Şimdi kavganın hiç sırası değil

Şu an hepimizin üzerine düşen bütün kavgalarımızı ikinci bir emre kadar rafa kaldırıp hayatı derinden sarsılan milyonlarca insanın yaralarını sarmak, onların kayıplarının yasını tutmasına izin vermek, hayata yeniden tutunmaları için yanı başlarında olduğumuzu hissettirmek.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Eminim hepimiz bu yaşananların bir kâbus olmasını ve ertesi gün hayata kaldığımız yerden huzur içinde devam etmeyi diliyoruz. Ancak asır gibi geçen bir haftada bugüne kadar karşılaşmadığımız kadar büyük bir acıyla sınandık. Bir anda on şehir 500 atom bombası gücünde bir depremle yerle bir oldu. Etkilediği alanın büyüklüğünü idrak etmekte zorlandık başlangıçta. Ama günler sonra açığa çıktı bilanço. Türkiye son yılların en büyük yıkımını yaşadı. Hava şartları öylesine zorlayıcı idi ki yardım ekipleri bölgeye ulaşmakta çok zorlandı ve geç kaldı. Yapılan büyük çaplı tatbikatlara rağmen art arta gelen iki deprem herkesin elini kolunu bağladı.

Türkiye'nin geri kalanı ekranlar aracılığıyla bu acıya tanıklık ederken sosyal medya platformları büyük bir yardımlaşma ağına dönüştü. İyilerin 'iyilik'ini pekiştiren bu yıkımda kötülük ve ahlaksızlığı iş edinmiş olanlar da acıdan nemalanma yoluna gitti. Şükür ki derinden ve sessizce akan bir iyilik ırmağı bu büyük kederden payına düşenle yaraları sarmak için gece, gündüz çabaladı.

Deprem bu coğrafyanın en temel gerçeklerinden biri. İlköğretimden itibaren 'Türkiye'nin deprem kuşağında' bulunduğunu öğrenerek yetişen bizler ne yazık ki bu gerçeklere uygun bir yaşam sürmüyoruz. Başımıza gelen bu büyük felaketin sorumlularını tek bir yerde aramak en hafif ifadeyle sorumluluktan kaçmak olur. İşyerinde yer açmak için binanın kolonlarını kesenden, görkemli, siteler inşa edilirken her aşamada denetim yapmayanına, en basit halk bilgisi olan 'ovaya, dere yatağına ev yapılmaz' ikazını görmezden gelene, yapı ve imar konusunda ihmallere göz yuman yetki sahiplerine herkesin vebali bulunan bir tablo var karşımızda. Artık ülkece Kahramanmaraş depremini bir milat olarak kabul edip kırmızı alarm durumuna geçerek aktif bir depremle mücadele planı ile güvenli şehirler inşa etmemiz gerekiyor. Bu anlamda depremden etkilenen 10 ildeki TOKİ binalarının sağlam kalması üzerine düşünülmesi gereken bir konu. Demek ki istenildiğinde depreme dayanıklı binalar yapmak da çok mümkün.

TAZİYE ADABINI NE ZAMAN UNUTTUK

Afetler gibi zor zamanlar toplumsal bellekte derin ve onulmaz yaralar açar. Ama bir yanıyla da tüm ayrımları ortadan kaldırır. Acılar ve matem kamplaşmaları ortadan kaldırarak dayanışma ruhunu açığa çıkarır. Bugün de tıpkı 1999 Gölcük Depremi'ndeki gibi tek yürek, yaraları sarmaya seferber oldu herkes. O dönem sahada bir muhabir olarak görev yaparken de her kesimden sivil toplum kuruluşunun cansiperane yardım ve dayanışma çabası içinde olduğuna şahitlik etmiştim. Böylesi büyük ve devletin tek başına en kılcal damarlara kadar hızlıca müdahalesinin çok da mümkün olamayacağı durumlarda en büyük görev sivil toplum kuruluşlarına düşüyor. Elbette birilerinin iddia ettiği gibi devletimiz bu depremde vatandaşını yalnız ve sahipsiz bırakmadı. Zaten bu kadar büyük afetlerde devlet ve sivil toplum omuz omuza vererek hızlıca duruma müdahale eder. Sivil toplumun varlık sebebi de budur. 'Hayatımda ilk defa ülkeyi bu kadar sahipsiz hissediyorum' tezviratını üretmek değildir. Kaldı ki Haluk Levent'in yönetimindeki AHBAP gerçek bir sivil toplum kuruluşu gibi davranarak devlet kurumları ile koordine halinde ilk günden bu yana depremzedelerin yardımına koştu. LÖSEV'den İsmailağa Derneği'ne, Atatürkçü Düşünce Derneği'nden Alperen Ocakları'na, İHH'dan Türkiye Diyanet Vakfı'na Türkiye'nin çok farklı ideolojik düşüncelere sahip sivil toplum kuruluşları bu anlamda büyük bir birliktelik ruhu içinde hareket etti.

Bütün bu güzelliği ve tek yürek olmanın gücünü görmezden gelenler bu acılı zamanlarda bilhassa sosyal medya üzerinden yalan haberlerle çatışma atmosferi oluşturmaya çalışıyor. Bu durum her şeyden öte kültürel olarak asla toplumumuza yakışmayan bir tavır. Zira bu ülkede bir taziye kültürü vardır. Cenaze evinde kavga, gürültü olmaz. Yakını vefat eden kişi ve kişilerin acısı paylaşılır, zor gününde yalnız olmadığı hissettirilir, sessiz ve edeplice o acıya hürmet gösterilir. Kayıp sahibinin ihtiyaçları usulca giderilir. Kimse cenaze evinin ortasında kavgaya tutuşmaz. İnsanlar birbirlerine sabır diler. Ama ülke topyekûn bir cenaze evine dönüşmüşken sosyal medyaya yansıyan çirkin çekişmeler her şeyden önce yakınları enkaz altında kalan veya sağ kurtulduğu halde bu acıyla baş etmeye çalışanlara çok büyük saygısızlık. Hâlbuki deprem sonrası sahada yaşananlar Türkiye gerçeğini görmek istemeyenlere çok ibretlik anlar sundu. Enkazda İzmir Marşı söyleyerek yerlerinin bulunması için ses veren depremzedeleri bağzı kesimlerin enkaz başında 'tekbir getiriyorlar' diye eleştirdikleri İHH ekipleri kurtardı ve depremzede beyefendi kendisini kurtaranlara 'Allah razı olsun' diye teşekkür etti. Türkiye Komünist Partisi ve Finike Ülkü Ocakları'ndan gençlerin birlikte çorba dağıtması da yine zor zamanda nasıl 'Bir' ve 'birlikte' olduğumuzun özeti görüntülerdi.

Dünyanın dört bir yanından gönderilen yardım ekiplerinin samimiyeti, Balkanlardan Azerbaycan'a gönül coğrafyamızdan herkesin yüreği titredi. Öylesine içtenlikle acımıza ortak oluyorlar ki 'Bu millet, bu ülke ne çok seviliyormuş' diyorum. Can Azerbaycan'dan deprem bölgesine yardım TIR'ı getiren bir şoför, 'Ne için geldiniz Türkiye'ye?' sorusuna 'Ömer Halis Demir'in, Nuri Paşa'nın, Kazım Karabekir babamızın borcunu getirdik. Biz buraya yardım getirmedik. Biz vatanın borcunu getirdik gardaşlar. Bir ana, babanın çocukları olarak geldik buraya.' sözleriyle gözümüzün yaşını siliyor. Tüm bunlar olurken bazıları ısrarla acıların üstünde tepinerek 'kutuplaşma' değirmenine su taşıyıp sen, ben kavgası veriyor. Oysa şu an hepimizin üzerine düşen bütün kavgalarımızı ikinci bir emre kadar rafa kaldırıp hayatı derinden sarsılan milyonlarca insanın yaralarını sarmak, onların kayıplarının yasını tutmasına izin vermek, hayata yeniden tutunmaları için yanı başlarında olduğumuzu hissettirmek.

Kültür Mantarı – GÜLCAN TEZCAN