Sahibine ulaşamamış bir asırlık esir mektupları

Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı olmak üzere dünya tarihinin en yıkıcı savaşlarının kapkaranlık gölgesi altında yazılan ve sahiplerine ulaşamayan mektuplar bir asır sonra yeniden gün yüzüne çıkarıldı. ''Yüzyıllık Emanet: Esir Mektupları'' sergisinde yerli ve yabancı esirlerin kaleme aldığı özlem, umut ve hüznün bir arada yer aldığı satırlar, Galataport Paket Postanesi'nde ziyaretçilerini bekliyor.

MERVE YILMAZ ORUÇ / merve.oruc@aksam.com.tr

"Gözümün nuru, ciğerparem dünya evinde bir tek evladım sensin ki, özellikle selam ederim ve iki gözlerinizden öperim. Haziran 12 tarihli Diyarbakır'dan bir adet mektubunu aldım. Dağlar kadar memnun oldum."

"Hem kederli hem de sevinçliyim. Evet kederliyim, çünkü esirsiniz. Sevinçliyim çünkü sağlıklısınız. Hakkın büyüklüğünü, güç ve kuvvetini unutmayalım, sabır ve tahammül gösterelim..."

"Yüzyıllık Emanet: Esir Mektupları" sergisi, Galataport Paket Postanesi'nde ziyaretçilerini ağırlıyor. Bir asır öncesine dayanan serginin odağında; Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında savaşın gölgesinde yazılan ve sahiplerini bulamayan mektuplar yer alıyor. Kızılay Arşivi'nde özenle korunan 25 bin mektuptan seçkilerin yer aldığı sergide yer alan mektuplar vatanlarından uzakta esaret hayatı yaşayan askerlerin ailelerine, ailelerin de esir düşen yakınlarına ulaştırılması ümidiyle yazdıkları satırlardan oluşuyor. Hem Türk hem de yabancı askerlere ait olan mektuplar; savaşın ve esaretin acısını, vatan sevgisini, sıla hasretini ve korkunç bir yıkımın karanlığına karşı yeşeren yaşamın direncini gözler önüne seriyor. Sergide mektuplar hem orijinal haliyle Osmanlıca, Fransızca, Rusça, İngilizce olarak hem de Türkçe halinde yer alıyor. Mektuplar dışında sergide karpostallar, kamp koşullarını, esirlerin günlük yaşamını ve ürettikleri eserleri belgeleyen fotoğraflar da yer alıyor. Bir bölümde ise esirlerin eşyaları bulunuyor. Kimliklerinden, sevdiklerinden ve köklerinden koparılan, 'savaşın gölgesinde' başka bir kimlik giyinmek zorunda kalan evlatlar, babalar, eşler, torunlar... Onların bir kayıt numarasından ibaret olmadığını gösteren bu belgeler, insanlığımızın ve haysiyetimizin vazgeçilmezliğini gözler önüne seriyor. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, Kızılay ve TRT tarafından hazırlanan bu sergiyi, Akşam Cumartesi okurları için gezdik. Sergi ilk olarak Ankara'daki Millet Kütüphanesi'nde açılmış akabinde İstanbul'a getirilmiş. Ve yıl içerisinde farklı illere de götürülme planı var. 20 Haziran'a kadar İstanbul'da açık olan sergiye gelen vatandaşlara ücretsiz olarak hazırlanan mektuplardan oluşan kartlar ve kitap ayraçları hediye ediliyor.

ORTAK BİR ACI VAR BURADA

"Yüzyıllık Emanet: Esir Mektupları" sergisi ortak bir acıyı dile getiriyor aslında. Uluslararası camiayı etkileyen serginin bu denli önemli olmasının nedeni ise her şeyin gerçek olması. Belki de 100 yıl sonra bu mektupları o askerlerin çocukları, torunları görme fırsatı yakalayacak. Bu mektuplarda bizi daha çok geçmişe götürüyor. Baktığınız zaman esirler için dış dünyayla haberleşmenin tek yolu mektup veya kartpostallar. Her esirin ayda iki mektup ve dört kartpostal yazma hakkı bulunuyordu. Fakat mektuplar genellikle sansüre uğruyordu. Okuma yazma bilmeyen esirler için mektuplar, çavuşlar ya da komutanlar tarafından yazılıyordu. Gönderilen mektup ve kartpostallara cevaplar 45-50 gün sonra ulaşıyordu. Bu mektuplarda esirlerin sağlık durumlarına, adres değişikliklerine, para ve diğer ihtiyaçlarına dair bilgiler yer alıyordu. Esirlerin aileleri büyükelçilikler ya da yardım kuruluşları aracılığıyla, eşya kolileri gönderimi ya da para havaleleri yapabiliyordu. Hilal-i Ahmer aracılığıyla Türk esirler daha düzenli bir şekilde mektup alabiliyordu. Hristiyan esirlerin ana iletişim kanalı Kızılhaç ve YMCA (Young Men's Christian Association / Hristiyan Gençler Cemiyeti) idi.

YASINI TUTMAK İSTEYENLER İÇİN ÖZEL ODA

Sergide dikkat çeken birçok pano, özel oda ve entelasyonlar var. Sergi içerisinde bulunan üç farklı oda ile başlamak istiyorum. Biri Yas Odası. Bu oda, yaşamları, vatanları ve aileleri savaşın korkunç elleri tarafından paramparça edilmiş atalarımızdan bize kalan yası tutabilmemiz için açılmış bir alan. Odaya ziyaretçiler el feneri ile giriş yapıyor. İçeride şöyle bir söz karşılıyor sizi, "Ağaç köküyle, insan atası ile yaşar." Burada esilerin kamplarda kullandığı; kaşık, su matarası, yemek kabı, asker üniforması, sıhhi malzemeleri, çarık, mektup, fotoğraf gibi eşyalar var. Mesela bir Türk askerinin boncuktan yaptığı bir yılan var. Yine balmumundan yapılan Kur-an'ı Kerim kılıfı var. Bu oda yasımızı yaşayabileceğimiz bir yer. Hemen yan tarafta Belgesel Odası bulunuyor. Burası da aynalarla desteklenmiş. İçeride "Geçmiş bir ayna gibidir. Ona baktığınızda kendinizi görürsünüz." sözü dikkat çekiyor. Bu oda da Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı'nda esir düşen askerlerin fotoğraflarının döndüğü belgeseller var. Dijital Oda da ise mektupların, fotoğrafların dijitale aktarılmış hali var. Bütün her yere yansıyor. Burada yazılan mektupları anne ve çocuk sesinden duyacak ziyaretçi.

FİLİSTİN İÇİN BÜYÜK MÜCADELELER VERİLDİ

Filistin Cephesi diye ayrı bir bölüm hazırlanmış. Bugün "Filistin, Gazze ile ne işiniz var?" diye soranlara bir cevap niteliğinde... Bu bölümde 1916 yılında Mescid-i Aksa'da Enver Paşa, Cemal Paşa ve beraberindeki Türk subaylarının fotoğraflarını görüyorsunuz. Yine Kudüs'e getirilen esir fotoğrafları var. Savaşta Filistin Cephesi'ne çok önem verilmiş. Orası için binlerce askerimiz şehit olmuş, esir düşmüş. Gazze, Kudüs bir Osmanlı toprağı idi. Ve bizim atalarımız orası için savaşmış, bedel ödemiş. O yüzden dikkat çekilmek istenmiş. Burada yer alan mektuplardan biri de oldukça iç acıtıcı. Ondan bahsetmeden geçmek istemiyorum. Bir annenin mektubu... Balkan Harbi'nde iki çocuğunu şehit veren anne bu seferde Birinci Dünya Savaşı'na bir oğlunu gönderiyor ve ondan haber alamıyor. Bunun üzerine Kızılay'a mektup yazıyor. Hayattaysa bileyim, şehit düştüyse de dua edeyim minvalinde bir şey yazıyor. Üç oğlunu da savaşta ülkesi için feda ediyor.

Sergide bir de dünya haritası yer alıyor. Bizim askerlerimizin götürüldüğü dünyada 185 esir kampı var. Fransız Guyanası'ndan Sibirya'ya kadar. Bu harita üzerinde de bu esir kampları gösterilmiş. Ve bu kampların İstanbul'a kaç km uzakta olduğu belirtilmiş. Yine sergiyi gezerken mektuplardan alıntılar yapılan ve sözlerin yazıldığı bir duvar karşılıyor sizi. Annelerden evlatlarına yazılan bu sözler oldukça hüzünlü: "...İnşallah yakın zamanda yüz yüze de görüşürüz. Baki hüsn-i teveccühatınızla hatm-i kelam eylerim. Dünya gözüyle görüşmemizi Cenab-ı Hakk nasib etsin. Âmin...","Allah esirgesin rahatsız mısınız? Beni unutacak veyahut bir satırlık mektup yazacak fedakârlığı ortadan kaldıran bir neden mi var? Rica ederim anneciğim beni meraktan kurtarınız. Gün geçtikçe duygusal olarak hayal kırıklığı yaşıyor."

ŞARTLAR ZOR DA OLSA SOSYAL YAŞAM VARMIŞ

Esir kampında hayatın nasıl olduğuna dair bilgilerin de yer aldığı serginin tam ortasında özel bir alan var. Ama buradaki fotoğrafları ve metinlere gördükten sonra şunu söylemek isterim ki eskiden insanlar daha insanmış. Yani savaşta esir düşen insanların bile insanca yaşamaya hakkı varmış. Bugün Gazze'de İsrail tarafından kaçırılan Müslümanlara nasıl davranıldığını görünce bundan 100 yıl önce daha insaniymiş her şey... Esirler zor şartlarda yaşamalarına rağmen sosyal hayatları olduğuna tanıklık ediyoruz. Genellikle tek tip kıyafet giyen savaş esirleri, rütbelerine göre muamele görseler de pek çoğu bu düzenin içinde temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanırdı. Ama bir sürü etkinlikler var onlar için. Esirler kamplarda vakitlerini dil öğrenme, tiyatro, spor yapma, karikatür, şiir, makale yazma gibi faaliyetlerde bulunuyorlar. Hatta Birinci Dünya Savaşı'nda esir düşen Osmanlı askerleri onlarca gazete çıkarmış. Bunlarda Esaret Gazeteleri adı altında sergileniyor. Elle yazılıp karbon kağıdı ile teksir edilen bu gazeteler, esirlerin esareti unutmak ve dayanışmak için verdikleri mücadelenin birer ispatı. Bunlara ilişkinde görseller yer alıyor sergide. Bu kısımda mektup yazan birinin fotoğrafını görüyoruz. Yine karşı duvarda Türk askeri Avustralyalı bir askeri tıraş ediyor. Esirlerin nasıl kamplara götürüldüğüne dair de bir pano var.

AZAD EDİLME VE SAHİPLERİNE ULAŞMA VAKTİ GELMİŞTİ

Serginin en dikkat çeken kısımlarından biri Kuş Entelasyonu idi. Burada mektuplar kuş sürüne dönüştürülmüş. Güvercinlerin eskiden haberleşme aracı olarak kullanılması ve mektuplarında böyle bir amacı olduğu için iki tema birleşmiş. 1875 mektup kullanılmış. Mektuplar yerden göge yükselerek sergi alanına geliyor. Oldukça dikkat çekici bir bölüm. 100 yıl boyunca korunan, zamanda ve mekânda adeta takılı kalan bu mektupların azad edilme ve muhataplarına ulaşma vakti gelmişti.

Kelimelerin Dirayeti adı altında dış mekânda sergilenen yapıtta ise mektuplardan seçilen kelimeler yer alıyor. Ve bunların gölgeleri hem akşam hem de gün ışında yere düşerek çok anlamlı bir görsel şölen sunuyor. Birinci Dünya Savaşı'nda esir düşenlerin mektuplarından derlenen bu kelimeler, yaşam, dirayet, ümit, özlem ve dua taşıyor.

ESİR ÇOCUĞU SERGİYİ ZİYARET ETTİ

Sergide Almanya, Fransa, İngiltere ve Rusya'ya ait mektuplar da var demiştik. Bundan dolayı dünyanın birçok noktasından ziyaretçi gelmiş. 25 Nisan Anzak Günü nedeniyle Çanakkale'ye atalarını ziyarete gelen Anzak torunları da bu sergiyi ziyaret edenlr arasında. özyaşları içinde sergiyi gezen Avustralya vatandaşlarından biri bu serginin orada da açılmasını istemiş. Sergiyi ziyaret edenlerden biri de esir çocuğu, 82 yaşındaki Mustafa Dokur. Haberlerde görerek sergiyi gezmek için Yalova'dan kalkıp gelen Dokur, dakikalarca ağlamış. Kendisi 4 yaşındayken babasının Sibiryada'ki kamptan geldiğini belirten Dokur, burada gördüklerinin kendisini çok etkilediğini dile getirdi.

100 YIL SONRA YERİNE ULAŞAN MEKTUPLAR

Sergi ile eş zamanlı bir de belgesel hazırlanmış. Kızılay bazı mektupları sahiplerine ulaştırmış. Yani esirlerin hayatta olan çocuklarına ya da torunlarına. Altı, yedi aileye ulaşılan mektuplardan sonra o kişilerle bir belgesel çekildi. Serginin YouTube sayfasında belgesel izlenebiliyor. Sonrasında yabancı birkaç esirin yakınlarına da ulaşılmış. Hem yabancı hem de Türk esirlerin ailelerinin yer alacağı bir belgesel çekme fikri daha oluşmuş.