Psikolojide yas ve normalleşme: Yeni normalde bütün kayıpların izi olacak

Psikolog Dr. Gizem Sürenkök: ''Bundan sonra eski normale dönmemizin pek de mümkün olduğunu düşünmüyorum. Yeni normal içerisinde bütün bu kayıpların izi olacak. Toplumsal olarak da bu depremden çıkarmamız gereken çok sonuç olduğu için bu sonuçları, yaşanılanları her şeyi ile zihnimize kazıyarak ve öğrendiklerimizle yeni bir normal oluşturmamız gerekiyor. Sağlıklı olan da böyle bir normali oluşturmak ve eskisine dönmemek.''

ALİ DEMİRTAŞ / ali.demirtas@aksam.com.tr

Adı ne olursa olsun, insana dair her eylemin ve etkileşimin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi çok önemli. Buna yaşadığımız kötü olay veya kayıplardan sonraki yas ve normalleşme süreçlerimiz de dâhil. Kahramanmaraş ardından Hatay merkezli depremler de bu iki kavramı yeniden gündemimize soktu. Peki, yas ve normalleşmenin sağlıklısı nasıl olur? Psikoloji bilimi normalleşmenin evrelerini nasıl tanımlar ve adlandırır? Yaşanan olağanüstü kötü olayların ardından, toplumdaki normalleşme eski normal demek midir? Hâl böyleyken biz de geçen hafta Sosyolog Doç. Dr. Adem Başpınar ile ilkini yaptığımız deprem sonrası yas ve normalleşme konusundaki iki bölümlük söyleşi dizimizin ikincisini Psikolog Dr. Gizem Sürenkök ile gerçekleştirdik. Önce kendisini tanıyalım: "Eğitimimi Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji ve Siyaset Bilimleri bölümlerinde tamamladım. ABD'de New York Üniversitesi'nde psikoloji üzerine master yaptım. Cornell Üniversitesi'nde doktoramı tamamladım. Alanım yakın ilişkiler. Ebeveyn çocuk ilişkilerinden, romantik ilişkilere, arkadaşlık ilişkilerinden iş ilişkilerine hepsi ile ilgileniyorum. Doktoramı bitirdikten sonra Türkiye'de Yakın İlişkiler isimli bir girişim kurdum. Yazılı, sesli, video içerikler yaparak farklı platformlarda insanların kullanımına sunuyoruz. Bununla beraber bir de Relate isimli bir uygulama çıkardık. Bu uygulama da ilişkilere dair bilimsel bilgileri, insanların hayatlarına entegre edebilecekleri bir alan sağlıyor. Her gün kişilere günlük görevler vererek, daha sağlıklı ve iyi ilişkiler kurmalarını sağlıyoruz."

HERHANGİ BİR KAYIPTAKİ HER HİS YASI OLUŞTURUR

Psikoloji biliminde yas tam olarak ne demektir ve sağlıklı bir yas süreci hangi aşamalardan oluşur?

Biz yası psikolojide, kayıplara verdiğimiz psikolojik ve duygusal tepkiler olarak tanımlıyoruz. Bir ölüm veya herhangi bir başka kaybın arkasından mesela, iş değiştirmek, ev değiştirmek, işten atılmak, bir ilişkinin bitmesi gibi durumlar da olabilir; aslında her türlü kayıp durumunda insanların hissettiği duygular yası oluşturuyor. Son derece normal ve doğal bir süreçtir. Yasın içerisinde tabi ki mutsuzluk, kızgınlık, suçluluk duygusu, inkâr, kafa karışıklığı gibi duygular bulunuyor. Buna iştahımızın kaçması, uykuda problem yaşama, hiçbir şey yapmayı istememe, kendini çok yorgun hissetmek gibi fiziksel semptomları da ekleyebiliriz. Ama herkesin yası yaşayış şekli birbirinden farklı o yüzden biricik dememiz mümkün. Yasın aşamalarından bahseden bir teori yasın 5 aşaması olduğunu söyler. Bu sırası ile inkâr yani yası kabullenmeme ve kaybın olmadığını düşünme. İkincisi öfke, kaybı idrak ettikten sonra bununla ilgili ciddi bir öfke duyma. Üçüncüsü pazarlık, yani ben ne yapsaydım bu olmazdı veya şu anda ne yapabilirim de geri döndürebilirim duygularını hissetme. Dördüncüsü de depresyon ya da derin üzüntü dediğimiz yani artık bunu kabullendikten sonra gerçekliğiyle yüzleştiğimiz, bunun için üzüntü duyduğumuz aşama. Beşinci ve son aşama da kabullenme. Bu aşamaya geldiğinizde artık yası büyük ölçüde proses etmiş oluyoruz. Bir başka teori de yasın, aslında hem o insanın kaybıyla hem de nasıl normale geri dönebiliriz duygusuyla, iki uç arasında salındığımız bir süreç olduğunu söyler.

TOPLUMSAL YASTA SORUMLULUK DUYGUSU HİSSEDİYORUZ

Şu an yaşadığımız depremler gibi toplumumuzun çoğunluğunu etkileyen olaylarda; toplumsal yas ile bireysel yas ayrı şeyler midir, birbirinden bağımsız mıdır?

Bu tarz bütün toplumu etkileyen olaylarda toplumsal yas tutarız. Tabi ki bireysel kayıplarımız olduğunda bireysel yas da tutuyoruz. Ama bütün toplumun şu an içinde bulunduğu duruma toplumsal yas diyoruz. Toplumsal yas ile bireysel yası ayıran en önemli nokta aslında yasın etkisinin genişliği. Bireysel yasta bireyin kişisel kaybına odaklanırken, toplumsal yasta büyük bir grup ya da komünite tarafından paylaşılan ortak kayba odaklanılıyor. Kolektif yasta, toplumsal yasta sosyal sorumluluk duygusu da hissediyoruz ve dayanışma duygusu da aktive oluyor. Yani kayıp yaşayan diğer insanlara yardımcı olmak ve birlikte bunun üstesinden gelmek istiyoruz. Bireysel yasın kişinin kendi küçük çevresinde etkili olduğu için daha içsel bir süreç içerdiğini düşünüyoruz.

TOPLUMSAL NORMALLEŞME BİREYE ETKİ EDER

Peki, nasıl 'normale' döneceğiz ya da bu mümkün olacak mı?

Normalleşmeye dönme süreci, afetin büyüklüğü, ne kadar çok insanı ve ne kadar geniş bölgeleri etkilediği ile çok ilişkili. Travma döneminde yani afetlerden hemen sonraki dönemde korku, endişe, çaresizlik, umutsuzluk gibi duyguları yaşamanız çok anlaşılır bir durum. Bu süreçte bütün normal rutinlerimiz ve aslında toplumun yapısı değişiyor, ciddi bir belirsizlik hâkim olmaya başlıyor. Özellikle de bu dönemde daha savunmasız olan kadınlar, yaşlılar, çocuklar gibi grupların çok daha tehlike altında olduğunu görüyoruz ve sağlıklı bir normalleşme tepkisi için bu gruplara özel bir ilgi göstermemiz gerekiyor. Onların iyilik ve sağlıklarında sıkıntılar çıktıkça normalleşme sürecimiz sekteye uğruyor. Bir süre sonra da insanların bir miktar da olsa daha rahat ettirilebildiği varsayımıyla herkes kendi yasını tutma sürecine giriyor. Bireysel yas sürecinde kişilerin yas tutma davranışları ve süresi farklılıklar gösterebiliyor. Toplumun normalleşmesi bireye etki edeceği için toplumsal nekahat dönemi çok önemli. Nekahat dönemi dediğimiz şey, toplumun bir araya gelmesi yeniden ev yapılması, ailelerinin bir araya gelebilmesi, insanların yeniden şehirlerine dönmesini sağlama ve benzeri şeyleri birlikte başarabilmemizdir. İnsanlar ne kadar dayanışma içinde olunduğunu gördüklerinde insana ve topluma dair umutları yeşertecektir. Tabii burada sosyal destek ve bütün toplumun bu sürecin bir parçası olabilmesi ve bu sürecin iyi yönetildiğine inanmamız çok önemli. Dediğim gibi bunlar sekteye uğradığı zaman normalleşme sürecimiz sekteye uğrayabiliyor.

YENİ NORMALİ SONUÇLARLA OLUŞTURMAMIZ GEREKİYOR

Afet sonrası toplumdaki normalleşme eski normale dönme anlamı mı taşıyor?

Bundan sonra eski normale dönmemizin mümkün olduğunu düşünmüyorum. Çünkü hepimizin zihninde bu felaketin bir şekilde izi var. Kimimizin kişisel kayıpları var, kimimiz doğduğumuz, büyüdüğümüz şehirleri kaybettik, kimimiz evimizi kaybettik. Tabi ki çok sevdiği yakınlarını kaybeden insanlar oldu. Anılarımız gitti. O yüzden de artık yeni normal içerisinde bütün bu kayıpların izi olacak. Toplumsal olarak da bu depremden çıkarmamız gereken çok sonuç olduğu için bu sonuçları, yaşanılanları her şeyi ile zihnimize kazıyarak ve öğrendiklerimizle yeni bir normal oluşturmamız gerekiyor. Aslında sağlıklı olan da böyle bir normali oluşturmak ve eskisine dönmemek.

ACİL DURUM TEPKİMİZDE DAYANIŞMA RUHU ÖN PLANA ÇIKIYOR

Psikoloji bilimi yaşanan toplumsal kötü olayların ardından normalleşmenin evrelerini/süreçlerini nasıl tanımlıyor ve adlandırıyor?

Bir doğal afetten sonra toplumsal olarak normale dönmeye çalışırken geçtiğimiz süreçler var tabii ki. Birincisi afetten hemen sonra verdiğimiz o acil durum tepkisi. Burada bütün toplumun bir araya gelerek arama kurtarma çalışmalarını sürdürmesi, tıbbi destek vermesi, barınma ve yiyecek ihtiyaçlarının tamamlanması ki burada dayanışma ruhu ön plana çıkıyor. Herkes bir araya gelerek destek vermeye çalışıyor. İkinci aşama kolektif travma. İlk şok dalgası geçtikten sonra hep beraber bir travmaya uğruyoruz. Çünkü bir anda bunun ne kadar büyük bir afet olduğunu ve ne kadar geniş çaplı olduğunu fark ettiğimiz bir süreç yaşıyoruz. Ardından yas tutma ve nekahat dönemi geliyor.