunuz.” Peki çocukken arkadaşları zorluk çıkarıyor muydu, görmemesi sorun oluyor muydu? “Sadece çocuklar değil de, körlerle ya da eksiği olanla alay etmek toplumumuzun genel alışkanlığı. Bu değişmez. Subay çocuklarıyla büyüdüğüm için böyle davranışlara maruz kalmadım. Ama biri spastik ya da işitme engelliyse çocukların alay etmesi söz konusu oluyor. Mesela bazıları ‘Aa, köre bak nasıl yürüyor! Çarpmadı bile’ der, duyarım ama cevap bile vermem. Bunlar yaşamanın bir parçası. Beni tanımadan önce körlük sizin için çok zor bir olguydu değil mi, ama şimdi bakışınız değişti. Benim önümdeki bütün engeller sizin için de var. Kalabalık bir yerde yürüyorsunuz ama kaldırımın üzerine masalar koymuşlar. Bu sizin için de zor. Bu engeller hepimizin engeli. Tüm engeller yok edildiğinde hepimiz rahat yaşayacağız. Siz görerek yaşıyorsunuz, biz duyarak yaşıyoruz. Bakış açılarımız farklı yoksa tüm sıkıntılar ortak. Mesela bize bir şey ikam ederken ya da yardım ederken konumunu söylemeleri yeterli. Çayım gelmişse ‘arkadaşın çayına şeker atar mısın’ denmez çünkü ben söylenenleri duyuyorum. Halbuki ‘kaç şeker kullanıyorsunuz ya da kaç şeker atsınlar’ denmesi gerekir. Mesela telefon kullanırken görenler ‘adama bak görmüyor ama telefonu kurcalıyor. Bir şey görünmüyor, yardım etsek’ diyor. Halbuki bizde görüntü değil ses var. Başkası ne yazdığımı görmesin diye kapalı ekran uygulaması var.” Hasan Bey’le sohbetimiz bitip de ayrılınca artık seslere karşı daha hassas olmaya başladığımı fark ettim. Hatta metrobüs durağına yürürken kimi zaman gözlerimi kapayıp yönümü bulmayı denedim. Ancak anladım ki kat etmem gereken çok yol varmış...