Sanattan anlayan ‘sol'un yeni icraatı

''Kültür sanat bizim, yani solda olanların işi'' diyen Zülfü Livaneli'nin övdüğü İBB Başkanı İmamoğlu ekibi bir sanat kurumunun içini boşaltıyor. Geleneksel Türk tiyatrosu merkezli eğitimler verilen ve Türk tiyatrosunda bir kuram oluşturmak amacıyla kurulan Gösteri Sanatları Atölyesi'ndeki dramaturglar ve oyuncular işten çıkarılıyor.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Ekrem İmamoğlu yönetimindeki İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kültür-sanat alanındaki bilirkişisi Zülfü Livaneli ''Kültür sanat bizim, yani solda olanların işi'' demişti geçtiğimiz aylarda bir etkinlikte yaptığı konuşmada. Sanat sağın mı solun mu, ortanın mı apayrı bir tartışma konusu. Ama sanat solun işi deyip kendi ideolojilerinden olmayan sanatçıları yok saymak da ancak bu kibrin sahibine yakışır.

Nasıl mı? İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü'ne bağlı olarak kurulan Gösteri Sanatları Atölyesi'nin yapısal olarak varlığından rahatsız olan İmamoğlu yönetimi önce birime bağlı sanatçıları başka yerlerde görevlendirdi. Bir sanat kurumunun içini boşaltmak, kuruluş amacını yok sayıp aylarca mahalle aralarında çocuk şenliği yaptırmak sanattan anlamaksa söylenebilecek çok bir şey yok. Son olarak Atölye'ye bağlı çalışan dramaturg ve oyunculardan oluşan 10 kişinin de işten çıkarılacağı, tebliğin sanatçılara ulaştığı bilgisi geldi.

GELENEĞE YASLANAN BİR TİYATRO İÇİN KURULDU

Bilmeyenler için hatırlatalım; tiyatroda yeni bir üslup oluşturmak için kurulan ve bünyesinde kostüm, dekor atölyelerinin yanı sıra, makyaj, kurgu ve seslendirme için alanlar da bulunan İBB Gösteri Sanatları Atölyesi, 2014 yılında hem okullu hem de alaylı eğitmenler, oyuncular, yazarlar, müzisyenler ve teknik ekipten oluşan yapısıyla Türk tiyatrosundaki farklı tarzlar üzerinde çalışmalar yapmak üzere kuruldu.

Geleneksel Türk tiyatrosu merkezli eğitimler verilen GSA kimi çevreler tarafından ısrarla sıradan bir tiyatro okulu gibi algılansa da Türk tiyatrosunda bir kuram oluşturmayı amaçlıyordu.

Şehir Tiyatroları varken böyle bir birime ihtiyaç duyulmasının nedeni tam da bu idi. ŞT'de tarihi boyunca neredeyse hiçbir zaman -kısa süreli çabalar hariç- yerli, milli ve kimlikli bir sanat anlayışına yer verilmemişti. Zengin bir birikime sahip Türk tiyatro geleneğine yaslanarak yeni bir dil üretmek elbette büyük bir iddia ve bu projeyi hayata geçiren rahmetli Kadir Topbaş'ın niyeti esasen GSA'yı zaman içinde bir konservatuvara dönüştürmekti. Ancak ne yazık ki projenin önemi ve değeri bir türlü anlaşılamadı.

Üstelik GSA, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın İBB Başkanı iken kurduğu Gösteri Sanatları Merkezi (GSM)'nin devamı niteliğinde bir oluşumdu. GSM, son dönemlerinde FETÖ'nün sanat alanındaki uzantılarının yuvalandığı bir yer haline gelip kuruluş beklentilerinden uzaklaştığından GSM kapatılarak Gösteri Sanatları Atölyesi faaliyete geçirilmişti.

Gelinen noktada böyle kapsamlı bir projeyi anlamadığı gibi devam ettirmek de istemeyen İmamoğlu yönetimi, birimi tamamen kapatmak yerine personelin işine son vermeyi tercih etti. Tahminim GSA'ya da muhtemelen PKK'nın dağ kadrosundan gençler yerleştirilir ve dağlara izmarit atmayan teröristlerin sevgi dolu hikâyelerini anlatan oyunlar sahnelemeye başlarlar yakın zamanda. Kimbilir belki Selahattin Demirtaş'ın sevgi dolu, sıcacık hikâyeleri bile oyunlaştırılıp sahnelenebilir!

İYİ Kİ VARSIN EREN

Trabzon Maçka'da teröristlerin kurduğu pusuda şehit olan Eren Bülbül ve Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik'in yaşam öyküsünü anlatan TRT ortak yapımı "Kesişme; İyi ki Varsın Eren" filmi geçen hafta gösterime girdi. Vizyona girdiği bir buçuk gün içerisinde 190 bin 387 kişiye ulaşan film bu konulardan uzak duran sinemacılara da önemli bir şey söylüyor.

Ne demek istiyorum? Kırk yılı aşkın zamandır PKK terörü sebebiyle ağır bedeller ödeyen bir ülkede yaşıyoruz. Verilen yüzlerce şehit, sivillere yönelik saldırılar, bebekleri bile hedef alan gözü dönmüş bir silahlı örgütün yol açtığı korkunç yıkımlar sinema perdesine neredeyse hiç yansımıyor. Kimi sinemacılar 'İnsanlar perdede bu tür acıları görmek istemez.' şeklinde bir ezbere inansa da ben tam tersinin olacağına inanıyorum.

Ha, meseleye tek taraflı bakanların ürettiği bir 'Kürt sineması' var elbette. Ancak PKK terörünün yol açtığı acıları, travmaları anlatan film sayısı veremiyorum. Kesişme: İyi ki Varsın Eren bu anlamda belki de bir ilk film. Varsın başrol oyuncusu İsmail Hacıoğlu PKK'nın adını zikretmesin filmin hikâyesini anlatırken. Onu da mahalle baskısı hanesine yazarız. Ama PKK'nın şehit ettiği Eren Bülbül ve Astsubay Kıdemli Başçavuş Ferhat Gedik'in bu anlamda bir başlangıç olmasını can-ı gönülden isterim. Hazırlıkları devam eden Diyarbakır Anneleri'ni konu alan film gibi nice yapımlar bu derin yaramızın sarılmasında çok büyük rol oynayacak eminim. PKK'nın katlettiği Bedirhan bebeğin, Aybüke ve Necmettin öğretmenin hikâyelerini de görebiliriz inşallah sinema perdesinde. Ama tabi ki ortaya konulacak işin bir sinema filmi olduğu, hikâyenin mutlaka iyi bir senaryo ile örülmesi gerektiği unutulmadan...