Samimi insan ilişkilerini kaybettik

Güzeşte adlı romanıyla okuru eski İstanbul'a götüren Nafiye Bozkurt, “Kapılarımızın komşularımız tarafından çalınmadığı günlerden geçiyoruz. Teknolojini hayatımıza getirdiği kolaylıkların yanında bizden götürdükleri de can yakıcı aslında.” diyor ve ekliyor “Bunun farkında olmam o sıcak, samimi insan ilişkilerini kaybetmem belki de beni Güzeşte'ye götürdü.”

MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr

Genç bir kalem Nafiye Bozkurt. İlk romanı Güzeşte Beyoğlu’nun eski bir mahallesi olan Küçük Hamam’da geçen çok renkli ve çok kimlikli çocukluğunu kayda alma çabasının bir ürünü. Bozkurt’la İstanbul mahallelerinde yitip gidenleri konuştuk.

İstanbul Türk ve dünya edebiyatında pek çok esere ilham verdi. Sizin açınızdan İstanbul ne anlam ifade ediyor?

Şehr-i İstanbul’um “Ah İstanbul” deyip derin bir iç çekerek anlatmaya başlasam ciğerlerime dolan oksijen söylemek istediklerimin çoğunu barındırır sanırım. Uğruna onlarca medeniyetin savaşlar verdiği aşk romanlarının büyülü şehri, efsanelerin, kazananların, kaybedenlerin şehridir benim İstanbul’um. İstanbul maceram Anadolu’dan bir göç hikâyesiyle başlamış. Bir yaşında annesinin kucağında meraklı bakışlarla ortalığı süzen bir kız çocuğu…

Çocukluğum ve gençlik yıllarım Beyoğlu’nda hem mekân hem insan zenginliği arasında geçti. Belki de konuşmadan anlatabileceğim. Konuşsam susmasını bilemeyeceğim... Göz bebeğim İstanbul, Beyoğlu, çocukluğum, gençliğim, ilk aşkım, suskunluklarım, hırçınlıklarım hepsi hazinesinde saklı. Gizli sırlarımın tek ortağı...

ÇOCUKLUK EN DEĞERLİ MİRAS

Rum komşumuz Mairead Teyze de girdi hayatıma, çingene Alev Abla da. Geride bıraktıklarımı düşündüğümde küçük bir İstanbul sokağında gökkuşağının her rengini barındıran insanlar arasında insan zenginliğiyle büyüdüm. Benim İstanbul’um her zaman insanla güzel kılınmıştır. Yaşadıkça yoğruldum yoğruldukça yol aldım.

Yaşam İstanbul’da zor mu derseniz? Hem de çok derim. Ama başarır mıyım? Başarırım. Tökezlesem de başarırım çünkü bugünkü sağlam duruşum yaşadıklarımın, öğrendiklerimin eseridir. Sevgi, sadakat, ayrılık, kavuşma, çekişme, anlaşma, ölüm, doğum, her duygu vardı ve bu duygularla yoğruldum şehrin mayasında.

Güzeşte bir semt romanı. İstanbul, Beyoğlu Küçük Hamam Sokak’ta geçiyor. Ama semt sanki romana mekân değil ana karakter olmuş. Neden Küçük Hamamı bu kadar merkeze aldınız?

İnsanın çocukluğu değil midir geleceğine taşıyacağı mirası? Ben kendi çocuğumu büyütürken bu cümleyi hep hatırlarım. Çocuk, seçimini yapamadan dünyaya gelir. İlk nefesi, ilk ağlamasının arkasından kimliğini yüklenir; fakir çocuğu, zengin çocuğu, köy çocuğu, çingene çocuğu. Neden mi Küçük Hamam? Küçük Hamam benim bugünlerime taşıdığım mirasım.

İlklerim! İlk okulum, ilk elma şekerim, ilk aşkım, ağladığım, güldüğüm hüznü sevinci insana dair bütün duyguları bana yaşatan öğreten ilk mekânım. Gözlem benim için çok kıymetlidir. Aslında Anadolu kültürüne taban tabana zıt olan bu ortamda büyümemin yaşamıma eşsiz bir renk kattığına inanıyorum.

Öyle kocaman bir sokak hayal etmeyin. Küçük, dar, iç içe, nefes nefese. Küçük Hamam adı gibi küçük bir sokak mı diye sorarsanız. Evet, küçüktü. Fakat o sokakta, renkleriyle hayat bulmuştu insanlar. Gülerken de ağlarken de dokuz sekizlik ruhları hiç hasar görmemiş, hepsi de bacalarından dumanları tütmeye devam ettikçe yaşayan sihirli evlerdi. Ha gayret kalemim diyerek, silmeden, üzerini çizmeden, en yalın haliyle yaz geçmişi dedim. Bir beyaz yaprak sundum kendime. Doldur üstünü Nafiye.

KENDİMİZE YABANCILAŞIYORUZ

Çünkü “Güzeşte gelecek için biriktirdiğindir.”

Meydana kurulan iftar sofraları. Heyecanla beklenen top sesi. Çocukların koşturması. Çeşit çeşit yemeklerle donatılan sofralar. Kimine ibadet, kimine dostluk, kimine aç karnını doyurmaktı. Hepside birbirini bu haliyle kabul etmişti ve kimse kimseyi yadırgamazdı.

Küçük Hamam’ın bayram bile bir başka güzeldi. Günlerce bayramlık kumaşlar elden ele gezer. Sana ne dikilecek sohbetlerinde bulurduk kendimizi. Alışveriş merkezleri yoktu. İki metre kumaşa sığdırırdık bayram hayallerimizi. Kapılar tek tek sevgiye açılırdı. Bilirdik hangi evden ne alacağımızı. Bez bebeklerimiz özenle hazırlanır. Mendiller içinde sunulan bir lirayla parmak uçlarımızda bakkal tezgâhlarında bir çatapata bir elma şekerine tav olduğumuz günler. Ya bu günün çocukları bunların hangisini yaşayabiliyor? Çocukluklarına dair çıkınını neyle dolduruyorlar? Bu nedenledir Küçük Hamam’ın Güzeşte’nin ana karakteri olması…

Mahalle üzerine ve mahalle kültürü ekseninde yazılanlar genelde nostaljik bulunuyor bu kadar uzağa mı düştük o samimi ve güzel günlerden?

Maalesef… Bunun farkında olmam o sıcak samimi insan ilişkilerini kaybetmem belki de beni Güzeşte’ye götürdü. Kapılarımızın komşularımız tarafından çalınmadığı günlerden geçiyoruz. Teknolojini hayatımıza getirdiği kolaylıkların yanında bizden götürdükleri de can yakıcı aslında. Küçük Hamam benim biliyor musunuz? Küçük Hamam sizsiniz aslında hepimizin sokağı… Her birimizin bir yaşanmışlığınız illaki vardır Küçük Hamam’ın bir taşında, bir kapısında, bir salkım üzümünde, bir ekmek arası domatesinde, bir ağlayışında bir gülüşünde.. Ben de Güzeşte’de benimle yaşayın istedim. “Çünkü” edebiyat ekmek gibidir doyurur ve besler.” Günümüz çocuklarının hiç yaşayamadığı duygular bunlar. Yalnız çocuklar mı büyüklerde de dumura uğradı / uğratıldı bu güzel duygular... İnsan, çevresine de kendisine de yabancılaştı, yabancılaştırıldı. Edebiyat buna direnmenin en iyi yollarından biri. Ben de kapıyı Güzeşte’yle araladım.

RENKLİ BİR İSTANBUL MASALI

Bize romanın karakterlerinden bahseder misiniz biraz…

Güzeşte sizi olayların içine çekip zaman zaman insanlığı sevgiyi merhameti hatırlatıp kendinizi sorgulatacak okurken içinde yaşadığınızı hissedeceksiniz. Sarhoş Hayri’den esmer tenli Çingenelerin aksine süt beyaz tenli Alev’e, Hamamcı Nazife’den sokağın annesi Narman Teyze’ye kadar rengârenk karakterlerin öykülerini barındırıyor Güzeşte. Bu renkliliğin arasında sessizce yol alan bir öykü Erol Abi’yle Tomurcuk’un öyküsü. Yaşananlar her ikisini de aynı duygu etrafında buluşturacak ki işte bu duygu her okuyana dokunacak hissettirecek ve o anları yaşatacak. Uğur Abi sokağın aykırı sakini; insanlarla çok fazla ilişki kurmadan dışarıdan izlemeyi tercih ediyor. Tomurcuk’un sokaktaki en sevdiği iki adamı Erol ve Uğur Abi…

Bu zamanda ‘insan’ bulmak elmas bulmak gibi... 

Geçmişten bu güne insan ilişkilerini kıyaslarsanız neler söylersiniz?

Nasıl kıyaslayabilirim ki? Bu zamanda insan bulmak elmas bulmak kadar kıymetli. İlişkiler sadece çıkar üzerine kurulmuş durumda. İlle de maddi çıkarlar. Benim önceliğim insandır. Güzeşte’yi okuduğunuzda insanı bulacaksınız. Neler kaybedildiğini göreceksiniz.

Nasıl yazıldı bu roman?

Bir insan tanıdım uzun zaman önce; kitapla donanmış bir gazeteci. Edebiyat aşığıydı, Türk edebiyatına, Türk dili ve kültürüne emek veren, değer katan insanları kutsal olarak kabul ederdi. Her insanın Türk diline ve kültürüne karşı sorumluluğu olduğunu ve kaçmaması gerektiğini her fırsatta vurgulardı. Küçük bir öykümü okumuştu. Sonra “Çingenelerin sizinle alakası ne “ dediğinde “Abi ben Beyoğlu’nda beyaz Çingenelere yakın bir sokakta büyüdüm onların gelin konvoylarından, hamam eğlencelerine, kavgalarına, dostluklarına şahit oldum. Çocukluğumun ayrı rengidir onlar” dediğimde “Kaç tane Çingene öyküsü yazabilirsiniz” diye sordu. “Bilmem!.. Belki onlarca dedim.” “İşte bu! İlk kitabınız hayırlı olsun” şeklinde cevap vermişti. Uzun bir yol hikâyesi Güzeşte. Aylarca yazdım, tartıştık, yorumladık, üzerine sohbetler ettik. Bir gün! “Abi sizi de Güzeşte’ye dâhil etmek istiyorum” dediğimde itiraz eder diye düşündüm. “Yazın öykümü göreyim” dedi. “Uğur Abi” öyküsünü yazdım, ertesi gün gönderdim, heyecanla yorumunu bekliyorum. Onun da bizim sokağa gelmesini istiyorum. Çok beğendi. Derin bir nefes aldım ve devamında Uğur Abi de yavaş yavaş Güzeşte’de diğer kahramanlarımla birlikte yaşamaya başladı.

Peki sonra ne oldu?

Güzeşte bitti dediğimde Uğur Abi “Bu aşamadan sonra kitap ile ilgili bütün işlemler bana ait. Siz ikinci kitabı yazmaya başlayın.” dedi. Künye, arka kapak yazılarını o hazırlayacaktı. Künyenin taslağını yazmıştı.

Uğur Abi, “Güzeşte’nin hak ettiği yeri görmeden ölmek istemem” derdi. Maalesef 31 Mayıs’ı 1 Haziran’a bağlayan gece Güzeşte’yi bana bırakarak Hakka yürüdü. Geçmiş dediniz ya. Geçmiş ya da bugün insana denk geldiyseniz şanslısınız size çok değerli anılar, insanlıklar bırakıyor.