Sanat ve doğanın iç içe geçtiği bir hayat: Aylin Hanım'ın Çiftliği

Eğitimci ve icracı olarak Türk Sanat Müziğinin yeni nesillere aktarılması, sevdirilmesi için önemli projelere imza atan Aylin Şengün Taşçı, Kırklareli'nin Koruköy bölgesinde, doğayla iç içe bir yaşam kurdu. ''Büyük şehrin alıştığımız koşturmacasından yorulmak üzereyken, sadece kendimizle ve hayvanlarımızla, doğayla baş başa kaldığımız bir atmosfere geçiyor, orada dinleniyor ve tekrar koşturmaya geri dönüyoruz.'' diyen Taşçı ile çiftlik hayatını, Kurban Bayramı'nı ve Türk Sanat Müziği'ni konuştuk.

GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com

Türk Sanat Müziği'nin sevilen sanatçılarından Aylin Şengün Taşçı, son yıllarda kurduğu çiftlikle dikkat çekiyor. Kırklareli'nin Koruköy bölgesinde, doğayla iç içe bir yaşam kuran Taşçı, pandemi döneminde başladıkları bu yolculuğu, küçük ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğiyle zenginleştiriyor. Çiftlikteki üretim faaliyetlerinden İstanbul'daki sanat hayatına kadar birçok konuda samimi açıklamalarda bulunan ünlü sanatçı, şehir ve doğal hayat arasındaki dengeyi nasıl kurduklarını, çiftlik yaşamının zorluklarını ve güzelliklerini anlattı.

Sizi uzun yıllardır Türk Sanat Müziği sanatçısı olarak tanıyoruz ama son dönemlerde kurduğunuz çiftlikle de doğal hayatla iç içesiniz. Bize biraz Aylin Hanımın Çiftliği'nden söz eder misiniz? Merak mı, hobi mi yoksa yeni bir yaşam tarzı mı bu?

Aylin Hanımın Çiftliği'ni üç yıl önce eşimle birlikte Kırklareli'ne bağlı Koruköy'de kurduk. Bulgaristan sınırına yirmi kilometre uzaklıkta, Istranca dağlarının eteklerinde, yemyeşil, ferah, geniş bir arazi üzerinde. Pandemi sürecinde kendimize alternatif bir hayat kurma arzusuna kapılınca, Trakya bölgesinde bir arayışa girmiştik. Çok gezdik. Hem gönlümüze, hem bütçemize uygun bir yer aradık. Çiftliğimizin yerini gördüğümüz an, eşim de ben de bizim için doğru olan yeri bulduğumuz duygusunu yaşadık ve satın alıp yavaş yavaş şekillendirmeye başladık. Burası bizim için hem ruhumuzu dinlendirdiğimiz yer, hem de bir üretim ortamı. Önce küçükbaş hayvan yetiştirmeye niyetlendik. Beş yüz, yedi yüz derken kısa zamanda binden fazla koyun beslediğimiz bir çiftlik ortaya çıktı. Bu yılın başında koyunlarımızın bir bölümünü keçiye çevirdik ve aynı zamanda büyükbaş hayvan yetiştirmeye başladık. Şu anda yetmişe yakın Holstein cinsi ineğimiz var. Süt üretimi yapıyoruz. Sütümüz ve sütümüzden üretilen peynirler çok kaliteli. Ayrıca sucuk üretimi yapmaya başladık. Henüz üç yaşındayız ve aklımıza gelen her çiftlik ürününü deneyerek, büyümeye gayret ediyoruz. Tavuklarımızın sayısını arttırıyoruz. Yumurtalarımız var. Kazlarımız var ama onlar şu anda sadece çiftliğe güzellik katmak için ortada dolaşıyorlar. Bulunduğumuz yer tamamen bakir bir ortam. Düzorman ve Koruköy arasındaki tek işletme bizim çiftliğimiz.

Büyükşehirden doğal hayata kaçış bir trend halini aldı ama sizin bir ayağınız da İstanbul'da sanırım. Nasıl bir denge kurdunuz şehir ve çiftlik arasında?

Kırklareli İstanbul'a çok yakın aslında. Beşiktaş'taki evimizden çıktıktan iki saat sonra çiftliğimizdeyiz. Bu da bizim yaşantımızı iki farklı boyutta sürdürmemize yardımcı oldu. Çocuklarımızın okul hayatı ve İstanbul'da kurduğumuz düzenimiz devam ettiği için sadece çiftlikte yaşayacağımız bir yapı kurmamız en azından birkaç yıl daha mümkün görünmüyor. Bu nedenle bir haftayı ikiye böldük. Perşembe öğleden sonra Kırklareli'ne gidiyor, Pazar akşamüzeri İstanbul'a dönüyoruz. Bu farklılık bizi adeta yeniliyor. Büyük şehrin alıştığımız koşturmacasından yorulmak üzereyken, sadece kendimizle ve hayvanlarımızla, doğayla baş başa kaldığımız bir atmosfere geçiyor, orada dinleniyor ve tekrar koşturmaya geri dönüyoruz. Bu süreçte çiftliğimizi geliştirmeye, büyütmeye gayret ediyoruz.

Büyük ve küçükbaş hayvan üretimi yapıyorsunuz. Çiftlikte zaman nasıl geçiyor? Hayvanlarla birebir ilgileniyor musunuz? Zor ve kolay yanları neler? Instagram'daki keyifli fotoların arka planında neler yaşanıyor mesela?

Çiftlikte zaman, aslında olması gerektiği gibi, şehre göre daha yavaş geçiyor. Yapılacak mecburi işlerin tümü kısa bir sürede bitiyor. Sonraki zaman bize ait. Hayvanlara bakan, hayatımızı paylaşan, bizimle çalışan dostlarımız var. Ben de elbette ağıldaki ineklerle, koyunlarla, keçilerle, kümesteki tavuklarla, kazlarla, yanı başımızdaki kedi ve köpeklerimizle yakından ilgileniyorum. Hayat çiftlikte çok erken başlıyor. Elbette zor yanları da çok. Yeni bir düzen oturtmaya çalışıyoruz. Köy hayatının güçlüklerine uyum sağlamaya çalışıyoruz. Gün geliyor traktörde bir sorun çıkıyor, elektrik uzun süre kesiliyor, süt sağım makinesi arıza yapıyor, bir inek hastalanıyor, ot balyaları içinden çürük çıkıyor, yonca bittiğinde hemen bulamayabiliyoruz, sezon başlayınca ot, saman stokları yapmak için zor zamanlar geçiriyoruz, yükselen yem fiyatları ve maliyetlerle mücadele ediyoruz, kışın soğuk günlerinde ağılda zaman geçirmek zor oluyor. Kısacası bir peri masalı değil bizimki. Doğayı yakından tanıyarak, özümüze dönmeye çalışırken, hem doğadaki zorluklarla hem de henüz oturmamış bir sistemle mücadele etmek zorundayız. Ama her geçen gün, bir öncekine göre daha iyi oluyor. Bu da şükrümüzü arttırıyor.

Her kurban bayramı tekrarlanan bir tartışma var. Bu ibadeti bir hayvan katliamı olarak görenler mevcut. Bir yandan çiftlikle ilgilenen biri olarak Kurban Bayramı sizin anlam dünyanızda, yaşantınızda nasıl bir yerde duruyor?

Çiftlik hayatını yaşamaya başlamış olmam, kurban kesmekle ile ilgili fikrimde herhangi bir değişikliğe yol açmadı. Bir Müslüman olarak bu konudaki fikrim net. Kurban kesmeyi hayvan katliamı olarak görmüyorum. Kurban kesmek Allah'a yakınlaşmak ve O'nun rızasını kazanmak için yapılan bir ibadet. Hz. Peygamber'in sünneti. Elbette kurban kesiminin hayvanlara eziyet etmeden, İslamî kurallara uygun şekilde yapılması esastır. Hayvanın sağlıklı ve belli bir yaşta olması, kesimin hijyenik koşullarda yapılması gereklidir. Bu mantıkta kurban kesmenin, hayvan katliamı olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Çünkü bu ibadet belirli kurallar ve merhamet çerçevesinde gerçekleştirilir. Ayrıca kurban etinin ihtiyaç sahiplerine dağıtılması, toplumda yardımlaşma ve dayanışmayı arttırır. Hayvanlar yaratılış amaçları gereği insanlara hizmet etmek ve onların ihtiyaçlarını karşılamak üzere yaratılmışlardır. Dinimiz hayvanlara eziyet edilmesini yasaklar ve onların haklarına uyulmasını emreder. Kurban kesimini bu çerçevede değerlendirmek lâzım.

Sizin Kurban bayramınız nasıl geçiyor? Aile olarak belli gelenekleriniz, ritüelleriniz var mı bayrama özgü?

Dini bayramları genellikle ailece bir arada geçirmeye gayret ediyoruz. Bu bayramda inşallah çocuklarımız ve sevdiklerimizle birlikte çiftliğimizde olacağız. Babamı çok uzun yıllar önce kaybettik. Kayınpederim geçen ay Hakk'ın rahmetine kavuştu. Kayınvalidem de kaybettiklerimiz arasında. Allah uzun ömürler versin annem, yaz aylarını Alanya'da geçiriyor. Yani büyüklerimizden uzağız ama çekirdek aile olarak geleneklerimizi yaşamaya, bayram neşesini dostlarımızla paylaşmaya gayret ediyoruz. Bu yıl da inşallah kurbanlarımızı kesip, tatlılarımızı hazırlayıp dostlarımızla bir arada gönüllerimizi kaynaştırmayı bekliyoruz.

Son dönemlerde müzikal anlamda özel projelere imza atıyorsunuz. İstanbul Üniversitesi ile Gazze'deki katliama tepki amaçlı bir konseriniz oldu. Nasıl ortaya çıktı o proje? Nasıl bir etkisi ve geri dönüşler oldu?

Üç yıl önce Kültür ve Turizm Bakanlığındaki sanatçı kadrosundan ayrılarak İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarında Doçent kadrosuna öğretim üyesi olarak geçtim. Eğitim sürecini yaşamayı çok seviyorum. Öğrencilerimle birlikte bu öğretim yılında da çok güzel çalışmalar yaptık. Yılsonu konserimizi hazırlarken Neva klasik takım ile başlayan ve Kürdilihicazkâr makamında bir fasılla sonlanan repertuarımıza farklı bir anlam katmak amacıyla özel bir çalışma yaptık. Gazze'de yaşanan katliam, toplumumuzun her kesiminde olduğu gibi öğrencilerimi ve beni de derinden etkiliyor tabii ki. Sanatın duyguları ifade etmekteki gücünü ve duygu paylaşımıyla birlikte daha geniş kitlelere ulaşma yeteneğini göz önüne alarak, Filistin ve Gazze üzerine iki eser hazırladık. Eserlerden birinin bestesini öğrencim İsmail Hakkı Ramazanoğlu babasının sözleri üzerine yazdı. Diğer eseri benim yazdığım sözler üzerine öğrencim ve aynı zamanda Türk müziği camiasının çok başarılı çello sanatçısı olan Murat Süngü besteledi. Konserin bitiminde bu iki eserle izleyicilerimize veda ettik. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Bülent Zülfikar'ın katılımıyla gerçekleşen konserimizde bu iki eser çok önemli bir duygu aktarımı sağladı. Basında çok ses getirdi. İzleyenler konserin özellikle bu bölümünü hafızalarında sakladılar. Biz de kendi adımıza Gazze'deki katliamları durdurmak için elimizden hiçbir şey gelemese de, düşünce ve duygularımızı sanatımızla ifade ederek kendi çevremizde bir farkındalık oluşturmanın en azından huzurunu yaşamış olduk.

MÜZİK MİRASININ BİLİNCİNDE GENÇLER YETİŞTİRMELİYİZ

Bir yandan eğitimi bir yandan da Türk müziği icrası ile ilgili çalışmalar yürütüyorsunuz. Sosyal medyada da aktif bir şekilde bilgilendirici videolar paylaşıyorsunuz. Klasik Türk Müziği sizce bugün ne durumda? Özellikle yeni nesillerle buluşturulması için ne tür çalışmalara ihtiyaç var?

Bu dönem İstanbul Üniversitesindeki öğretim üyeliğimin yanı sıra üç yıl önce ayrıldığım Kültür ve Turizm Bakanlığında projeler üretmek için yeniden görevlendirildim. İnşallah önümüzdeki aylarda gençleri ve Kültür Bakanlığı bünyesindeki sanatçıları bir araya getirecek çalışmaları, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü bünyesinde, Genel Müdürümüz Ömer Faruk Belviranlı'nın desteğiyle gerçekleştirmek arzusundayım.

Yakın zamanlarda yapmayı planladığınız ya da hazırlığını yaptığınız yeni projeler var mı?

Klasik Türk müziği çok uzun yıllara dayalı bir miras. Bin yıldan daha uzun bir geçmişe sahip. Zaman sanatın her türünde olduğu gibi müziğimizde de değişimler meydana getirerek farklı formlar halinde günümüze gelmesini sağlamış durumda. Müzik zaman içinde önce klasik, sonra neoklasik, modern gibi ifadelerle belirtildiği gibi farklı şekillerde tezahür ediyor. Toplumların yaşam tarzına ve sanatsal ihtiyaçlarına göre formlar değişiyor. Batı müziğinde de Türk müziğinde de bu böyle. Ancak klasik tabirini kazanmış müzik kalitesini, zenginliğini, özelliklerini her dönemde koruduğu için her nesil tarafından hayranlıkla kabul ediliyor. Belki çok geniş kitlelere ulaşmıyor ama sanatı anlayacak şekilde yetişmiş genç nesil klasik müziği yaşatmaya devam ediyor. Klasik Türk müziğinde de durum bu. Yapmamız gereken kaliteli müzik dinleme alışkanlığını benimsemiş, estetik duyguları gelişmiş, kendi kültürünün ve müzik mirasının bilincinde olan gençler yetiştirmek ve onları çok iyi icralar aracılığıyla klasikleşmiş eserlerimizle tanıştırmak. Bizim üzerimize düşen, müzik tarihimizi en iyi şekilde aktarmak, aktaracak araştırmacılar yetiştirmek ve elimizdeki klasik eserleri en doğru ve kaliteli icralar aracılığıyla sonraki nesillere dinletebilmek.