Seyirci Âkif'ini arıyor... Bir Âkif belgeseli: Hürriyet'e Yazılan Şiir

Bugüne kadar İstiklâl şairimiz Mehmet Âkif Ersoy'un hayatını konu alan sinema filmi, dizi ve belgeseller çekildi. Son olarak Yenilmez Sanat Merkezi'nin hazırladığı Hürriyete Yazılan Şiir seyirci ile buluşmaya hazırlanıyor. Ancak ortaya çıkan işler beklentiyi karşılamaktan uzak. Hâlâ Âkif'in karakterini, mücadelesini hakkıyla perdeye aktarabilen yapımlara ihtiyaç var.

ZEYNEP TÜRKOĞLU / zeynoturkoglu@gmail.com

Kültür-Turizm Bakanlığı ve VakıfBank'ın destekleriyle Yenilmez Sanat Merkezi tarafından hazırlanan İstiklâl Marşı şairi Mehmet Âkif'in hayatının bir bölümünün anlatıldığı Hürriyet'e Yazılan Şiir belgeseli seyircisiyle buluşmaya hazırlanıyor. İlk adım Beyoğlu'nda Mehmet Âkif Ersoy Hatıra Evi'ndeki basın gösterimi oldu. Ardından film internet mecraına çıkacak. Projenin yapımcısı Ahmet Yenilmez ise günün şartları icabı, kolaylığı bakımından dijital mecraları önemsemekle beraber, belgeselin hem Türkiye'de hem de dünyada gala programları ile seyirciye ulaşmasını istiyor ve planlıyor.

Yukarıdaki paragraf, olan şeyin haberi idi. Bunu hallettiğimize göre yazı aratmayan bahar gününde İstiklâl Caddesi kalabalığını enine yararak önüne vardığım Mehmet Âkif Ersoy Hatıra Evi'ndeki bir saati paylaşayım.

İşin yapımcı gömleğini giyen oyuncu Ahmet Yenilmez merdiven başında misafirlerini karşılıyor. Coşkulu, duygulu. Aslında işiyle ilgili tutkusu daima yüksek, ama Mehmet Âkif Ersoy olduğunda bu daha fazla böyle. Önceki karşılaşmalarımızdan da biliyorum. Bu kez yanında bir de oğullarından ve belgeselin yönetmen-senaristlerinden Satuk Buğra Yenilmez var. Ev sahipleri ve davetlilerle kısa bir hoşbeş. Sohbeti genişletmeye meyledecekken duruyoruz. Önce belgeselin 20 dakikalık ön gösterimini seyretmek daha mantıklı. Yüzümüz perdeye dönük. Bu defa oyuncu Orhan Kılıç suretinde bir Âkif var karşımızda. Evet, bir belgesel, ama aynı zamanda drama ile desteklenmiş. Bugüne kadar Türkiye'de gösterilmemiş, İngiltere'den elde edilmiş arşiv görüntüleri, uzman anlatım ve yorumları da tarihi karakterlerin canlandırmaları ile harmanlanıyor. Zaten gösterim sonrası soruları cevaplayan yönetmen Yenilmez kardeşlerden Satuk Buğra da bunu vurguluyor söz arasında:

"Artık dikkatlerin çabuk dağılmasından dolayı özellikle sosyal medya ve dijital platformlar yeni bir belgesel türü ortaya çıkardı. Bu çok hızlı, aksiyonel, müziğiyle insanı ekrana kilitleyen bir tarz. Böyle yapmak istedik. Anlattığımızı ortaokul çağındakiler de altmış yaşındakiler de görsün, ilgiyle seyretsin istiyoruz. Çünkü bir yanılgımız var. Özellikle işi bu olan, ilgisi olan kimseler olarak insanlar tarihi olaylara vâkıf, çok şey biliniyor zannediyoruz. Hâlbuki büyük boşluklar var. Temel bilgileri tamamen belgelere dayandırarak iş çıkartalım dedik."

Hürriyete Yazılan Şiir, Âkif'in hayat örgüsünün 1908'den 1936'ya, vefatına kadarki ilmeklerinden dokunmuş. Yani içinde II. Abdülhamit'in tahttaki son yılı, İttihat Ve Terakki dönemi, I. Dünya Savaşı içindeki Osmanlı, elbette buradaki Çanakkale, bunu takiben Millî Mücadele, İstanbul-Ankara, taht-Birinci Meclis, Devlet-i Âliyye ve Türkiye Cumhuriyeti var. Ve devamında duvarına tuğla koyduğu, imzasını milletine ve devletine İstiklâl Marşı sunarak attığı vatanından "cüdâ" kalarak geçirdiği Mısır yılları... Satuk Buğra Yenilmez çok doğru söylüyor; yirmi dakikaya sığdırılan özete bakınca yıllardır içimde biriken bilgiyi hatırladım, duyguyu hissettim ama noksanları da fark ettim. Evet, izlenmesi gerekiyor. Hem seyir zevkiyle. Hem de seyrederken dura dura, bahsedilen konu ve belgelerin belki farklı kaynaklardan da karşılaştırmalarıyla, araştırarak, yeniden, yeniden ve yeniden.

"Peki neden Âkif'in belgeselini yapmak?" demedim. Az önce coşkusundan söz ettiğim belgeselin yapımcısı Ahmet Yenilmez anlatmaya başlamıştı çünkü. Öncelikle hatırlatalım, tazeleyelim; Ahmet Yenilmez uzun yıllar boyunca Mehmet Âkif Ersoy'u tiyatro sahnesinde oynayarak, yüz yıl sonra İstanbul'da ve Anadolu'da temsili olarak dolaştırdı. Yeni bir mecra ve proje için bu ismi düşünmesi, evvelki işlerini bilenler için sürpriz değil. Öte yandan motivasyonunu anlatan iki anekdotu paylaştı Yenilmez;

"1996 yılında Muammer Karaca Tiyatrosu Müdürü oldum. Buraya çok yakındır. Merhumun bu binada vefat ettiğini biliyordum. Bina yönetiminden randevu talep edip geldim. O tarihlerde Âkif'in İstanbul'a döndükten sonra burada yaşayıp vefat ettiğine dâir bir ibare de bulunmuyordu kapıda. Bu ziyaretten bir iki ay sonra Almanya'ya gittim. Bir pazar sabahı. Bahçesi çocuk cıvıltısıyla dolu bir bina. Bir de önünde Goethe heykeli. Büyük şair. Herhalde doğduğu ya da öldüğü yer olmalı, değil mi? O kadar ziyaretçi! Çocuklar getirilmiş. Üstelik Goethe'nin hayatını anlatan bir çizgi film de seyrettiriliyor çocuklara. Meğer doğduğu, öldüğü veya bir dönem yaşadığı yer değilmiş. Sadece bir sefer kahve içtiği rivayet ediliyormuş. Buna rağmen büyük şâirin anısına o mekân hâlâ ziyaret ediliyor, çocuklara öğretiliyor, sevdiriliyor. İşte iki dünya savaşı yaşayan Almanya'nın gerçek gücünün nereden geldiğini anlıyorsunuz o an. Ve bizim dünyada benzersiz şâirimizin yaşayıp vefat ettiği binanın girişinde bir tabela bile yok. Safahat oyunumu bunun için 11yıl boyunca Türkiye'nin her yerine giderek sahneledim. Oyun sonunda videolar çektik, imza kampanyaları düzenledik, buranın müze olması için. Cumhurbaşkanımız sağ olsunlar bu ses kulak verdiler ve burayı Mehmet Âkif Ersoy Müzesi yaptılar. Bu arada senarist ve yönetmen olan iki oğlum da benden habersiz az önce seyrettiğiniz belgeselin projesini çalışmışlar. Çünkü bizim evimizde de, atölyemizde de hep Âkif konuşulur. Burada, 42 yılımı verdiğim meslek hayatımda bunu Allah bana gösterdiğinden dolayı ve buna evlatlarımın vesile olmasından dolayı hamd ediyorum."

Yirmi dakikalık özetini seyrettiğim belgesel, tamamını görme isteğini uyandırdı. 108 dakikalık bütün, tek seferde mi yoksa parçalı olarak mı yayınlanır, bu henüz netleşmemiş ama Yenilmez Sanat Youtube'ta tanıtımı paylaşmaya başladı.

Bense hem seyir, hem de sohbet esnasında daha evvel perdeye yansıyan Âkif'leri, Âkif hikâyelerini düşündüm. Bazen müstakilen onu anlatan, merkeze alan, bazen dönem hikâyelerinde yan karakter olarak kurgulandığı yerlerde rastladık ona. Şüphesiz daha fazla anlatılmayı hak eder. Hatta Âkif'i hikâyesi, şahsiyeti, eserleri ve etkisi ile biz, daha fazla görmeliyiz, zira bundan istifade zaten bize düşer. Sanatı ve hitabının gücü ile kuruluşunda yer ve sorumluluk aldığı devletin erken dönemlerinde tek duasından ve vatanından ayrı kalmış, ömrünün son dönemini sürgün gibi ayrılıkta yaşamış, son aylarında hastalıkla pençeleşirken memleketine dönmüş, cenazesine gidenler o günün iktidarınca fişlenmiş, tabutu milletin çıplak ellerinde taşınarak istirahata yollanmış, yani herkesin kendi mizaç ve ahlakına uygunlukla vedalaşılmış bir milli şair. Bütün bunlar bizi ona duygusallıkla da yaklaştırıyor şüphesiz. Gösterilmeyen vefayı ikmal telaşı belki biraz da. Bu da bazen aramızdaki görme mesafesini tamamen kapatıyor. İster belgesel, ister drama, ister bunları birleştiren türler olsun, kendini her seferinde baştan üretecek bir zenginlik, bir kaynak var burada. Emeği geçenlerin hünerlerine sağlık. Dahasını mümkün kılmak için beklentimi yükseltiyorum. Dahası olsun, çünkü hâlâ "Âkif"imi arıyorum.