Saksafonun ustası İstanbul’da

ARZU AKYOL

arzu.akyol@aksam.com.tr

Saksafonun “efsane” virtiözü David Sanborn, 19 Şubat’ta Cemal Reşit Rey’de cazseverlerle buluşacak. “İstanbul’da sahne almak benim için büyük bir keyif” diyen Sanborn, konserde kariyerinin en güzel şarkılarını yorumlayacağını söylüyor. 

Günümüzün “efsane” müzisyenleri arasında David Sanborn… Onun yeteneğini anlatmak için “Çaydanlığa bile üflese aynı tonu çıkarır” diyorlar. Henüz 3 yaşında çocuk felcine yakalanmış. Doktoru terapi amaçlı nefesli bir saz çalmasını önerince 11 yaşında saksafonla tanışmış ve bir daha da hiç ayrılmamış. İlk solo albümü ‘Taking Off’u 1975’te piyasaya çıkaran sanatçının, 35 yılı aşan kariyerine sığdırdığı 24 albümü var. Bugün de sınırları zorlayan ve akla meydan okuyan performanslarıyla caz müziğinin en iyilerinden biri olan ve 6 kez Grammy kazanan Sanborn’un, 

8 altın ve bir platin albüm ödülü var. 19 Şubat’ta “4. Caz Şubatı” kapsamında muhteşem bir repertuarla Cemal Reşit Rey’de caz severlerle buluşacak David Sanborn ile İstanbul konseri öncesi söyleştik.

3 yaşında çocuk felcine yakalanmışsınız ve saksafonla da çok küçük yaşta hastalığınız nedeniyle tanışmışsınız. Saksafon; terapiniz için bir egzersizken sanatınıza nasıl dönüştü peki?

Saksafon o dönemler rock and roll’un major bir enstrümanıydı. 11 yaşındayken doktorun önerisiyle başladım.  Ama ilk başladığım andan itibaren bir aşk duyduğumu söylemeliyim. Daha sonra bu alanda kendimi geliştirmeye lise ve üniversitede de devam ettim. Saksafon bir terapi değil hayatım oldu.  

Caz müzisyeni olarak müzik tarihine adını yazdırmış isimlerden birisiniz ama birçok türde de çalıyorsunuz. David Sanborn kendi müziğini nasıl anlatır? 

Bence müzik gelişen ve değişen bir şey... Özellikle caz müziği, çok çeşitli müzik tarzlarından etkilenmiş... Bir müzisyen olarak bütün bu etkileri her yerden emmişsinizdir ve bunlar zaman içerisinde yorumunuzda kendini gösterir. O yüzden müziğimi bir kategoriyle sınırlandırmıyorum

80’li yıllarda televizyonda yaptığınız “Night Music Show” kült bir program haline geldi. Sizle özdeşleşen ve insanların hâlâ hatırladığı o programın farkı neydi?

80’lerin sonunda Marcus’la yaptığım “Night Music Show” kariyerimin en önemli çalışmalarından biri. Doğaçlama yapabildiğimiz, muhteşem müzisyenlerle birlikte çalıştığımız eğlenceli bir dönemdi. O şovda çok çeşitli şarkılar çaldım. Bugün bile insanların ne kadar iyi olduğumu söylediğini duymaya devam ediyorum. Bence müzik böyle büyüyor, değişiyor, yeni, yaratıcı ve hayati bir hal alıyor.

Stevie Wonder, David Bowie, James Taylor, Paul Simon gibi birçok isimle çalıştınız. Bu isimler kariyeriniz için ne ifade ediyor?  

Kendimi teşvik ettiğim, gelişme fırsatı bulduğum deneyimlerdi. Kuşkusuz müziğime derin katkıları oldu. Müzik birlikte üretildiğinde değer kazanıyor. Çalıştığım süre boyunca bu gibi isimlerin kendi materyallerini nasıl yorumladıklarını duymak, yaratıcı süreçlerinin ne olduğuna dair bir anlayışa sahip olmak benim için paha biçilemez bir şeydi. 

Bir sanatçı olarak sürekli kendinizi aşmaya çalışmak nasıl bir duygu? 

Ben böyle hissetmedim. Kendimi hep bir öğrenci gibi hissediyorum. Hep öğreniyorum. Her zaman ilginç ve yeni bir şeyler duyuyorum. Denemek ve yapmak benim için asıl önemli olan şey.

Uzun bir aradan sonra İstanbul’da dinleyicilerinizle tekrar buluşacaksınız. Bizleri nasıl bir performans bekliyor?

İstanbul’da sahne almak benim için büyük bir keyif. 19 Şubat’ta İstanbul’da olacağım. Kariyerimin en güzel şarkılarını yorumlayacağım bir konser olacak.