GÜLCAN TEZCAN / gulcantezcann@gmail.com
Sosyolog-Yazar Fatma Barbarosoğlu ile sosyolog Nazife Şişman'ın Karantina Günlerinde Evin E-Hâli ve Adı Konmamış Çağda Yeni Anne Babalar ile başlayan Uzak Yakın Sohbetler Dizisi Yaşlanmak ve Yaslanmak ile devam ediyor. Çok da konuşmak istemediğimiz ancak yakın zamanda kaçınılmaz olarak öncelikli gündem maddelerimizden biri haline gelecek yaşlılığa bakışımızı, dizi ve reklam sektörü eliyle inşa edilen yeni yaşlı temsilini Fatma Barbarosoğlu ve Nazife Şişman ile konuştuk.
Yaşlılık üzerine neden düşünme, araştırma yapma ve yazma ihtiyacı hissettiniz?
Fatma Barbarosoğlu: Yaşlılar üzerine fikrimizi yormamızın tarihi bir hayli eski. Hiçbiryer romanını yazarken (2004) Halil Ağa karakteri üzerinden köylerdeki yaşlı yalnızlığı üzerine çalışmıştım. Dedeler ve nineler bahsinde Nazife'nin "Dedem Nineme Aşık mıydı?" yazısı çok ses getirmişti o dönemde. 2018'de Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin'in talebi üzerine 70 yaş üzeri hanımlarla sözlü kültür çalışması yaptık. Kadınların Dilinden Dündökümü adıyla yayınladığımız çalışmayı yaparken belli bir yaş grubunu yaşlı paydasında bütünleyerek sorunları görmenin mümkün olmadığını fark ettik. Mart 2020'de "Hayat eve sığar" sloganı ile insanlar evlerine hapsolduğunda, 65 yaş üstüne uygulanan "aşırı karantina" tedbirlerinin ortaya çıkardığı sorunlar ışığında toplumsal yaşlılığı, toplumdaki yaşlılığı, popüler kültürdeki yaşlı temsilini konuşmamız gerektiğine karar verdik.
Modern hayat neden ve ne zamandır yaşlıları sorun olarak görmeye başladı?
Nazife Şişman: Günümüzde yaşlılığın sorun haline gelmesinin birkaç parametresi var. Öncelikle insan ömrünün uzaması göz ardı edilmemeli. Zira o eski geniş aileler dediğimiz dönemde ortalama ömür 45 yaştı. Bugün ülkemizde ortalama ömür 78-80 civarında. Daha önce olmayan bir toplumsal durum, yaşlı nüfusun artışı. Ama tek etken yaşlı nüfusun artması değil. Tıbbi müdahalelerle ömürleri uzatılan yaşlıların yaşamlarının anlamlı bulunmaması. Gençlik ve özerkliğin yüceltildiği, dünyadan kâm almanın tüketime, başarıya ve performansa endekslendiği bir dünyada yaşlıların yaşamının bir değeri olmuyor ne yazık ki.
Kitapta öykü, dizi ve sinema filmlerine çokça atıf var. Kültürel zeminde bugüne kadar nasıl bir yaşlılık temsili inşa edilmiş? Bu temsillerin yaşlılığa bakışımızı nasıl etkilemiş?
Fatma Barbarosoğlu: Sorunun cevabı çok uzun olacağı için müsaadenizle diziler ile sınırlayarak cevaplamaya çalışayım. Sıradan insanın derinliğini yakalayan karakterler pek yok dizilerde. Çocukları büyümüş de küçülmüş, makbul yaşlıları her daim genç, makbul olmayanları da itici kayınvalide profili ile inşa etmek gibi klişe bir anlayış var senaristlerde. Yaşı ile barışık olmayan, "ikinci bahar" sendromuna düşmüş temsiller her dizide karşımıza çıkar oldu. Bakımlı, şık, tüketme kabiliyeti mükemmel, gençlerden daha genç yaşlı temsili var dizilerde. Haliyle, bu temsiller ekranları başındaki seyircileri ve gençlerin yaşlılara bakışını etkiliyor. Yaşlı erkeklerin yaşlı kadınlara bakışını etkiliyor. 80 yaşındaki kadınlardan 80 yaşındaki Ajda Pekkan performansı beklenebiliyor mesela. Son dönemde her dizide muhakkak yaşlı karakter var. Bu hikâye anlatıcılarının nihayet yaşlıları gördüğü anlamına gelmiyor maalesef. "Potansiyel müşteri"yi ekrana bağlama hamlesi. Sanat ve edebiyat muhatapları için duyguların tercümesini sunar. Birbirine en uzak iki noktayı birbiri için aşikâr kılar. Oysa diziler yoluyla hayattan payını hiç almamış ham kişiliklerle karşılaşıyoruz. Kişilerin iç dünyasına ulaşarak onlarla empati kurmayı değil tam tersine yargılayıcı ve suçlayıcı davranışları pekiştiriyor dizi filmlerdeki yaşlı temsili.
Yeni yaşlılık temsili nedir ve neye hizmet ediyor? Hayatın olağan sonucu olan yaşlılığı dönüştürmeye neden bu kadar hevesliyiz?
Nazife Şişman: Sağlık ya da turizm reklamlarındaki yaşlı temsilleri de hiç farklı değil. Hemen hepsi aktif, genç görünümlü, yani tüketici olarak ümit vadeden yaşlılar. 1980'lere kadar yaşlılar tüketici olarak çok kıymet arz etmiyordu. Günümüzde yeni tıp teknolojisinin yaşlılığın izlerini silme vaadi, çok ciddi bir piyasaya dönüştü. Batı'da 20. yüzyılda orta sınıfın güçlenmesi ve emekliliğin örgütlenmesi de bu tüketici yaşlı olgusunu besledi. 21. yüzyılda ekonomik krizler artık dünyanın "yaşlı emekli cenneti" olmadığını derinden hissettiriyor. Kapitalizm yine de belli bir yaşlı kesimi "gençlik aşısı" pazarının daimî müşterisi olarak kendine bağlamaya devam ediyor.
Yaşlılara saygı gösteren bir toplum iken ageism'in giderek arttığı bir noktaya nasıl geldik? Reklam filmlerinde kullanışlı olan tatlı ihtiyarlar otobüste karşımıza çıktığında neden rahatsız oluyoruz? Kamusal alanın sadece genç, sağlıklı bireylere mi ait olması isteniliyor?
Fatma Barbarosoğlu: Büyük ebeveyninin "insanlık hallerini" komedi unsuru olarak sosyal medya hesabından yayınlayan torunlar, sokak röportajlarında makul olanın değil, saldırgan söyleme sahip olan yaşlıların videosunu haberleştirenler, yaşlı saygınlığını imha ediyor. Yılların iziyle birikmiş hayat tecrübesine talip değil, "içerik üreticisi ve tüketicisi". Maksat gülmek, eğlenmek, alay etmek, linç etmek... İçinde yaşadığımız dijital kültür, hayat tecrübesinin kazanılmasına pek fırsat vermiyor. Tarihte hiçbir toplumda torunlar büyük ebeveynlerinden daha "bilgili" değildi. Hayatın aşırı teknolojikleşmesi yüzünden teknoloji ile ilişkisini sağlam tutamayanlar toplum dışı kalıyor. Yaş almasına rağmen asla yaşlanmayan popüler kültür söyleminin makbul yaşlı kimliği, reklam filmlerinde güzeldir, çünkü bizden yardım istemez, destek beklemez. Mesuliyet yüklemez. Estetik ve hijyeniktir o temsiller. Oysa hayatın içindeki yaşlılar yardım talep eder, hayatın gerisine düşer ve bize ölümü hatırlatır. Dijital kamusallık, genç, sağlıklı, etkilenmeye ve etkilemeye açık müşterilere talip.
Modern hayatın dayattığı bireyselleşme yaşlıları ve yaşlılığı nasıl bir yere hapsediyor? Yaşlılığın çöküş olarak görülmesi bireyin bu dönemde başkalarına bağımlı hale gelmesinden mi kaynaklanıyor?
Nazife Şişman: Yaşlılar bize sağlıklı, başarılı ve normal bir yaşamın ardından gelen bir yoksunluğu, bir çöküşü hatırlatıyor. Sonlu bir hayat yaşamanın anlamı ile yüzleşmek istemiyor geç modern dönemde insanlar. Bu yüzden de yaşlanmak ve yaşlı olmayı kabullenmek gittikçe zorlaşıyor. Gerontologlar, yaşlılığın en zor yanının bağımlılık olduğunu söylüyor. Hayatın değer ve anlamını sadece özerkliğe, otonomiye bağlarsak yaşlılıkla birlikte gelen bağımlılığın, haysiyet kaybı gibi algılanması doğaldır. Oysa insan aciz bir varlıktır. Doğduğunda, hastalandığında, engelli olduğunda, yaşlandığında hep başkalarına muhtaçtır. Hayat karşılıklı bağımlılıklarla sürdürülebilir ancak. Yaşlı da bağımlıdır, ama hâlâ insandır. Bir insanın hayatının son demlerinde hâlâ insan kalabilmesi için, içinde yaşadığı topluma ne vazife düşer? Buna kafa yormalıyız.
Genç nüfusumuzla övünen bir ülke iken hızla yaşlanıyoruz. Yaşlı Türkiye ile ilgili öngörüleriniz neler? Hem toplum hem kamu olarak bu dönüşüme hazır mıyız?
Fatma Barbarosoğlu: Yaşlı Türkiye'nin yükünü en fazla orta yaş üstü çekecek gibi görünüyor. Bir yandan torunlarını büyütmeye çalışan diğer yandan yaşlı ebeveyninin bakımı ile ilgilenmek zorundan kalan orta kuşak, aynı zamanda ekonomik sıkıntılar yüzünden birbirinin rakibi olarak konuşlandırılan gençler ve yaşlılar arasında, sağlıklı bir iletişim dili kurmak zorunda. II.Dünya Savaşı'ndan bu yana ilk defa çocuklar ebeveynlerinden daha fakir olma yolunda. Benim çocukluğumda insanlar emekli ikramiyeleri ile ev alabiliyordu. Birkaç yıl öncesine kadar fabrikada çalışan, ayağını yorganına göre uzatmasını bilen ücretli çalışanlar hem şehirde hem köylerinde ev sahibi olabiliyordu. Bu artık mümkün değil. Birkaç yıl önce hayata atılan üniversite mezunu gençler taksitle ev ya da araba almaya çalışıyordu. Günümüzde artan ev kiraları yüzünden birkaç genç bir araya gelerek ev kiralıyor. Hal böyle olunca gençler emeklilerin aldığı hizmetleri, kamu maliyesini arttıran bir yük olarak dillendirmeye başlayacaklar. Diğer taraftan emeklilik yaşı gittikçe yukarıya çekiliyor. Sorun katlanarak geliyor. Katlanarak gelen bu sorun ile başa çıkmak için ekranlarda gençlerin ve yaşlıların birbirini anlamasını sağlayacak programlara ihtiyaç var. Devletin nüfusun yaşlandığını bir an önce kabul ederek özellikle Türkiye'ye mahsus yaşlı sorunlarını tespit etmesi gerekiyor.
Öncelikle yaşlılar diye yekpare bir kategoriden söz etmekten vazgeçmemiz gerekiyor. 65+ ile 90+ yaşlı öznenin sorunları birbirinden çok farklı. Ortak payda, ekonomik güçsüzlük, yalnızlık ve hayatın anlamının yitirilmesi. Türkiye, çocuk fakirliği ile yaşlı fakirliği arasında sıkışmış durumda. Bu sıkışmışlığın yükünü genç kuşaklar taşıyamaz. Diğer taraftan yaşlıların kendi kendilerine yetebilmesi için mimariden şehir planlamasına, hastane düzenine kadar yaşlı bireyler burada neye ihtiyaç duyar ve hayatını nasıl idame ettirir sorusuna cevap aramamız gerekiyor.
Yaşlılar için şehir merkezine uzak yaşam alanları yapılıyor. Yaşlıların hayatımızdan çekilmesi uzun vadede nasıl sosyolojik sonuçlar doğurur?
Nazife Şişman: Türkiye'de yaşlılar için kurumsal bakım, Avrupa'ya göre çok yaygın değil. Mesela 65 yaş üstü grubun yüzde 40'ı çocuklarıyla yaşıyor. Yüzde 60'ı aynı evde ya da yarım saat yürüme mesafesinde yaşıyor. Yüzde 10'dan biraz fazlası da yalnız yaşıyor. Ama önümüzdeki yıllarda kurumsal bakıma daha büyük ihtiyaç olacak. Yaşlı bakımevi gibi büyük kurumsal yapıların, maliyet ve planlama açısından avantajları olabilir. Oysa psikolojik ve toplumsal sağlık açısından çözümlerin küçük birimler, mahalleler bazında olması gerekiyor. Mesela yakınımızdaki huzurevinde kalan bir hanım mahalle camimize teravihe geliyor. Böylece sosyal yaşamdan, çevresinden kopmamış oluyor. Modern mega kentler, çeşitli sosyal kesimleri birbirinden duvarlarla ayıran bir mantığa sahip. Zenginler/fakirler, yaşlılar/gençler, yerliler/yabancılar... Şehrin dışında bir yaşlı bakımevi de böyle bir tecridi pekiştirecektir.