Sınır çizmekten korkmayın!

Davranış/Sosyal ve Nörobilimci Dr. Şöhret Karaduman, yeni kitabı ''Cinsiyeti Terk Etme'' ile çocukların cinsiyet ve kimlik gelişiminde ebeveynliğin önemine dikkat çekiyor. ''Anne baba olmak okullarda öğrenilmez. Bunun tek formülü, doğrusu yoktur. Ancak bizde kaygı uyandırıyorsa, yeterince psikolojik olgunluk kazanmamışızdır demektir.'' diyen Dr. Karaduman, ''Sınırları doğru çizmek çocuk için güvenli bir gelişim alanı sağlar. Çocuk geliştikçe o çizilen çerçeve genişletilir.'' sözleriyle de ebeveynlere sınır çizmekten korkmamayı tavsiye ediyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Komplo teorilerini seviyoruz. Sorunları da çözüm önerilerini de dışarda arayarak konfor alanımızın dışında çıkmadan her şeyi halledebileceğimizi düşünüyoruz. Ancak işler her zaman istediğimiz gibi gitmiyor. Özellikle sözkonusu ebeveynlik ise bütün hesaplar, formüller elimizde kalıveriyor. Arkadaş olmaya çalıştığımız, sınırsız özgürlük alanı tanıdığımız çocuklar tatminsiz, mutsuz insanlara dönüşüyor. Peki hata ve çözüm nerede? Davranış/Sosyal ve Nörobilimci Dr. Şöhret Karaduman'a sorduk.

Dünyayı etkisi altına alan cinsiyetsizleştirme tehlikesinin yeterince farkında mıyız? Bu farkındalık gerçekçi bir bakışla çözüm üretmeye mi dönük yoksa slogan atmaktan ve komplo teorileri ile korku pompalamaktan mı ibaret?

Maalesef korkudan bazı konularla yüzleşmek istemeyen çekingen bir toplumuz. Yüzeysel bir şekilde neyi istemediğimizi çok sesli haykırıyoruz ama çözüm bireysel sorumlulukta gizliyse unutmak veya başkasına yüklemek gibi bir davranış sergiliyoruz. Bireysel sorumluluğu neden kabul etmekte bu kadar direniyoruz? Neden bir otorite (baba) figürünü dışarıda arayıp, onun bu sorunu çözmesini bekliyoruz? Veya kontrol edilemeyen bir otoritenin (komplo teorileri) başımıza getirdiği ve yine bizim çözmeye imkânımız olmadığını düşünüyoruz? Diğer tarafta kendimizden güçsüz olana baskılar uygulayıp veya aniden bu kadar şiddetli bir öfke patlaması sergiliyoruz? Bence bu tablo hem çok ilginç hem de çok yakından bakılması gereken, çözümü de içinde bulunduran bir yaklaşım olur.

Yeterince farkında değiliz. Bu nesil tamamıyla bizden farklı olan, çevrimiçi büyüyen ilk nesil. Sosyal bağlar kurmak hem çok basit hem çok hızlı gerçekleşiyor. Keza sosyal bulaşıcılık da öyle. Tıpkı virüs nasıl bulaşıyorsa, davranışlar da bulaşıcıdır. Bu bilimsel bir gerçek. Ama nasıl ki bir virüs birini yatağa düşürecek kadar hasta, diğerini ise hafif semptomlarla bırakan bir etkiye sahipse, psikolojik dayanıklılığı (bağışıklık diyelim) ne kadar zayıf veya güçlüyse, kişi o denli sosyal bulaşıcı davranışlardan etkilenir. Psikolojik dayanıklılığı kazanabilmek için ebeveynler çocukların bu psikolojik evrelerini sağlıklı bir şekilde geçirmesinden sorumludur. Bunlar zannedilenin aksine kendince gelişebilen yetiler değil. Yani çocuk yaş aldıkça bu otomatik bir şekilde gerçekleşmez. Dış denetim ve yönlendirme şarttır. Ta ki çocuklar bunu içselleştirene kadar.

"Herkes sorumluluğu ve hataları dışarı atmaya alışmış. Sorun dışarıda aranınca çözüm de orada sanılıyor." diyorsunuz. Peki ailede sorun nerede başlıyor?

Ailede sorun bireylerde yani anne ve babada başlıyor. Kişiler kendi rollerini yeterince benimsememişlerse, kendi cinsel kimlik rolleriyle "barışık" değilse sorun başlar. Yani Kadın / Anne kendi cinsel kimliğinden, sosyal rolünden memnun ise sorun yok. Ama eril olanla problemleri varsa, bu kendi çekirdek ailesinde Baba figüründen veya erken kendi çekirdek ailesinde Anne figüründen yeterince ayrışmadıysa, kendi evliliğinde bu rolleri ve dinamikleri tekrar kurgulamaya başlar. Bilhassa anne baba ve çocuk, rollerini sağlıksız bir biçimde terk ederse veya buna zorlanırlarsa bu durum ortaya çıkıyor.

Ailesindeki ayrışmayı başaramamış kişi kendi evliliğinde bilinçdışı olarak bunu yapar. Vahim olan tarafı ise, çocuklarını, bu dinamiklerde seçilmiş eş-vekili olarak kullanır. Kısacası, kişi önce kendisiyle yüzleşmeli, dengeli ve sağlıklı bir birey miyim diye sormalıdır. En güzeli ise, bir rehber eşliğinde kendine keşif yoluna çıkmalıdır.

Cinsiyetsizleştirme ve toplumsal cinsiyet gibi kavramlar konusunda kafalar hayli karışık. Toplumsal cinsiyet kavramı cinsiyetsizleştirme konusunda bir atlama taşı mı?

Dilimizi alıştırma çabası diyelim. Cinsiyet nedir? Kadın veya erkek derim ama basit olan bu soru karşısında şimdi kafalar neden karışık? Çünkü birçok "bilgi" bombardımanı ve terim oluştu. Halbuki; Kız -Erkek , XX- ve XY- kromozomları bu ayrımı çok net açıklıyor.

Toplumsal cinsiyet denilince, zihnimiz, toplumun bu ayrımı veya rolleri bize benimsettiği gibi "dışarıdan" gelen bir dayatma refleksine girebilir. Varsayalım toplum bize bu dişil veya eril rolleri/ davranışları yükledi. Ki bazı cinsiyete bağlanan katı beklentiler içinde olmak da doğru değil, insanların DNA'larında ve cinsiyetlerine özgü davranışları vardır. Bunu bilimsel olarak al yanaklı maymun deneyinde veya 20 seneden fazla gözlemlenmiş "Norveç-Paradoksu"nda bulabiliriz. Norveç'te 20 sene süren bir araştırmada kadınların hangi meslekleri seçtikleri belirlenmiş. Bildiğimiz gibi Norveç'te kadınlara her türlü meslek seçme hakkı hem veriliyor, hem teşvik ediliyor hem de toplumsal bir ayrıştırma bulunmuyor. Ama şaşırtıcı olan bu süreç içinde kadınların çoğunlukla "dişil" meslekler seçmiş olmaları. Yani insanlar toplumsal şartlanmayla cinsiyet rolüne zorlanmıyor, fıtrat olarak bunu seviyor ve seçiyor.

Aileler cinsiyetsizleştirme konusunda ciddi tedirginlik yaşıyor ve farkında olmadan çocuklarının kimi arayışlarını anlamlandırmak yerine onları etiketlemeyi seçiyor. Bu noktada doğru davranış biçimi nedir?

Bu sorular bir kaç cümleyle cevaplanacak kadar basit değil ama hayata geçiremeyecek kadar da zor değil. Eğer bize çocuk emanet edildiyse ona en uygun bakımı vermemizi ve ona yol göstermemizi sağlayan yeti de verilmiştir. Bizler ise bu sorumluluktan kaçma eğiliminde bulunarak bunu bir "uzmana" devretmeyi istiyoruz. Anne baba olmak okullarda öğrenilmez. Bunun tek formülü, doğrusu yoktur. Ancak bizde kaygı uyandırıyorsa, yeterince psikolojik olgunluk kazanmamışızdır demektir. Ki her şey (kitabımda bahsettiğim) çocuğun bu evreleri sağlıklı geçmesini desteklemekle başlıyor. Ebeveyn olarak kendi bireysel sorumluluğumuzu bilip, kabullenmek, olgunluğumuzu sonradan da olsa kazanmak ve hata yapmaktan korkmamalıyız. Çocuklara da çocuk olmalarına izin verebiliriz. Onlarla sağlıksız ilişki içine girmeden onları hayata hazırlayabiliriz. Çocuklar, sevgi dolu bir rehberlikle sarmalanarak hayatı tüm zorluklarıyla yasamalarına izin verildiğinde bir sonraki psikolojik evreye/ basamağa geçebiliyorlar. Bu kazanılan olgunluk, ileride yapacakları her şeyin temelini oluşturacaktır.

Çocuklarda doğru kimlik ve cinsiyet bilinci oluşturmak ve dış etkenlerin onları manipüle etmesini önlemek için ailelere nasıl görevler düşüyor?

Önce anne baba rolünü kabul etmek gerekiyor. Bir çocuk dünyaya gelince ebeveynler geçmiş hayatlarının peşinden koşmayı bırakmalıdır. Ebeveynlik sorumluluk ister evet ama atom parçalamak kadar da uzmanlık isteyen bir "meslek" değildir. Kendi farkındalığı olan bir yetişkin, kendi dengesini kurmuş bir birey, çok rahat anne baba rolüne uyum sağlayabilir. Ama kendisi daha zihinsel ve psikolojik olarak çocukluk evresinde kalmışsa, bu otorite gerektiren rolün hakkını vermekte zorlanacaktır. Çoğu ebeveyn, çocukların rehberi değil arkadaşı olmak istiyor. Böylece çocukların psikolojik olgunlaşma evreleri göz ardı ediliyor. Bu evreler kendiliğinden gelişip olgunlaşmıyor ve daha sonraki basamağa otomatik geçiş olmuyor.

EBEVEYN ÇOCUĞUNA GÜVEN VERMELİ

Cinsiyeti Terk Etme adlı kitabınızda ebeveynlik biçimlerinin çocuklar üzerindeki etkilerinden söz ediyorsunuz. Geleneksel ebeveynliği eleştirip bundan kaçanlar bugün nasıl bir noktaya geldiler?

Maalesef çok kaygılı ebeveynler oldular. Annelerin çocuklarıyla olağanüstü bir bağları var. Hatta bu bağa telepatik bile denebilir. Ancak artık iç sesimizi duyamaz olduk. Bilhassa kendini yeterince tanımayan ve buna bağlı olarak, kendi iç seslerini, sezgilerini duyamayan ve geliştiremeyen ebeveynler çok kaygılı. Çocukları için en iyisini yapmak isteyen, ama kendilerini bile ciddiye almayan, bir otorite olarak görmeyen ebeveyn, çocuğuna ne kadar güven verebilir?

Bir ebeveyn yere düşen çocuğuna "Dur yavrum, sana sarılıp sarılmamamı ilk önce bir uzmana sorayım" der mi? Elbette hayır, hemen gider kucağına alır, elini ağrıyan bölgeye koyar. Bu tamamıyla içgüdüsel bir davranıştır. Ama bunu yapmayıp veya içsel bir mesafe ile yapan ebeveynin kaygısını da, endişesini de çocuklar hisseder. Ve şöyle düşünürler; "Bu dünya emin bir yer değil ve bana bakmakla yükümlü olan kişiler bile güvende hissetmiyor. Bu dünya karanlık ve beni yutabilir."

Peki ebeveyn olma becerisi nerede kayboldu? "Ben görmedim, sen gör" , "Ben yapamadım, sen yap" gibi reflekslerle çok katı bir ebeveynlik arasında gidip geliyoruz. Oysa dengeyi oturtmak çok önemli. Kendini bilmek, kendi değerlerimizi ve doğrularımızı yaşamak çocuğumuza verebileceğimiz en güzel hediye.

Disiplin, "diciple" kelimeden türemiştir ve İngilizce "mürit - öğrenci" ye tekabül eder. Yani disiplin bizi izleyecek çocuklar yaratır, bizden korkup bizim dediğimizi bu yüzden yapanları değil. Kişi sevdiğini zaten takip eder, taklit eder. Bu sevgi-saygı dengesini / bağını kuran ebeveyn zaten izlenir. Ama biz kendimiz olmazsak, taklit kuralları benimsemişsek, bunları çocuklarımıza aşılayamayız. Ebeveynler hata yapmaktan korkmasınlar. Mükemmel olmak insanî bir vasıf değil, biz robot değiliz, çok şükür!

Ebeveynler çocuklarıyla arkadaşlık ilişkisi kurmayı onları bir birey olarak görmek şeklinde algılıyor. Arkadaşlık yaklaşımı ebeveyn çocuk ilişkisinde neleri eksiltiyor?

Sınırları doğru çizmek çocuk için güvenli bir gelişim alanı sağlar. Çocuk geliştikçe o çizilen çerçeve genişletilir. Ne az ne fazla, çocuğun psikolojik evrelerini sağlıklı geçirmesi için bu, elzemdir. Bir halterciyi düşünün, ağırlık yavaş yavaş artırılır ancak hiç ağırlık olmadan da kaslar gelişmez. Örneğin, bir yerini incitmesin diye hep kucakta taşınan çocuk yürümeyi öğrenmez. Çocukların rol model alması için anne babanın doğal bir otorite olarak onların hayatında rol oynaması gerekir. Fakat 1990'lardan bugüne artan çocuk merkezcilik, yüksek seviyede anne baba ilgisi ve çocuklarla arkadaşça ilişki kuran ebeveynler, 3 yaş civarı bir psikolojik olgunluk seviyesine sahip bir nesil yetiştirdi ve buna devam ediliyor. Çocuk bu yaklaşımdan dolayı onun için hayati önem taşıyan ilgi, destek ve rehberlikten yoksun bırakılıyor, böylece ilişkilerinde çatışma çözme gibi yaşamsal becerileri yetersiz kalıyor. Bu durum daha da büyük zararların oluşmasına sebep oluyor.

KIRGINLIKLAR ÇOCUĞA YANSITILMAMALI

Ebeveynlerin çocuk yetiştirme pratikleri özellikle boşanmış ailelerde çocukların daha çok savrulmasına yol açabiliyor. Bu tip durumlarda nelere dikkat etmek gerekir?

Genel olarak boşanmış veya boşanma evresinde olan kişilerin tekrar denge bulmaları farklı süreler alabilir. Önemli olan çocuğun bu evrede duygusal anlamda her iki ebeveyni pozitif algılayabilmesini sağlamaktır. Bu da ancak eşlerin birbirlerine olan kırgınlıklarını, problemlerini çocuk üzerinden yürütme hatasına düşmemeleriyle olabilir. Burada kritik olan durumu olduğu gibi aktarmak, ama bunları "iyi" veya "kötü" gibi değerlendirmelere tabi tutmadan aktarmaktır.

Bu evrede herkes duygusal yoksunluk çekiyor ve bu tecrübe acı verici bir hâl alıyor. Ne yazık ki bunu hissetmemek veya hissettirmemek için maddi veya manevi yara bantlarıyla yarayı zamanından önce kapatmak istiyoruz. Dolayısıyla fazla yumuşak davranarak ya da parayla bu boşluğu kapatmak için kişiler çocukları şımartmada adeta yarışıyor. Çocuklar da istediklerini elde etmek için anne babayı birbiriyle yarıştırmayı öğreniyor.

Çocuğa bütün seçimlerini yapabileceği bir özgürlük alanı açmak, sınır koymamak ve çocuk merkezli bir ebeveynlik hangi arazlara yol açıyor?

Bir çocuğu 25 katlı bir binanın çatısına çıkarıp, orada yalnız bırakmak ne kadar "sınırsız" bir manzara sunsa da, çocuğun orada korku yaşamasına sebep olur. Dolayısıyla bu tip bir ebeveynlik de çocukta içsel korkulara yol açar. Sizi, dilini bilmediğiniz bir ülkenin herhangi bir caddesinde yemek, telefon ve parasız bıraksam ne yaparsınız? Size yol gösterecek, rehberlik edecek kimse yok ve üstelik gördüğünüz bitki ve böceklerin hangisi zehirli hangisi faydalı bilmeseniz ne yaparsınız? Çaresizlik, korku, endişe ve bununla başa çıkma yollarını bilemeyen bir çocuk, bunca yoğun olumsuz duygularla baş edebilme yöntemleri nasıl geliştirebilir?

Maalesef bu tutum çocuklar için olumlu sonuç doğurmuyor. Çoğu hayatın içinde doğal olarak varolan olumsuz duyguları bastırmak için refleksif bir tutum, kendini duygusal olarak kapatmaya veya uyuşturmaya kadar gidiyor. Duygular hissedilmemek için bastırılıyor. Duygusal olarak erişilebilir olmayan bir birey, ne kadar sağlıklı ilişkiler kurabilir? Bu çocuklar elimizden kayıp gitmeye mahkûm ediliyor. Haz ve ben merkezli bir hayat süren bir kişi, toplumsal hayata ayak uydurmakta aşırı zorlanır, başkalarının sınırlarını ihlal etmeğe meyilli olur. Gazetede ve televizyonda bunun haberlerini ne yazık ki her gün okuyup izliyoruz.