ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr
Bu hafta Pera Müzesi'nin yeni sergisi Yüzleşme'yi gezdim. Sergi, Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi öğrenci ve mezunlarının yapıtlarını bir araya getirirken hem fakültenin 25 yıllık üretiminden disiplinler ötesi bir yaklaşımla örnekler sunuyor hem de doğa-kent ve birey-toplum arasındaki ilişkileri tartışmaya açıyor. Sergi aynı zamanda izleyiciye dünyayla yüzleşme ve onu alışılmadık açılardan yeniden keşfetme imkânı tanıyor. Ben de gezimin ardından serginin küratörü Yeditepe Üniversitesi, Sanat ve Kültür Yönetimi Bölümü Başkanı Prof. Dr. Marcus Graf ile serginin yanı sıra Türkiye sanat ortamından, sanat eğitimi anlayışına keyifli ve verimli bir söyleşi gerçekleştirdik...
GEÇMİŞİMİZLE VE İŞİMİZLE YÜZLEŞMEK İSTEDİK
Tam olarak ne ile yüzleşme var bu sergide?
Aslında ilk bakışta burayı bir mezuniyet ya da öğrenci sergisi olarak değerlendirebilirsiniz. Ama biz bu sergide bunun ötesine geçmek istedik. Sadece bir mezuniyet ya da öğrenci sergisinden ziyade hem bizim için hem de sanat ortamı için faydalı bir sergi yapmak istedik ve bu nedenle yüzleşme kavramı ortaya çıktı. O da şöyle oldu: Biz işleri seçerken ve kavramsal çerçevesini düşünürken, dekanımız sevgili Gülveli Kaya, yüzleşme kavramını ortaya attı ve hepimiz tutulduk. Tam istediğimiz buydu. Ve biz bu sergide 3 farklı kavram ile yüzleşiyoruz. Birincisi çok net bir şekilde biz kendi işlerimizle yüzleşiyoruz. Yani hocalığımızla, kendi geçmişimizle, işimizle yüzleşmek... Biz ne yapıyoruz? Şimdiye kadar ne yaptık ve işe yaradı mı? Kimler geldi, kimler geçti? Bunun sonucunda da sadece Yeditepe için geçerli değil, Türkiye'deki sanat eğitim ortamıyla da yüzleşiyoruz. Çünkü sorunlar var. Bu ilkiydi. İkincisi ise çağdaş sanat veya genç sanat ve tasarım ile de yüzleşmek istedik. Bu sergi şu anki güncel sanat ve kültür ortamını da yansıtıyor. Dolayısıyla sanat ve kültürün çağdaşlığıyla da yüzleşiyoruz. Üçüncü yüzleşme ise dünya ile. Çağdaş sanatın en önemli misyonlarından biri de budur.
ÖNCE ESKİ NORMALLE YÜZLEŞMEMİZ GEREKİYOR
Gündemden beslenen güncel bir sergi mi?
Kavrama ve konulara baktığınızda çok güncel bir sergi. Örneğin şu an yeni normal yaratılıyor. Ama bizim önce eski normalle yüzleşmemiz gerekiyor. Ancak bunun üzerinden yeni bir normal yaratılabilir diye düşünüyorum. Aynı zamanda güncel eğitim tartışmaları için de önemli. Biz bu sergide şunu savunuyoruz: Çağdaş sanat ve kültür iç içe. İş dünyamızda da öyle. Çoğulcu bir ortamdan bahsediyoruz. Ama Türkiye'de klasik sanat eğitimi hala çok kalıplaşmış durumda. Resim, resimdir, heykel heykeldir. Bizim anlayışımız ise bunu kırdı. Bu sergide farklı bölümlerden sanatçılar iç içe geçmiş durumda. Klasik bir öğrenci sergisinde genellikle bölümler ayrılır. Bu ne sanatı ne de bizim anlayışımızı yansıtmıyor. Çok sıkıcı ayrıca. Bu açıdan da güncel bir sergi. Daha çağdaş bir kültür sanat eğitimi yapılabilir diyor bu sergi ve sonuçlarını da Yüzleşme'de görebiliyorsunuz.
SANAT ÖZGÜN VE ÖZGÜR OLMALI
Peki, sizce sanat ve sanatçı toplumdan ve toplumsallıktan beslenmeli midir? Beslenmek zorunda mıdır?
Bence zaten otomatik olarak besleniyor. Çünkü sanatçı toplumun bir parçasıdır. 19. yüzyıldan itibaren sanat dünyamız ikiye bölünüyor. Sanat sanat için midir? Sanat toplum için midir, şeklinde. Ama baktığınızda en özerk çalışan, sanat sanat içindir bayrağını taşıyan sanatçı bile tamamen toplumdan kopamaz ki. Çünkü o da bir insan. Onun da çocukları var, onun da kirası, vergisi var. Kaldı ki o da sanat piyasası için de yer alıyorsa zaten bitmiştir. Bence sanat serbest olmalı, dolayısıyla olmalı mı olmamalı mevzuundan ziyade bırakın sanatçı istediğini yapsın. Böyle olmalı. Herkes bir kalıba girmek zorunda değil. Örneğin Batı'da artık böyle bir tartışma yok. Sanat özgün ve özgür olmalı.
SANAT NİTELİĞİ AÇISINDAN TÜRKİYE İLE BATI ARASINDA BİR FARK YOK
Türkiye'deki sanat ortamıyla Almanya'daki sanat ortamını nasıl karşılaştırabiliriz?
Sanat üretimi ve sanat ortamı açısından karşılaştırabiliriz. Çünkü günümüzde Türkiye'deki bir sanatçı, en az bir Alman sanatçı kadar güçlü ve yetenekli. Sanat üretim açısından Türkiye ya da Almanya sanatçıları arasında bir fark yok. Türkiye'de belki bir gecikme yaşandı ama 1990'dan itibaren batı ile doğu veya Türkiye ile Almanya arasında hakikaten bir fark yok. Bundan dolayı birçok Türk sanatçımızın eserlerini yurtdışındaki müzelerde görebilirsiniz. Fakat bizim sayımız daha düşük. Nitelik açısından asla bir fark yok. Hatta buradaki zor ve kısıtlı ortamdan daha güçlü sanatçılar çıkabilir.
SANATÇILAR KISITLI İMKÂNLARDA DAHA YARATICI OLURLAR
Öte yandan çağdaş sanatçı olmak bütün ülkeler de zor. Bir sanat ortamında sanatçıların ancak yüzde 5'i sanat yaparak hayatta kalıyor veya geçimini sağlıyor. Bence Türkiye'de bu rakam daha düşük. Türkiye'de fonlama, koleksiyonerlik ve sanat piyasası daha kısıtlı. Ama özellikle İstanbul'da şunu hissediyorum: Kısıtlı imkanlarda sanatçılar daha yaratıcı oluyorlar. Hem konu açısından çok yaratıcı oluyorlar hem de farklı bir şey üretme çabasında oluyorlar. Çünkü yaratıcılık dediğimiz bir sorun çözme yöntemi. Eğer sen de her şey mevcutsa zaten yaratıcı olmak zorunda değilsin. Ama bir şey eksikse onun yerine başka bir şey koyman gerekiyor. Ve yaratıcılık burada başlıyor. Bu nedenle Türkiye'de yaratıcılık konusunda güçlü sanatçılar var. Dolayısıyla üretim açısından çok büyük bir sorunumuz yok, her şeye rağmen. Ama sanat ortamını maalesef Almanya ile karşılaştıramayız. Sanatçı bireysel çabası ve medya araçları sayesinde bütün dünyaya vakıf olabilir. Ama bir kültürü veya ortamı değiştirmek eğitim gibi çok daha zor ve zaman alan bir şey. Şunu demek istiyorum, Almanya gelişmiş olan bir ülke. Türkiye ise gelişmekte olan bir ülke. Gelişmiş bir ülkenin genellikle gelişmiş bir sanat ortamı, eğitimi, ekonomisi ve basını var. Gelişmekte olan sanat ortamı da gelişme aşamasındadır. Eğitim, sanat piyasası, müzecilik, galericilik bütün bu kavramlar aslında 2000'den sonra gelişmeye ve kurumsallaşmaya başladı Türkiye'de. Ama Avrupa'da veya dünyada tam tersi, daha erken. Bu nedenle Türkiye bir gecikme yaşamış durumda.
ÖDEV ANLAYIŞI TAM BİR FELAKET
Ayrıca Türkiye'de sanat akademisi yok. Bakın bu çok önemli. 1980'e kadar burada da akademi vardı. Ama sonra hepsi üniversiteye bağlandı. Ayrıca bu kredi sistemi, ödev anlayışı tam bir felaket. Mühendis ile güzel sanatlar fakültesinde okuyan öğrenciler aynı sistem içinde ilerlememeli. Böyle bir şey yurtdışında yok. Artı Türkiye'de GSF bölümleri çok kısıtlı. Örneğin video sanatı, performans, enstalasyon yok. Öte yandan üniversitedeki eğitmenlerin/hocaların ALES, YÖKDİL, YDS vb. gibi sınavlardan ziyade sanatta yeterliliği konusu araştırılmalı. Alımlarda o kişinin sanat üretimine ve sanatçılığına bakılmalı. Hocalıkta memurluk sisteminden çıkılmalı. Öğrenciler üniversite tercih ederken hocaların CV'lerine baksınlar. Bu nedenle sanat ortamı açısından çok daha fazla çalışmamız ve çağdaşlaşmamız gerekiyor.