'Sanat kendine ve dünyaya tanıklık etmektir'

Devlet memuru Mehmet Bayram'ın en büyük hobisi fotoğraf çekmek. Üstelik bu işin hakkını vererek. Aynı zamanda müzikle de uğraşan Bayram “Sanat boş zaman uğraşı değil, kendine ve dünyaya tanıklık etmektir…” diyor.

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Mehmet Bayram, devlet memuru ama sabah 8 akşam 5 mesaisine sıkışıp kalmış tipik ‘memur’ profilinden hayli farklı. Üstelik iş tanımı ‘fotoğraf çekmek’. Sanat hayatının her zaman başrolünde. Hem fotoğraf çekiyor hem de ney üflüyor. Bu uğraşlara ‘hobi’ olarak bakmayan Bayram, “Sanat ‘boş zaman uğraşı’ değildir. Ununu eleyip, eleğini duvara astıktan sonra dâhil olunacak bir şey hiç değil. Yaşarken, mesleği ne olursa olsun kendine ve dünyaya tanıklık ederken, kocaman bir aynada ışıkla gölgenin, insanla maddenin yolculuğuna tanıklık etmektir. ” diyor. 

Nasıl başladınız fotoğrafçılığa?

Lise çağlarımda eldeki kısıtlı imkânlarla abajur ya da rastgele ışık kaynakları yardımıyla yüze yarım ışık düşürmek suretiyle portre fotoğrafları çekmeye çalışıyordum. Yine o yıllarda bir yandan da müzikle uğraşıyor, Doç. Dr. Fatih Koca’dan ney öğreniyordum. Bir gün vesikalık çektirmek için mahallemde fotoğraf stüdyosuna gittim. Stüdyo sahibiyle iyi ilişkiler kurup çırak olarak yola devam ettim. Amatör ruhun verdiği heyecanla çektiğim fotoğrafları başkalarının gözünden de görmek için yerli ve yabancı fotoğraf sitelerine yükledim, aldığım eleştiriler neticesinde kendimi geliştirmeye çalıştım. Bu vesileyle çok güzel insanlar tanıdım. Kendi aramızda gruplar kurup fotoğraf gezilerine çıkmaya başladık. Bu sayede aramızdaki ustalardan teknik ve kompozisyon bilgileri öğreniyordum.

MÜZİSYENLİK İLE FOTOĞRAFÇILIĞI BİR ARAYA GETİRDİM

Üniversite eğitimim fotoğrafçılık ya da sanatın herhangi bir dalıyla alakalı olmadı ama içimdeki fotoğraf aşkı hep devam etti. Okurken kendim için çektiğim fotoğrafların yanı sıra eğitimime maddi katkı sağlamak amacıyla otellerde düğün fotoğrafçılığı yapıyor diğer yandan da ilerlettiğim ney ile konserler veriyordum. Fotoğrafa ciddi bir teorik bilgiyle başlamamıştım ama pratik yaparak öğrenmeye devam ettim. Zamanla müzisyenlik ve fotoğrafçılığı bir araya getirdim; ses ve saz sanatçıların şahsi fotoğraflarını, konser fotoğraflarını çektim. Ayrıca başta hocam Fatih Koca’nın olmak üzere tanınmış Türk sanat ve tasavvuf müziği sanatçılarının albüm kapak fotoğraflarında imzam oldu.  

Hayallerim arasında olmasa da, sonradan ‘iyi ki’ dediğim devlet memurluğu için sınava girdim ve Bolu’da  memuriyete başladım. Bolu’da doğa fotoğrafçılığı konusunda kendimi geliştirme imkânım oldu. Kısa zamanda oradaki sanat çevresine dâhil olup hem müzik hem de fotoğrafçılık yapmaya çalıştım. Şehrin başka fotoğrafçılarıyla birlikte Bolu’nun ilk fotoğrafçılık derneğini kurduk. İki yıl sonra memuriyete Ankara’da devam ettim. Devletteki dördüncü yılımda fotoğrafçılığı memuriyetle birlikte yürütme şansım oldu. Bakan ve bürokratların yanı sıra çeşitli kamu kurumların fotoğrafçılığı görevlerinde bulundum. Bu görevlerim vesilesiyle bir hayli şehir ve ülke gezdim. Görevden arta kalan zamanlarda fotoğraf çektim. Gerek şahsi gerek görev icabı gerekse de katıldığım fotoğrafla ilgili projeler vesilesiyle çektiğim fotoğrafları sergileme fırsatım da oldu. Çeşitli prestij kitaplarında, dergilerde ve özel yayınlarda fotoğraflarım basıldı.

Fotoğraflarınızın karakterini, kimliğini nasıl tanımlarsınız?

Fotoğrafa gerçek bir hevesle başlayıp bunu sürdürebilenler, zamanla estetik ve görsel zevk anlamında kendilerini tatmin edecek bir tarz içinde bulurlar. Bana göre fotoğraftaki kimlik ve karakter de bu tarzın belirlenmesinden sonra ortaya çıkıyor. Fotoğrafçı hangi dalda uzmanlaşmış olursa olsun, yeteri kadar tecrübe ve bakış açısı kazandıktan sonra, fotoğraflarına gerek kompozisyonlarıyla, kadrajıyla, ışık kullanımlarıyla; gerekse de dijital müdahalelerle yaptığı tonlamalarla bir karakter kazandırıyor.  Bu bağlamda benim de kendimce bir fotoğraf tarz ve kimliğim oluştu. 

FOTOĞRAF VE FOTOĞRAFÇIYA DEĞER VEREN MUHATAPLARIDIR

Kompozisyonlarım farklılık gösterse de, fotoğraflarımda hep insan unsurunu ön plana çıkarmaya çalıştım. Farklı tarzlar denesem de kadraja mümkün olduğu ölçüde insandan bir iz yerleştirme ihtiyacı hissettim. Zira doğru yer ve zamanda fotoğraflayabildiğiniz bir insanın bakışı, duruşu ya da ifadesi, kısaca, ömrünün o saniyedeki hikâyesi, yüzlerce kelimeyle yapılan tasvirlerden daha çok şey anlatabiliyor. Nihayetinde, -diğer sanat dallarında olduğu gibi- bir fotoğrafçı tarzı, tekniği ve çekerken hissettikleriyle fotoğrafçılık adına doğru işler yapıyor olsa da; fotoğrafa ve fotoğrafçıya asıl değerini verecek olan, sunulan eseri içselleştirerek “Budur!” diyecek muhataplarıdır. 

Gelecek planlarınızda fotoğraf çekmek, fotoğrafçılık ne şekilde yer alıyor?

Fotoğraf çekmeye başladığım dönemde çevremde fotoğrafçılıkla ilgili örnek alabileceğim, beni yönlendirecek kimse olmadan, bir hevesle fotoğraf çekmeye başladım. Fotoğrafçılığa başlarken hayal dahi edemediğim, aklımın ucundan dahi geçmeyecek birçok değişik yer ve durum içinde buldum kendimi. An geldi Oscar ödüllü bir Hollywood yıldızı poz verdi an geldi Suriye’de yetim bir kız çocuğunun portresini çektim an geldi Güney Kore’de fotoğraflarım sergilendi. Bu plansız ve güzel ilerleyiş, geleceğe dair herhangi bir hesap yapmadan çevrem tarafından gösterilen samimi takdir ve yapıcı eleştirilerin sonucuydu aynı zamanda. Bu doğal süreç içinde şimdiye kadar herhangi bir gelecek planı yapmadığım gibi büyüyü bozmamak adına bundan sonra da yapmamanın daha isabetli olacağını düşünüyorum.

İSTANBUL BİR FOTOĞRAFÇIYA HER ZAMAN FAZLASINI SUNAR

Ankara’da yaşayan biri olarak çok fazla İstanbul fotoğrafı çekiyorsunuz. Fotoğrafçı olarak bakışınızdaki İstanbul nasıl? İlişkinizi nasıl yorumlarsınız?

İstanbul ile ilişkim her ne sebeple olursa olsun gidip gelmek üzere olması nedeniyle, makinem mutlaka yanımdadır ve o an İstanbul’a dair tek derdim İstanbul’u fotoğraflamaktır. Bunun için de çok çaba harcamaya gerek yok takdir edersiniz. Çünkü İstanbul sağ olsun bir fotoğrafçıya dünyanın hiçbir yerinde olmayan renkleriyle, ruhuyla ve derinliğiyle yaz kış, gece gündüz demeden olanca cömertliğiyle istenilenden daha fazlasını sunan bir şehir olmuştur her zaman.

Fotoğrafçılığın herkesin elinde bulunan akıllı telefonlara kadar indirgenmiş olması hakkında ne düşünüyorsunuz?

Fotoğrafçılığın ne zorluk ve emeklerle bugünlere nasıl geldiği malum. Doğrudan dijital fotoğrafçılıkla başladığım için bu konuda görüş bildirmek haddim olmayabilir fakat fotoğrafçılık teknolojiyle doğru orantılı gelişen dolayısıyla maddi anlamda kolay ulaşılabilir bir sanat haline de geldi. Birkaç yıl önce “Eline profesyonel fotoğraf makinesi alan fotoğrafçı oldu.” diye eleştirilirken bugün aynı şey cep telefonları için deniliyor. Bana göre bir zararı olmadığı gibi, insanın yeteneğini keşfetmesine cep telefonuyla çektiği bir fotoğraf bile vesile olabilir.