Salgında mimari sorunsalı

Kovid-19 salgın sürecinde sorguladığımız alanlardan biri de mimari oldu. Esenler, Bağcılar ve Bayrampaşa gibi ilçelerde salgının yoğun olarak görülmesi ve bu bölgelerin aynı zamanda benzer mimari özelliklere sahip olması, mimari-salgın ilişkisini gözler önüne serdi. Peki bütün bu süreç bize mimari açıdan nasıl mesajlar verdi? Mimarlara göre bu bölgelerde salgının yoğun olarak görülmesi bir tesadüf değil…

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Pandemi beraberinde farklı disiplinlerdeki birçok alanı sorgulamamıza, yeniden düşünmemize ve keşfetmemize neden oldu. Bu alanlardan biri de mimari. Salgının Esenler, Bağcılar ve Bayrampaşa gibi benzer sosyo-kültürel ve ekonomik koşullara sahip ilçelerde yoğun olarak görülmesinin yanı sıra karantina sürecinde evlerimizin ve çevresinin hem bir barınma alanı hem de sağlıklı ve keyifli bir yaşam alanı olma yönündeki potansiyel eksiklikleri, mimarimizi yeniden gözden geçirmemize neden oldu. Kısacası her fırsatta yanlış kentleşme konusuyla karşımıza çıkan mimari sorunlar, kendini bu kez de salgın ile gösterdi. Peki, salgının belirli ilçelerde yoğun bir şekilde görülmesinin o bölgelerin mimari özelliğiyle bir ilişkisi var mı? Ya da bütün bu süreç bize mimari açıdan nasıl mesajlar verdi? Bütün bunları mimar, sanatçı Melek Zeynep Bulut ve yüksek mimar Nail Egemen Yerce ile konuştuk. Bulut, bu bölgelerin mimarlık, kent kurgusu ve popülasyon üzerinden bakıldığında plân yerleşimlerinin sıkışık, yaşam alanlarının iç içe ve temassızlığın neredeyse imkânsız olduğunu söylerken, Yerce ise “Yoğunluk ne kadar fazla ise bu tür salgınlarda kontrolü sağlamak da o kadar güçleşiyor. Bu bölgelere baktığımızda da yapılaşmanın yoğun buna karşılık yeşil alanların da az olduğunu görüyoruz.” dedi…

BU BÖLGELERDE TEMASSIZLIK İMKÂNSIZ

Salgının Bağcılar, Esenler ve Bayrampaşa gibi bölgelerde daha çok görülmesi durumunu bu bölgelerin mimari özelliği bağlamında değerlendirir misiniz?

Melek Zeynep Bulut: Önce sosyolojik bir değerlendirme yapmak gerekli sanırım. Bu bölgelerde yaşayan insanlar çoğunlukla gelir düzeyi düşük ve dolayısıyla şu dönemde işe gitmek durumunda olan insanlar. Mimarlık, kent kurgusu ve popülasyon üzerinden baktığımızda da plân yerleşimleri sıkışık, yaşam alanları iç içe, temassızlık neredeyse imkânsız. Bu bölgeler doğal olarak nüfus yoğunluğunun da en fazla olduğu alanlar. Göç alıyor vs. Dünyada şehirlerin bu bağlamda kalan bölgelerinde ne yazık ki işlevsel bir mimarlıktan söz etmek güç. Ama en çok bu bölgelerde görülmesinin de iki, üç temel sebebinden biri işlevsiz mimarlık.

Nail Egemen Yerce: Biliyorsunuz salgının yayılma hızında sosyal mesafe ve izolasyon önemli konular. Yoğunluk ne kadar fazla ise bunları sağlamak da o kadar güçleşiyor. Bu bölgelere baktığımızda da yapılaşmanın yoğun, buna karşılık yeşil alanların da az olduğunu görüyoruz. Bu bölgelerde yaşayan kişilerin bu yoğunluk içinde kendilerini izole etmelerinin ya da birbirlerine olan sosyal mesafeyi korumalarının zorluğu içerisinde salgının yayılım hızının, buralarda ne yazık ki daha yüksek olduğunu gözlemliyoruz.

Salgının yayılma hızı ile mimarinin orantılı bir ilişkisi olabilir mi?

Melek Zeynep Bulut: Elbette. Salgının ana ve hatta tek yayılma sebebi temas. İnsan odaklı olmayan mekân tasarımında maalesef temas alanınızı da seçemezsiniz. Bu da yayılma hızını, potansiyelini arttırır, arttırdı da. İki kere iki dört.

Nail Egemen Yerce: Konuyla ilgili mimariden çok şehir planları üzerinde durmak yerinde olur. Yoğun yerleşimlerin olduğu özellikle metropol şehirlerde az önce de sözü geçtiği gibi sosyal mesafenin korunmasının daha güç olduğu durumlar yaşanabilir. Metropollerde, fazla sayıda insan yaşar, yurt dışından ve içinden birçok insan buralara gelir, şehrin kendi dinamik yaşantısıyla beraber çok daha yoğun bir sirkülasyon döngüsü vardır diğer şehirlere göre. Bunların hepsi salgının yayılım hızını direkt olarak etkileyebilir. Öte yandan henüz tam anlamıyla bilgiye sahip olmadığımız bir süreci yaşıyoruz, tedavisinin ne zaman bulunacağı, salgının ne zaman sona ereceği ya da tekrarlayıp tekrarlamayacağı gibi. Bu yüzden normal gündelik hayata dönüldüğünde de sosyal mesafe ve hijyen konularına olan dikkatimizi sürdürmemiz gerekli görünüyor. Mimari açıdan da az önce sözü geçen ve önemini hatırlamakta olduğumuz konuları mümkün olduğunca tasarımlara yansıtmak bu dönemin olumlu bir izi olabilir.

MİMARLIK İNSAN ODAKLI, ULAŞILABİLİR VE HERKES İÇİN OLMALI

Bu salgın durumu ve alınan tedbirleri de göz önünde bulundurduğumuzda bütün bu süreç bize mimari açıdan nasıl mesajlar verdi?

Melek Zeynep Bulut: Dünya bir dönüşüm sürecinde. Doğrularımız değişiyor, algımız ve finalde hayatta kalma davranışımız değişiyor. Dünyanın dönüşümüyle birlikte net bir biçimde mimarlığın da dönüşümüne şahit olacağız. Olmalıyız da. Mimarlık daha insan odaklı, daha ulaşılabilir ve herkes için olmalı. Biz mimarlar ve kent tasarımcılarını önümüzdeki süreçlerde bambaşka bir insan, temas ve kent algısı bekliyor. Dönemin sosyal kimliğini ve neye dönüşeceğimizi iyi okumak durumundayız. Nitekim önümüzdeki yıllarda coğrafyalar ve kişisel alanlarımız yeniden şekillenecek gibi duruyor.

Nail Egemen Yerce: Dış mekân yaşantımız azalırken iç mekanlardaki yaşantımız oldukça arttı. Bu özellikle de 65 yaş üstü kişiler için dramatik bir fark gösterdi. Bu ikisi arasındaki farkı bir nebze olsun dengeleyebilmek için özellikle de evlerde, iç mekanların dışarısıyla buluştuğu balkon, teras gibi mekanların önemini tekrar hatırlattı. Bunun dışında normalden daha fazla zamanın geçtiği iç mekanlarda yaşarken bakılan manzaranın ve içeri alınan doğal gün ışığının ne kadar önemli olduğu yine hatırladıklarımız arasında oldu. Bu sözü geçen konular mimari için zaten önemsenen, dikkat edilen konulardı. Ancak mimarinin, bunları mümkün olduğunca karşılaması gerektiğini bu vesileyle yeniden hatırladık.

EV HOBİ İÇİN YETERLİ ALTYAPIYI SUNABİLMELİ

Zoraki olarak evde kaldığımız şu günlerde anladık ki evin konforu ve refah koşulu da çok önemli. Bir bina veya ev bu gibi durumlara hazırlıklı olarak hangi detaylarla inşa edilmeli? Neler önemli?

Melek Zeynep Bulut: Esasında “ev” konusu mimarlığın belki yüzyıllardır tartıştığı, üzerine onlarca manifesto yazılan çok derin bir konu. Mevcut krizle kısaca değerlendirecek olursak; öncelikle kişisel alanımızın yani bizim bir yaşam alanına dönüşmüş olmamız gerekiyor; bu bizi en refah içinde hissettirecek şey. Bu çekirdeği oluşturduktan sonra herkes için değişkenlik gösterecek olan kavramlar başlar. Ama genel bağlamda toprakla temas, kişisel alan, üretim alanı ve elbette kentle güven ilişkisi olmalı “ev”in. Bu çoğu kez kentten uzakta, kutularda güvende oluruz algısını doğuruyor fakat hiç değil. İnsan varsa güvenlik vardır. Doğru kent-ev ilişkisi bu tür krizleri bizlere konuşturmaz bile.

Nail Egemen Yerce: Zorunlu olarak evde geçirdiğimiz şu süreçte insanın kendisini verimli ve zinde hissetmesi önemli bir konu oldu. İnsanların hobisiyle vakit geçirme ihtiyacı arttı. Evin, hobinin türüne göre yeterli bir alt yapıyı sunması gerekli. Bunun dışında özellikle de kalabalık yaşanan evlerde kişisel alan ya da özel alan kavramı önem kazandı. Bu anlamda insanın zaman zaman kendi kabuğuna çekilebileceği bir alan ya da alanlar olmalı. Bunun illa ayrı bir oda ile sağlanması gerekmeyebilir. Bir mekân içinde istenen koşulları sağlayacak şekilde tasarlanmış nişler ya da alanlarla da sağlanması mümkün.